Her yönüyle dökülen ve şiddetle bulanmış sağlık ortamında sorunu görünür kılmakla eş zamanlı çözüme dair tartışmalara yoğunlaşmalı, özellikle yerel seçimlerin ardına belediyeler, sağlık hizmetleri, sağlık alanında yapılabileceklere yönelik kafa yormalı, yazmalı diye konuşuyoruz. Ama…
16 Ağustos Cuma öğleden sonra haber İstanbul’dan geldi. İlk anda sayıları netleştirilememekle birlikte öğrenildiği kadarıyla en az dört aile hekiminin sözleşmesi iptal edilmişti; gerekçe, güvenlik soruşturması!
Bir aile hekimi ne sebeple güvenlik soruşturmasına “takılır” merak konusudur ama işin şakaya gelir yanı yoktu, haber ciddi, doğruydu. Yine insanların ekmeği ile sorumsuzca oynanıyordu.
Sorunla ilgilenen İstanbul Tabip Odası sözleşmesi feshedilen aile hekimlerinin “herhangi bir inceleme ve soruşturma geçirmediklerini, kendilerinden savunma istenmediğini” belirttiklerini, kısacası haksız ve hukuksuz bir “işlemle” karşı karşıya olunduğunu söylüyordu.
İlgililer “neler yapılabilir?”i hafta sonu düşünür ve 19’uyla başlayan hafta boyunca yapılacakları kurgularken pazartesi günü (19 Ağustos) yeni bir haber Türkiye’nin gündemi oldu: Diyarbakır, Mardin ve Van’ın seçilmiş belediye başkanları görevden alındı!
***
İki olay arasında hemen ilk anda akla gelen bir fark ve bir benzerlik var.
Fark belediye başkanlarının güvenlik soruşturmasından geçirilmesidir. 31 Mart 2019 yerel seçimleri öncesi özellikle de HDP’den ve Kürt olan belediye başkan adaylarının adaylıklarının “kabul” süreçleri hafızalardadır. Öyle ki nihayetinde bir engel -geçerli olan hukuk açısından bile- bulunamamış olup Yüksek Seçim Kurulu’nca adaylıkları “güvenlik” adına tescillenmişti (Bilindiği gibi “beklenti” seçtirilmemelerine/seçilememelerine kalmıştı; o aşamadaki çabalarda işe yaramadı, seçildiler, hem de açık ara).
Aile hekimleri ise böyle bir güvenlik soruşturması geçirmediler. Bu bir eksiklik mi? Elbette değil, hem gereksiz, hem geçerli hukuk çerçevesinde böyle bir tanımlama yok hem de söz konusu hekimlerin zaten böyle bir “güvenliksiz”likleri yok! Kaldı ki akıl ve izan sahibi olanlar hekimlik mesleği uygulaması için güvenlik soruşturması denildiğinde “yok canım, acaba mesleki disiplin soruşturması olmasın?” filan der, çünkü aksi düşünülemez.
Benzerlik? Adil bir yargılama süreci sonrası alınmış bir cezanın söz konusu olmaması. Adil yargılamayı geçtik, görevlerinden alınmalarını gerektirecek adil olmayan bir mahkeme kararı bile bulunmuyor haklarında.
***
Ülkede haksız hukuksuz uygulamalar gemi azıya almış durumda, dün de böyleydi ve sürüyor. Bu keyfilik her yer ve düzeyde yaşanıyor. Hekim için de belediye başkanı için de aynı, ayrım yok! Ancak bu aynılaşma hali ister istemez farklı kurumsal yapıların, farklı düzeylerdeki örgütlenmelerin gündemlerini ortaklaştırıyor, aynılaştırıyor. Bir dernek, bir meslek örgütü ile sendika ve siyasi parti kurumsallaşmış keyfi yönetim ve yürütme karşısında en yakıcı gündem olarak önlerinde “ne yapabiliriz?” sorusunu buluyorlar. Bu aslında bir yönüyle olumlu. Ancak olumsuz yan ağır basıyor ve her “mağdur” kendisiyle sınırlı kılıyor çabasını ve aynı kaynaktan yönelen uygulamaya karşı güç ve eylem birliğine girmiyor, daha ötesi kimi durumlarda “özenle” uzak duruyor.
