Adı önce "Kürt Açılımı" konan, ardından Kürtsüz devam eden, son olarak "Milli Birlik Projesi"ne dönüşen açılım sürecine ilişkin görüşmeler çerçevesinde, sanatçılarla bir dizi toplantı yapılacağı haberini duyduk. Toplantılar, Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın başkanlığında 20 Şubat'tan itibaren aralıklarla devam edecek. Üç ayrı toplu görüşme şeklinde düşünülen toplantılara yaklaşık 160 sanatçı katılacak.
Basına yansıyan haberin özeti bu.
Haberi ilk duyduğunuzda içinizden, "Ne güzel işte, çeşitli ve farklı çevrelerden görüş alışverişinde bulunmak iyidir" diye geçirmiş olmanız olası. "Hayır, böyle bir şey düşünmedim" diyenlerdenim diyorsanız, bu andan itibaren okumayı bırakabilirsiniz. Sözlerim, öncesi olan ve sonuç getirmeyen bu görüşmeleri olumlu bulan kesime.
Açıkçası, ne içimden ne de dışımdan, yapılacak bu görüşmelere dair sonu iyidir eylemiyle biten bir cümle geçirdim. Bilakis, artık AKP'nin bu süreci popülist bir şova dönüştürdüğü konusunda gram kuşku taşımıyorum. Çünkü AKP artık çözüm değil, sandık derdinde.
Süreci bir bütün olarak değerlendirdiğimizde sözde açılımın artık öz anlamını yitirdiğini daha iyi anlayacağız.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün dile getirdiği, "İyi gelişmeler olması lazım ve olabilir. Herkes işin çok daha farkında. Önce böyle bir çalışma anlayışının olması lazımdı. Devletin içinde herkes birbiriyle çok daha açık seçik konuşuyor. Herkes derken, asker, sivil, istihbarat, hepsi için söylüyorum. Böyle bir ortamda iyi şeyler olur!" sözlerinin üzerinden neredeyse 10 ay geçti.
Bu sözlerden bir ay sonra İçişleri Bakanı ve açılımda koordinatör görevini üstlenen Beşir Atalay, ülkede artık kanın durması gerektiğini söyleyerek açılımın fişeğini patlattı. Yıllardır akan kardeş kanının duracağını, sorunun artık çözüleceğini uman kesimde bir coşku uyandıran bu gelişmeler ülkede büyük tartışmaları da beraberinde getirdi.
Başbakan Erdoğan'ın, CHP Lideri Deniz Baykal ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile görüşme zemini, "yok kameralı", "evet kamerasız" gibi komik ve İmralı projesi gibi ağır iddialar içeren bahaneler yüzünden bir türlü sağlanamadı.
Süreçten aylar önce DTP'lilerin randevu isteğine rağmen Kürt vekillerle aynı karede görünmek istemeyen aynı Başbakan, DTP'lilerle kendi isteğiyle ve "AKP Genel Başkanı" sıfatıyla görüştü. Bunun yanında açılımın koordinatörü Atalay, yazar, akademisyen ve gazeteciler ile soruna kafa yoran bazı aydınlarla onlarca görüşme yaptı.
Öte yandan barışa katkı sunma isteğini Türkiye'ye gerilla göndererek ifade eden PKK'nin barış gruplarını karşılama törenleri büyük yankı uyandırdı. Görüntüleri tersinden okuyan devletçi zihniyet anında şaha kalktı. Bütün bunlar yaşanırken kamuoyunun milliyetçi, ulusalcı, Kemalist ve faşist kesiminden gelen baskılar AKP'nin geri adım atmasına neden oldu.
"Kürt Açılımı" olan sürecin adı önce "Demokratik Açılım"a sonra "Milli Birlik Projesi"ne dönüştürüldü. Ancak, AKP'nin geri adım atmasının en büyük nedeni araştırma şirketlerinin yaptığı anketlerdi. Bu süreç içerisinde iki büyük ve güvenilir şirketin yaptığı son araştırmalara göre AKP açılım sürecinde oy kaybına uğruyordu.
