Şüphesiz ki bu manidar cümleyi üretildiği topraklardan çalıp, buralara uyarlamak mümkündür. Ama bunu yaparken içerdiği hafif müstehzi ifadeyi bir yerlerde düşürmüş olabiliriz. Çünkü ülkemizde "anne"lerin durduğu yer, bir çeşit kutsiyetle örülüdür.
"Annelik" kadınların sahip oldukları tüm kimliklerinden daha üstün ve daha önceliklidir. Aynı zamanda münasip ve ortak bir toplumsal dille karşılandığı için korunaklı bir yeri vardır. Ancak sanıldığı kadar da sağlam değildir bu yer.
Kadından beklenen "hizmet"
Toplumsal onayın annelerden beklediği, ekonomik, politik ve kültürel alanlardaki baskın figürün erkekler olmasına hizmet etmesidir, ki bu da sadece kendi alanlarında -uysallaşmış, boyun eğmiş özel alan- kalmaları demektir.
Yaşam şartlarından dolayı ortak para kazanma mecburiyetinden gayri, kadınların toplumsal hayatta var olabilmeleri üzerinden hareketle, modern feminizmin de dilini oluşturan kazanımları "sorumluluklar" anlamında değil ama "haklar" çerçevesinde düşündüğümüzde, bu durumun "annelik" için pek de geçerli olamadığını görüyoruz.
Feminist kuramlara şöyle bir göz attığımızda, onlarda dahi anneliğin ele alınış biçimi pek de iç açıcı değildir. Ülkemizde ise fazlasıyla duygusal, gözleri nemli bir anlayışın çerçevelediği kutsallık, bizi soğukkanlı tahlillerden uzakta bir yere götürür. Bu yüzden, "Anneler Günü" olarak anılan güne yapılan tüm göndermeler, anne olan tüm kadınları şefkatle donatılmış birer meleğe dönüştürmekten başka bir işe yaramaz.
Oysaki durum bu kadar da saf ve ayrıcalıklı değildir. Yaşı gelmiş (!) tüm kadın ve erkeklere "ev"lendirme yönünde yapılan toplu telkinlerin neticesi alındıktan sonra beklentilerin histerik okları acele bir çocuk sahibi olunması yönünde atılır.
"Çilekeş anne" modeli
Burada çocuk sahipliğine bir karşıtlığı ifade etmiyorum. Elbette bu apayrı bir konudur. Anneliğin kadına kattığı tüm toplumsal ayrıcalıkların riyakar bir dile sahip olmasıdır söz konusu olan. Kadınları -gene kadınlar tarafından da- tek bir başlık altında toplamaya yönelik tahakkümle, başka hiçbir alanda söz sahibi olmamalarını tetikleyen verimli bir alandır annelik.
Pek bilinen kaba bir tabir vardır: "Bir kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin". Günümüzde olumlu anlamda atılan tüm adımların farkında olsak bile hala kabul gören bir zihniyetin açık bir ifadesidir bu cümle.
Özellikle kadınların büyük bir kısmının da çocuklarına duydukları -belki de hayvani bir içgüdüyle beslenen- o yakın mesafe sevgileri, çürüyen göbek bağlarının bir türlü kesilmek istenmeyen hayali uzantılarıyla kurulan o tehlikeli tahakküm ilişkileri, her şeyi olduğundan daha zor, sıradan ve manasız kılıverir bir anlamda.
Neyse ki bu tip tepeden inme ve despotik hallerin biraz dışına çıktığımızda, özelde bir kadının anne olduktan sonra kazandığı gücün yabana atılır bir şey olmadığını görürüz kolaylıkla. Aslında bu avantajlı hal, kadınların üstlendikleri her toplumsal rol için kuvvetli bir referans olmalıdır.
Ancak günümüz koşullarında özellikle çalışan annelerin çocuklarının bakımıyla ilgili karşılaştıkları sorunlar da sistematik çözümlere kavuşmuş değildir. Kıyıda köşede kalmış ev kadını-annelerin ise gerek aile içindeki gerekse sosyalleşme anlamındaki sorunları çok da ciddiye alınmaz.
Çünkü günümüzde erkeklerle birlikte çalışan kadınların sayısındaki artışa rağmen kurulu düzen durmaksızın mesai yapmayı reva görür kadınlara. Hem dışarıda, hem içeride. Kadınlardan birer "kahraman" olmaları beklenir; açık yada gizli.
İşte bu kahramanlık halinin, bir ya da daha fazla çocukla perçinleşmiş fedakar yüzüne sıkıca tutunan ve bunu hayatlarının biriciği yapan kadınlar hiç değişmeden kalmaya yazgılıdırlar. Burada asıl önemli mesele derviş sabrına sahip "çilekeş anne" modelini bizlerin değil, toplumun bize dikte ettiğidir.
Kadınları kendilerine yabancılaştıran dil
Tüm bunlardan sonra medya araçlarında da sistemli bir şekilde kullanılan o kusursuz ve pürüzsüz baskıcı dilin "mükemmel anne" kodları kadınların kendi bedenlerine ve toplumsal yaşam içindeki hareket kabiliyetlerine yabancılaşmasına yol açar.
Neticede pembe-beyaz renklerin uçucu hakimiyetiyle sunulan "Anneler günü"nün beyinlere aşıladığı tüm o maddi ayrıcalıklı/üst tabaka söylemlerinden sıyrılıp, gerçek yaşam hikayelerinin farkına varmak gereklidir.
Kadınların her alandaki varlıklarını "kaçınılmaz olarak" hissettirmeleri, kendilerine ya da çocuklarına rağmen değil ama ortak ve karmaşık bir düzenin içinde kaybolmadan ilerleyebilmelerinde yatar.(TBÖ/EÜ)