Resmi görüş
Bunlardan birinci grubu, yaşananları, "dalgalanma-düzeltme" olarak niteleyen resmi görüş oluşturuyor. Bu kesim, başta AKP hükümeti, Merkez Bankası ve IMF'den oluşuyor. Ve tabii, medyadaki, toplumdaki kanaat önderlerinden...
Bu gruba göre, Türkiye ekonomisinde her şey yolunda giderken, yaşananlar dünya genelindeki likidite daralmasından kaynaklandı. Dünya genelindeki aşırı ısınmanın getirdiği enflasyonist eğilimlere müdahale için başta ABD olmak üzere büyük blokların merkez bankaları faizi yükselterek likiditeyi çekmeye başladılar. Bu faiz artışı, ülkedeki sıcak parayı çekti ve içerideki tali etkenlerin de etkisiyle, döviz kurunda bir sıçrama yaşandı. Örneğin Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz 13 Haziran'da yaptığı açıklamada, son dönemlerde küresel faizlere ilişkin belirsizliğin artmasının, yükselen ekonomilerden bir miktar sermaye çıkışına neden olduğunu anımsatarak, "Ancak güçlenen makroekonomik temeller daha sağlam bir finans sistemi, sıkı para ve maliye politikası uygulamaları, dalgalı kur rejiminin şok emici işlevi, kısa vadeli dış borçların uluslararası rezervlere oranının düşmesi ve mevcut programın disiplinli bir şekilde uygulanıyor olması, söz konusu çıkışın ekonomimiz üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirmektedir" diyordu.
Yani, demektedir, bu görüşün sahipleri, izlenmekte olan program bu dış kaynaklı sarsıntının ülke ekonomisine fazla zarar vermesine fırsat bırakmamış ve bazı hedeflerde sapmaya yol açsa da, örneğin enflasyonda yeni bir yükselişe yol açsa da, büyümede yavaşlamaya neden olsa da herkes dimdik ayaktadır, tutulan yol doğrudur. Bu görüşün sahipleri, Hükümet-MB ve IMF, sıcak para girişinin yeniden sağlanmasını temin için yine bildik önlemlerin peşindeler. Faiz artışı, iç talebi daraltıcı önlemlerle enflasyonu geriletme. Bunun için de gelirleri baskı altında tutacak, devlet harcamalarını iyice azaltacak bildik şablonlar.
TÜSİAD ve diğerleri
Yaşananları "şok" olarak niteleyenlere göre ise, olan biteni sadece dış etkenlere bağlamak doğru görünmemektedir. TÜSİAD, İSO gibi büyük sermaye gruplarını temsil eden bu görüşe göre, içeride de bazı şeyler yanlış gitmiştir. Özellikle hükümet, Merkez Bankası Başkanı'nı seçerken piyasaların güveninin zedelemiş, AB sürecinde sapmalar göstermiş, cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili tartışmalar açarak ortamı germiş ve bütün bunlar dış dalgalanma ile birleşince, olanlar olmuş, sıcak para kaçışı ile kur fırlamıştır.
"Küresel dalganın etkisiyle Türkiye'de yaşanan kur ve faiz şokunun mali piyasalarda ve reel sektörde yarattığı güven depreminin ve bunun olası sonuçlarının ise ekonomi yönetimince hafife alındığı ve öngörülere dahil edilmediği" (O.Ulagay, 3 Temmuz Milliyet) görüşü, tünelden çıkış umudunu da yine sıcak para girişine bağlamaktadır. Bu görüşü temsilen Osman Ulagay şöyle devam etmektedir:
"(1) ABD'deki faiz artışlarından olumsuz etkilenen, (2) Petrol ve temel madde fiyatlarındaki artışlardan olumsuz etkilenen, (3) Daha çok Avrupa'ya ihracat yapan Türkiye'ye bir fırsat penceresi açılabilir. Küresel fonların bir bölümü yeniden 'Yükselen Pazar'lara yöneldiğinde Türkiye de bundan bir pay alabilir. Ancak bu fırsatın kullanılabilmesi için YTL'nin değerinin rekabetçi bir düzeyde istikrar kazanması ve hükümetin iç ve dış piyasalara yeniden güven aşılaması şart. İnsanları ve piyasaları ekonominin siyasete feda edilmeyeceğine, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Türkiye'yi farklı bir rejime götürme niyeti bulunmadığına ve dünyadaki gelişmelerin doğru okunduğuna inandırmanın ... kolay olmayacağını düşünüyorum."
