Doğrusu, Türkiye'de dengelerin hangi zemin üzerine oturduğunu göstermesi bakımından, bu gerilimden daha öğretici bir başka örneğin olamayacağı kanısındayım.
Son darbe günlerinden kalma, en etkin kurumların başında yer alan YÖK, Türkiye'de çağdaşlaşmanın ve Avrupa Birliği gerekliliklerin önündeki en somut takoz olarak dikkat çekiyor.
Tehdit paranoyası
6 Kasım YÖK'ün kuruluş yıldönümüdür. Her yıl protestolarla anılır, gösterilerin en antidemokratik biçimde bastırıldığı toplumsal olaylar bu günde yaşanır. 6 Kasım'a çok az bir süre kala, YÖK, yine Türkiye'nin en fazla konuşulan kurumlarının başında yer alıyor.
Türkiye Cumhuriyeti'nin temel değerlerine yönelik tehdit paranoyası, Türkiye'nin bugünkü halinin tek gerekçesidir dersek bilmem ne denli isabetli olur.
Her türden hukuk dışılık, fiili durum arzı ya da "ülkenin nev'i şahsına münhasır koşullar", cumhuriyete dair tehditler gerekçe gösterilerek, meşrulaştırılmaya çalışıldı ve bu meşrulaştırma çabasının da en tepesine de "ordu" yerleştirilerek, işin içinden kolayca çıkıldı.
MGK de yerini aldı
Türkiye'nin tartışılamaz tek kurumu, bugüne dek ordu olageldi.
Ancak AKP hükümetiyle birlikte, Türkiye'de tabulaştırılan pek çok şey, bırakın tartıştırmayı, Avrupa Birliği (AB) rotasına ve dünyevi çağdaşlık kriterlerine uygun olarak can evinden vuruluverdi.
Ard arda yasallaşan AB uyum paketleri ile Türkiye'de bugün, en azından kağıt üzerinde, demokratik bir devrim yaşanmaktadır.
Tabuların en büyüğü olan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) dahi paketlerdeki yerini alarak, Türkiye'nin demokratik bir hukuk devleti olma yönündeki iradesinden nasibini aldı.
YÖK'ün direnci
Ancak tuhaflığa bakınız ki, demokrasiye, özgürlüğe ve sınırsızlığa en fazla gereksinimi bulunan üniversitelerin üst yapısı durumundaki YÖK, demokratikleşme konusundaki iradeye karşı ordudan bile daha yoğun ve akıl almaz bir direnç sergiliyor.
Önceki gün "Cumhuriyete Bağlılık" adıyla rektörlerin düzenlediği yürüyüş, Türkiye Basınında geniş biçimde ve görsel malzemeleriyle birlikte yoğun olarak yer aldı.
Dikkatinizi çekti mi bilmem.
Yürüyüşte taşınan pankartlar arasında "ORDU GÖREVE" yazılı olanı en ön plandaydı.
Ordunun eseri olan, antidemokratikliği en ayırtedici özelliği olan bir kurum, yani YÖK, demokratik hak olarak nitelediği gösteri hakkını kullanırken apaçık darbe çağrısı yapıyordu.
Üniversitenin davetiyesi
İnsanlığın, asırlardır süregelen özgürleşme uğraşısının lokomotifi durumundaki üniversitelerin Türkiye'de, hem de 21. yüzyılda gelebildiği nokta, darbe davetiyesi çıkartmaktan ibarettir.
Türkiye'yi aydınlığa taşıyacak insan gücünün eğitildiği kurumların başında oturanların aydınlık anlayışı, statükonun korunumundan ibarettir.
Statükonun kendilerinin asıl varlık nedeni olduğunu çok iyi bilen rektörler, onun değişmesini engelleyebilmek için, askeri bir darbeden ilk etkilenen kurum olan üniversiteleri dahi hiçe sayabiliyorlar.
Darbe günlerinde pek çok meslektaşlarının üniversitelerden atıldığını, işkence gördüğünü ve nice cevherin ve bilimsel yaratının yok edildiğini unutuveriyor.
Doğrusu iki biçimde ibret alınması gereken bir durum yaşanmakta.
Kıbrıs'ın statükocuları
Kıbrıs'ta da bugün, statükonun devamını, her ne pahasına olursa olsun, sağlama konusunda önemsenmesi gereken bir irade var. Bu iradenin sırtını dayadığı en büyük güç merkezi, Türkiye'nin statükocularıdır.
Türkiye'deki statükoculara karşı önemli bir mücadele sergileyen Erdoğan hükümeti, bunların müttefiki Kıbrıs'ın statükocularıyla da boğuşmak durumuyla karşı karşıyadır.
Bir diğer konu ise, statükocuların kendilerini korumak pahasına, kendilerine tabi olanları hiç önemsemediği gerçeğinin en geniş biçimde bilinmesi gereğidir.
Kıbrıs'tan çok Türkiye'de olmak
Statükocu Kıbrıslıların egemenliği örneğin, Kıbrıslıların egemenliği değildir ve statükocu anlayış için bunda bir sakınca da yoktur. Devlet, devleti yönetenlerden ibaret olacaktır ve devleti yaratanların ya yöneticilerini seçenlerin çok da önemi yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kendi içine dönük olarak yaşadığı yeni bir doğum sancısını pervasızca istismar etmekten çekinmeyen Kıbrıs'ın statükocularının, adadan çok Türkiye'de zaman harcamasının en büyük nedeni, iki yarımdan belki bir tam sağlayabilme çabasıdır. Türkiye'nin statükocuları ile kucaklaşarak "belki bu son vartayı da atlatabiliriz" telaşıdır.
Ancak unutulan nokta, halkın statükoyu hem başlatan, hem de sona erdiren olduğudur bence...(EŞ/NM)