Ortaklaştırma zemini yaratma görevinin büyük ölçekte “siyasete” ait olduğunu biliyoruz. Ne var ki siyaset durumun aciliyetini ve vakit kaybının vahametini göz ardı ederek “yığınağı” başka yere yapıyor.
Geçerken haksızlık etmemek için yakın örnek bir iki istisnayı unutmayalım. 15 Haziran-9 Temmuz 2017 arasında yapılan Adalet Yürüyüşü. Yürüyüş her yer ve düzeyde yaşanan farklı farklı adaletsizliklerin tek bir eylemde birleşmesine zemin olmuştu. Benzer olarak beş ay önceki ve ardından 23 Haziran’daki yerel seçimler öncesi de tek bir hedefte birleşilerek umut olunduğunu yaşadık.
Şimdi 2019’dayız ve 2015 genel seçimleri sonrası istikşafi görüşmelerle peşi sıra yaşanan keyfi ve hukuksuz bir sürece -ister istemez- nasıl katkı sunulduysa, 15 Temmuz 2016 sonrası Yenikapı’da zemine harç taşındıysa bugün de herkesin katkısıyla kamuoyuna mal olan “her şey çok güzel olacak”ın moral kuvvetinin dağılmasının eşiğindeyiz.
***
Aile hekimleri ile başlamıştık yazıya aile hekimleri “üzerinden” toparlamaya çalışalım.
Meslek örgütü, dernek, sendikalar ve kuşkusuz sorunun doğrudan muhatabı olan hekimlerin ortak çabalarıyla konuya özel girişimler, hukuksal başvurular, etkinlik ve eylemler yapılır, yapılacaktır, yapılmalıdır. Ancak mevcut anlayış sürdükçe bu çabaların yetersiz kalacağı, benzer uygulamalarla tekrarlayacağı herkes tarafından bilinmektedir. Özellikle demokratik kitle örgütü vasfının bütünüyle silikleşip temsili çabalara sınırlanmış bir zaman diliminde bu her anlamda böyledir.
Bu tablo karşısında tabip odası gibi örgütlenmeler doğal olarak yetersiz kalmaktadır. Varlıkları ve sorun çözücü işlev görebilmeleri demokratik ortamın seviyesine bağlı olan bu ve benzeri örgütlenmeler zorunlu olarak etkisizleşmekte, daha kötüsü örnekleri yaşandığı gibi gözaltı, tutuklama, soruşturma uygulamalarına ve hatta kapatma tehdidine uğramaktadırlar. Atacakları her adım keyfi uygulamayı yapan siyasi otoriteyle karşı karşıya gelmesi nedeniyle siyasal alanda bir eylem olmaktadır ve bu kaçınılmazdır.
Halen içine girdiğimiz süreç, benzetmenin bütün sıkıntılarını göz ardı etmeksizin söyleyebiliriz ki 7 Haziran 2015 sonrası dönemi hatırlatmaktadır. Bir başka ifadeyle halkın seçimlerle görünür kıldığı (tesis ettiği?) tercihi/iradesi geçersiz kılınmaktadır. Sorun bugün yaşanan örneğiyle HDP’nin üç belediyesi ile sınırlı olmayıp -mutlak yapılması gereken- dayanışmayla da çözümü mümkün görünmemektedir. Seçilmiş ama görevden alınmış belediye başkanlarının “ihtiyacı” dayanışma ve protestonun ötesinde bir kurucu zemin ve karşılık gelen “eylem”dedir. “yerel seçimler bitti, bizim işimiz artık yerelde icraat ve başarı” ile “oyumuz verdik, artık gereğini yapsınlar”ın her ikisinin de naifliğiyle siyasal aymazlık ve öngörüsüzlük arasındaki sınır çok geçişgendir.
Varlığı demokratik ortama bağlı örgütler, misal aile hekimi meslektaşlarının saldırıya uğradığı/ekmekleriyle oynanan bu dar zamanlarda mevcut “enerjilerini” çok daha amaca yönelik stratejik bir akılla değerlendirmelidirler.
Bu anlamda sorumluluk alarak atılacak adımlar gündelik dildeki karşılığıyla siyaset yapmak olarak nitelenebilir. Türkiye’de demokratik işleyişin ve kabullerin asgari ölçüde de olsa geçerliliğinin sağlanması, yürütmenin keyfiliğinin önünün alınması sorunun ana kaynağına odaklanılmasına, bu amaçla yürütülecek kurucu programatik adımlara bağlıdır. (EB/EKN)