Bu gelişmelerle birlikte Ankara'daki iktidar, Fırat'ın batısında kaybettiği oyların telaşına düşerken nehrin doğu yakasında tam bir darbe süreci yaşanmaya başlandı. KCK operasyonu adı altında aralarında seçilmişlerin de olduğu yüzlerce Kürt siyasetçi gözaltına alındı, kelepçelere vuruldu, tutuklandı. Aralarında belediye başkanları ve eski milletvekillerinin de olduğu kelepçeli görüntüler basına özellikle servis edildi. Bu operasyonlarda tutuklananların büyük bir kesimi 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde DTP'de görev yapmış, partisi için çalışanlardı.
Fırat'ın doğu yakasında bunlar yaşanırken, ülkenin batısında "Kafes Eylem" ve "Balyoz Darbe Planı" gibi iddialar gündeme düşüyor ve savcılar harekete geçiyordu. Batı'da ekarte ve deşifre edilen planlar, Fırat'ın doğu yakasında halkın iradesine balyoz gibi iniyordu. Yani hükümet, Kürt sorununu çözme isteğinde geleneksel ve klasik devlet çizgisinden, soruna isim koymasına rağmen sapmadığını göstermiş oluyordu.
Geleneksel ve klasik devlet çizgisi, askeri çözümü esas alan çizgidir. Bu çizgi, 27 Mayıs darbesiyle başlayan süreci esas alır, Kürt sorununda sivil ve demokratik inisiyatifi tamamen devre dışında görür. Kemalist ideolojiden beslenen anlayış, sorunu radikal-silahlı Kürt gücüyle (PKK ve öncesi) çözeceğini iddia eden kesim ile sorunu inkar ederek imha etmeye çalışan silahlı bürokrasinin (askeri önlemler) tekeline hapsolmuş bir zihniyettir.
Anayasa Mahkemesi'nin kapatma davasının gerekçeli kararıyla merkeze, yani bu zihniyete tamamen mahkum ettiği AKP de bu çizgiye yenilmiş ve askerlerle ters düşmediği PKK konusunda tasfiye hedefine ortak olmuştur. KCK operasyonu adı altında yapılan sivil-demokratik inisiyatifi tasfiyedir. Yani sorun yine silahlara havale edildi.
Böylece, açılımın foyası ortaya çıkmış oluyordu.
Hal böyle olunca, Kürt sorununda taraf olan Kürt halkını ve temsilcilerini ciddiye almayan, bu kesimin taleplerine kulak tıkayan, çözüm çalışmalarında bulunanları hapse atan AKP'nin bu andan itibaren yapacağı her görüşme boyalı bir kandırmacadan ibaret. Bas bas bağıran ve onurlu barış uğruna bedel ödeyen Kürt halkının temsilcilerine kulak tıkayanlar, sorunu çözme adına aynı masada buluşacağı sanatçı ve yazarların görüşlerini ne kadar ciddiye alır? Ve biz bu görüşmeleri ne kadar samimi bulabiliriz?
Sorun belli, çözüm belli. Halk orada...
Tekel işçilerinin direnişi, terör suçlarıyla suçlanan çocukların durumu, AB sürecinde yaşanan durağanlık ve Ermenistan'la yaşanan ilişkilerdeki başarısızlık, en önemlisi ülkede artan yoksulluk, artan işsizlik ve gerileyen ekonomiyle prestij ve oy kaybeden AKP, sanatçılarla görüşerek vizyon şovuna devam etsin.
Yaklaşan baharla birlikte artmasından endişe duyduğumuz çatışmaların yaşanmaması adına biz barışseverler asıl sorumuzdan hiç vazgeçmedik: Kürt'üm diyenlerle kim, ne zaman görüşecek? (FA/TK)