15 Temmuz darbe girişimi vesilesi ile bu ülkede yaşayan insanlar olarak tartışmaya devam edeceğiz. Tartışmaya devam etme kararı vermek siyasetin içinde olma anlamına da gelir. Darbenin nesini tartışacaksın darbe, darbedir; biz de darbeye karşıyız denebilir. Genellikle burjuva demokrasisi sınırlarında siyaset yapma eğilimi taşıyanlar böyle düşünebilir. Ancak geleceğimizi sarsan gelişmelere düz ve basit bakamayız.
Devlet dediğimiz mekanizma, yapısı gereği sınıfsal bir mekanizmadır. Kapitalizmin yapısal ihtiyaçlarını karşılama üzerine kendini donatır. Anayasası özünde burjuva hukuk sistemini tarif eder. Bu nedenle demokrasi kavramı da sınıfsal özünden kopartılarak ele alınamaz. Sosyalist hareketin ideolojik sorunlarının belirgin olarak ortaya çıktığı dönemi Sovyetler birliğinin dağılma sureciye birlikte düşünürsek, sonraki dönemde egemen düşünce biçimi post modern akımların etki alanına girmiştir. Diyalektik düşünme aklı epeyce bir örselenmiştir.
Bugün için demokrasi mücadelesini demokratik zeminlerde geliştirmek, eşitlik, adalet ve özgürlük alanlarını büyütmek demektir. Bu kazanımların geliştirilmesi burjuva devletinin mekanizmalarında dönüşümü ifade eder. Bu dönüşüm kolay olmaz; toplumsal bir mücadeleyle gerçekleşir. Devlet bu toplumsal mücadelenin önünü kesmek için daha otoriter, anti demokratik uygulamaları devreye sokar. Siyasi iktidarlar ya da hükümetler bu anlamda burjuvazinin sözcüsüdür.
Geçmişte ki bilgilerimizi tekrar etmek zorunda kalmak, yeniden hatırlamak durumunda kalmamız fikri bir takipten kopuşun hissedilmesindendir. Her tarihsel dönem elbette kendi koşulları içerisinde değerlendirilir. 15 Temmuz darbe girişimi konusundaki kimi yaklaşımları doğru değerlendirebilmek için hafıza tazelemesi ne ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti sermayenin bütün ihtiyaçlarını karşılayan bir hükümettir. Neo liberal politikaları en acımasız bir şekilde uygulama gücüne sahip güçlü bir hükümettir. Aynı zamanda demokratik girişimlere karşı sert polisiye tedbirlerle toplumsal eleştirileri yok sayması genel karakteri olmuştur.
Sendikal hareketi etkisizleştirmiş, üniversiteleri susturmuş. Barış sürecini savaş sürecine çevirmiş bir hükümetten bahsediyoruz. İş cinayetleri, kadın cinayetleri, ekolojik tahribat üzerinden rant sağlayan bu hükümetten “istikrar” anlamında sermaye rahatsız değildir. Onların istikrarı için her türlü teşvik kararlarını uygulamaktadır. Yoksulluk, yolsuzluk, acımasız sömürü çarkına ek olarak sermayeye mülteci işçileri ucuz emek olarak pazarlama peşindedir. Sonuç olarak şirketler büyümeden payın çoğunu alırken, borsada belirleyici olanlar üretmeden para kazananların iyi kazandığı bir dönem yaşanmaktadır. Bütün bunlara rağmen sermaye ve şirketler arasında çelişkinin olmadığını söylemek doğru olmaz. İktidar bloklarının himaye ettiği sermaye grupları her zaman olmuştur AKP döneminde MÜSİAD ve TÜSİAD arasındaki iktidarın siyasi tercihi biliniyor, bu dönemde Anadolu sermayesinin güçlenmesi rasgele değildir. Dolayısıyla gezi sürecinde bazı sermaye gruplarının gezi direnişinden beklentileri ve siyasi sonuç çıkarmaya çalışmalarını birlikte gözlemledik.
İktidar blokları arasındaki savaşta emekçiler darbeye her koşulda karşı çıkarlar. Sermaye grupları ise kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederler. Neo liberal politikalar sadece iktisadi bir programı kapsamaz aynı zamanda devletin yeniden yapılandırma programına da sahiptir. Kapitalizmin küreselleşmesi devletleri şirket devletlere dönüşmüştür. Bu dönüşüm siyasi iktidarların şirketlerle uyumlu olmalarını da beraberinde getirmiştir.
