15 Temmuz gecesinden bu yana ucunda ışık görülen bir tüneldeyiz..
Aslında Türkiye’nin “ahval ve şerâit”i 15 Temmuz öncesi de çok matah değildi. Hak kavramının, çoğulcu toplumun, çok kültürlü yaşamın bu topraklarda hemen hiçbir dönem “yeterince” toplumsal karşılığı olamadı. Daha kötüsü böylesi karşılıksız bir ortamda egemenliğini uzun süre devam ettiren tek parti rejimi, bu kavramların toplumsal son kırıntılarını da tahrip etmekteydi.
Öte yandan her ne kadar muktedir görünmeye çalışsa da “parti-devlet” formuna evrilen siyasi iktidar, Gezi’den bu yana sürdürülebilirlik krizindeydi. Bu çerçevede toplumsal rızayı üretebildiği günler geride kalmış, uzun bir süredir toplumun yaklaşık yüzde ellisini “zor aygıtı”nı kullanarak kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Gören gözler için bu “zor dönem”in de uzun süreli olamayacağı ve azami düzeyde kutuplaştırmış toplumsal dokunun yeni gelişecek bir siyasi krizin tetiklemesiyle iç savaşa evrileceği ortadaydı.
Gerçekten de sadece son bir yıla sığan katliamlar dikkate alınsa dahi Türkiye toplumunun hemen her kesiminin yorulduğu ortadadır. Öte yandan son birkaç yıldaki gelişmeler, farklı toplumsal yapıları temsil eden siyasi karşılıklarda da sürdürülebilirlik krizini var etmiştir.
Bu bağlamda Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) muktedirlik gösterilerine rağmen toplumsal rızayı üretemeyip kutuplaştırma politikalarına sığındığı, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) ülkenin sorunları konusunda anlamlı yeni politikalar önermediği sürece hapsolduğu yüzde yirmibeşlik seçmen diliminden çıkamayacağını anladığı, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) silahların konuşmasıyla birlikte hem “düşman” konuma taşındığı hem de siyaseten etkisiz bir konuma sürüklendiği ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) de uzun bir süredir parti içi sorunlardan paralize olduğu görülmektedir. Hiç kuşkusuz tanımlanan bu sorunlar, kısa vadede dahi ülkenin rejiminin sürdürülebilir ve öngörülebilir bir zeminden öteye savrulduğuna işaret etmekteydi.
Zaten darbe girişimine kalkışanlar da fark ettikleri bu “iç savaş” zeminini amaçlarına uygun bir ortam olarak tariflemişlerdi. Muhtemelen bu nedenle TRT’de yayınladıkları bildirinin dil ve içeriği, siyasi iktidardan hiç haz etmeyen Kemalist duyarlılığı olan kesimlere yönelikti. Öte yandan çok kuvvetle ihtimal darbeciler, yaratılacak kaos ortamında PKK çizgisinin de harekete geçeceğini öngörüyorlardı. Ne iyi ki bu planların hiçbirisi gerçekleşmedi ve dahası siyaseten farklı taraflar, 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında birlikte yanyana durabilmeyi becerdiler. İşte bu yeni durum tünelin ucundaki ışıktı.
Ancak bu aşamada darbe girişiminin magazinleştirilen detaylarından ziyade, yeni siyasi iklimin var ettiği tünelin ucundaki ışığın ne olduğunu tartışmak gereklidir. Görülen ışık huzmesi, özgürlükçü bir laiklik tanımının, eğitim ve yargının siyasallaşmamasının ve devlet bürokrasinin şekillenmesinde uyulması gereken liyakat kurallarının, ülke genelinde, tüm farklılıklarla ve de çok sesli biçimde konuşulmasına olanak tanıyacak çoğulcu bir siyaset zeminine mi karşılık gelmektedir?
15 Temmuz darbe gecesinde, dünün kısır çekişmelerini ve kimi zaman hakarete uzanan siyaset tarzını bırakarak siyasi partilerin yanyana gelmesi gelecek açısından umut vericidir elbette. Daha önemlisi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, mevcut anayasal hükümler çerçevesinde bir devlet başkanı rolüne adım atması anlamına gelecek yeni bir siyasi tutum içine girmesi de olumludur. Bu ortamda Başkanlık Rejimi söylemlerinin esneyebilme kapasitesinin ve Kürt sorununun kendisinin tünelin ucundaki ışığın ne olduğunu anlamamıza yarayacak iki konu olduğu dikkate alınmalıdır.
Ateşli Başkanlık Rejimi savunucularının dahi hem de 15 Temmuz öncesinde “Partili Cumhurbaşkanı” çizgisine gerilediği hatırlanırsa, “Türk Tipi Başkanlık Rejimi”nden hayli zaman önce vazgeçildiği ve parlamenter rejim zemininde -muhtemelen TSK ve MİT ile- güçlendirilmiş bir Cumhurbaşkanlığı modeli ile yol alınacağı öngörülebilir. Zaten Beştepe’de Cumhurbaşkanı’nın davetiyle AKP, CHP ve MHP Genel Başkanları ile yapılan ilk ve son görüşmenin kendisi de bu modeli fiilen var etmiştir.
Öte yandan Beştepe’de fiilen var edilen “mutabakat rejimi”nin Kürt sorununda nasıl bir yol alacağı bugün itibariyle belirsizdir. Ancak darbeye karşı çıkan HDP’nin Beştepe’ye davet edilmemesi, ulaşılan mutabakatın Kürt sorunu konusunda esneme kapasitesinin oldukça sınırlı olduğunu düşündürtmektedir. Ayrıca darbe girişiminin temel öznesi olarak tanımlanan Gülen çizgisi tarafından bir süre önce tasfiye edilen kesimlerin rejimin bünyesine güçlü bir aktör olarak dönüş yapmaya başlaması, rejimin Kürt sorunu konusundaki sınırlı esneme kapasitesini daha da kısıtlayacaktır.
Bu aşamada Türkiye’nin Kürt sorunu konusunda alacağı yol, Türkiye’nin siyasi iklimi ve ruhunu çok da iyi okuyamayan yurtdışı mahreçli haberlerde de tanımlandığı gibi otoriter bir yönelim olabilir. Şüphesiz Cumhurbaşkanı’nın bilhassa darbe girişimi öncesi dönemde kendi mahallesinden başka hiç kimseyle uzlaşıya yeşil ışık yakmayan çizgisi de bu öngörüleri destekler niteliktedir. Bu nedenlerden dolayı bugün itibariyle tünelin ucunda görülen ışık, Türkiye toplumunun üzerine gelmekte olan devasa bir “Felaket Treni”nin ışığı olabilir. Hiç kuşkusuz bu durumda Türkiye toplumu dünden daha kaotik bir siyasi iklimin içine savrulacak ve oluşturulan yeni “milli cephe” toplumsal yapıda daha derin yaralara neden olacaktır.
Ama belki de tünelin ucunda görülen ışık, uzun bir süredir içine düşülen ve bir türlü çıkılamayan siyasi ortamın dışını tarif eden gün ışığıdır. Belki de dünün “müesses nizam”ının egemenleri, sergiledikleri abartılı güç gösterilerine rağmen rejimin, siyaseten sürdürülemez bir noktaya vardığını görmüş ve istemeyerek de olsa “yumuşak geçiş” ile görece normal ve öngörülebilir bir siyasi düzene geçmeye mecbur kalmışlardır.
Belki de Beştepe’de oluşturulan mutabakat, arzu edilen bu “yumuşak geçiş”in ilk aile fotoğrafıdır. Belki de AKP, oluşturulan bu yeni mutabakat ortamında, düne ait tüm sorunları, sicili oldukça kirli bir “günah keçisi”ne yükleyerek “aldatılan mağdur” sıfatıyla yeni bir sayfa açmaya hazırlanmaktadır.
Belki de açılmak istenen bu yeni sayfada AKP ile CHP arasında darbe girişimi sonrasında var edilen sıcak temaslar, farklı sosyal kesimler arasında uzun bir süredir laiklik ekseninde sürdürülen tartışmanın önümüzdeki günlerde görece hafifleyeceği ve sakinleşeceği anlamına gelebilir. Daha önemlisi görece sakinleşecek bu yeni zemin, Kürt sorununun tüm detaylarıyla konuşulabileceği başka bir siyaset zemininin şekillenmesine katkı sunabilir.
Eğer tünelin ucundaki ışık, bu toplumun üzerine gelen ve artık limitlerine ulaşmış dayanma gücünü de tümüyle ortadan kaldıracak bir “Felaket Treni”ne işaret etmiyorsa, darbe girişimi sonrası yanyana gelinen bu yeni zemin, HDP ile temsil edilen toplumsal kesime karşı olmadığını hissettirecek adımları ivedilikle atmalıdır. Aksi durumda oluşturulan bu yeni mutabakat da Türkiye halkı için sürdürülebilir bir hayat ve öngörülebilir bir gelecek anlamı taşımayacaktır. (OE/NV)