İktidar bloğunun önemli müttefiki olan Gülen cemaati taraftarlarının, sahip olduğu sermaye AKP döneminde hızlı bir şekilde büyümesi tesadüfü değildir. AKP’nin kayyumlarla el koyduğu bankalar ve şirketlerin kanlı darbe girişiminin taraftarı olmadığını söylemek saflık olur.
15 Temmuz’da yaşadığımız darbe girişiminin ortaya çıkan gerekçeleri geleneksel ordu müdahalesine uymuyor. Darbe girişimcilerinin sınıfsal konumu AKP ile ters düşen sermaye gruplarına tekabül ettiğini söylemekle birlikte, uzun zamandır Ortadoğu’da ortaya çıkan güçler dengesinde Türkiye’nin dış politikasını gözden geçirmek zorunda bırakan güçler de göz ardı edilemez.
Cemaatin devlet bürokrasisi içindeki kazandığı pozisyon zaman zaman iktidarı deşifre eden faaliyetleri, şantajlar kaos ortamları en önemlisi de Kürt sorunu konusunda ortaya çıkan çatışmalar ve binlerce insanımızın canından olduğu savaş sürecini barıştan kimin uzaklaştırdığı soruları ortada daha detaylı cevap beklemektedir. Bu politika değişikliğini hangi öfkeyle ortaya çıkarttı. İktidar bloğundaki çatlağın bu savaştaki etkisi nedir? Bilinen ve bilinmeyen yanarıyla değerlendirilmesi gerekiyor. Çünkü sonraki gelişmelerde devlet içerisindeki yeni ittifakları Ergenekon davası sonuçlarından izleyebildiğimizle sınırlı bilgiye sahibiz.
Erdoğan’ın ifadesiyle iktidar bloğundaki çatlak belki de tersten demokrasi güçlerine belki de “Allah’ın bir lütfu”.
Darbe girişimini değerlendirirken darbeye muhatap olan iktidarın demokrasiden, barıştan uzaklaşma durumunu unutmamalıyız. Hukuksuzluğun egemen olduğu ülkelerde hükümetler darbelere davetiye çıkartır. Bu nedenle darbecileri ve siyasi ortamı bir bütün olarak değerlendirmek durumundayız.
Sokakta açığa çıkartılan tepkiler emekçilerin taleplerini mi dile getiriyor? Sokaktaki tepki işsizliğe mi itiraz ediyor? Barış mı talep ediyor? Demokratik parlamenter sistemimi savunuyor, kadın cinayetlerine itiraz mı ediyor? Doğayı tahrip edenlere karşı tutum mu alıyor? Hayır, siyasi iktidar sokaklardaki hareketliliği uyguladığı politikalar için bir fırsat olarak görüyor.
Darbecilere itiraz demokrasi talebiyle olur, demokrasi talebiyle yapılmayan itirazlar yeni iktidar bloklarının ve yeni darbe girişimlerine davetiye çıkartır.
AKP Hükümetini eleştiren emekçiler demokrasi güçleri darbeye ve militarizme karşı tutum alırken kendini kanlı darbe girişimine yapanlarla aynı tarafta hissettiremez, toplumda bu yönde oluşabilecek algıların oluşmasına izin veremez.
Başarısız olan darbe girişimi sonrası hükümetin izlediği tutuma bakılırsa niyet, demokrasiyi güçlendirmek gibi gözükmüyor. Sıkıyönetim, olağanüstü hal ve hukuksuz uygulamalar tartışılıyor. Bu garip gelişmelerden çıkan sonuç darbeye karşı sıkıyönetim, olağanüstü hal, idamın yeniden getirilmesi baskı ve tehditler olmuş oluyor. Kışlaya gönderilen tankların tekrar sokaklara çıkartılması ne anlama gelir.
Anlaşılan odur ki alışılagelen tarihsel süreçler devam etmiyor.
Bugün darbeyle ilgili sol muhalif kesimde ciddi bir kafa karışıklığı olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Hem darbeye karşı çıkacak, hem de muhalefet ettiği hükümete karşı muhalefet etmeye devam edecek; darbecilerle hükümeti aynı kefeye koymadan bunu yapmak durumundadır. Bununda ana ekseni demokratikleşmeyi savunmaktır.
Bugün sendikalar demokrasi güçleri, toplumun bütün mağdur kesimlerinin görevi kanlı darbecileri teşhir etmek demokrasiden barıştan uzaklaşan siyasi iktidara karşı bütünlüklü bir mücadele çağrısını yaparak demokratik birlik mücadelesini güçlendirmektir. (SE/HK)