Yaşananlara, dalgalanma ve şok teşhisleri koyan bu iki yaklaşım, teşhiste iç ve dış dinamiklere tanıdıkları ağırlıklarda farklılaşsalar da, öze hiç dokunmamaktadırlar. O öz nedir? Sıcak para girişine dayalı birikim modeli ve o modelin ilki 1994'te , ikincisi 2001'de, üçüncüsü de 2006'da yaşanan krizler. Her iki yaklaşım da, IMF kılavuzlu, ucuz dövize dayanarak enflasyonu kontrol etme esaslı bu sıcak para bağımlısı yapıyı "alternatifsiz" görmekte, bu bağımlılığın yarattığı kırılganlığı neredeyse "yapısal"laştırmakta , böyle olunca da yaşanılan kriz ve daralmalardan çıkışı da yine aynı sıcak para afyonunun yeniden girişine dayandırmaktadırlar.
Kriz ve sıcak paradan bağımsızlaşmak
Gelelim üçüncü görüşe. Bu görüş, tabii ki, yaşananların yeni bir sıcak para krizi olduğunu, 1994 ve 2001'de yaşananların yeni bir versiyonu olduğunu söylemektedir ve doğru teşhisle beraber doğru önerilerde de bulunmaktadır.
Aralarında bu satırların yazarının da bulunduğu bu görüş sahiplerine göre, 1994 ve 2001 krizlerini ortaya çıkaran fay hareketlenmesi, biraz gecikmeyle, 2006'da yeniden gözlenmiştir. IMF'nin borç ödetme amaçlı programına eşlik eden ucuz kur politikası, fiyat artışlarını yavaşlatsa bile taşınamaz büyüklüklerde cari açıklara yol açmış, ucuz kur, bir yandan dış ticaret açıklarını büyütürken, özellikle özel reel sektörü borçlanmaya özendirerek bu kesimin (bankacılık sistemiyle birlikte), 185 milyar doları bulan toplam dış borçlar içindeki yükünü yüzde 55'e yaklaştırmış, oldukça hassas bir yumuşak karına neden olmuştur. Ucuz kurun büyüttüğü cari açığın finansmanı, 2002-2005 döneminde ağırlıkla sıcak para girişi ile finanse edilmiş, dünyadaki likidite bolluğu avantajının sonsuz olduğu sanılarak büyük açık pozisyonlar verilmiştir.
Dünyadaki likidite daralması ile birlikte yükselen faizler, anında içeride toplamı 63 milyar doları bulan yabancı sıcak paranın pozisyon değiştirmesini tetikleyince kurda 1 ay içinde yüzde 25'lik devalüasyon gerçekleşmiştir. Daha önceki krizlerde olduğu gibi, kurdaki ve fiyatlardaki çıkışa Merkez Bankası yüksek faiz artışları ve rezervden döviz satışları ile karşılık vermeye çalışmış, yanı sıra bazı vergi bağışıklığı önlemleri ile yabancı sermayeyi alıkoymaya çalışmıştır.
Erken sevinme
Bu müdahaleler ve ABD'de Merkez Bankası'nın yüzde 5. 25'i bulan faiz artışlarını bir süre durdurduğunu açıklaması ile durulmuş görünen piyasalar haziran TÜFE artışının beklentilerin altında (yüzde 0,34) gerçekleşmesiyle, biraz daha "normalize" olmuş, buna bağlı olarak da 1,60 YTL basamağına yerleşen dolar, 1,55 basamağına doğru gerilemiştir.
Bu mevzi "kazanım", yine daha önceki kriz dönemlerinde örneği görüldüğü gibi, "bu kez de yırttık" rehavetine yol açmış görünmektedir. Ama aldatıcı bir zaman aralığıdır söz konusu olan. Haziranda yüzde 4 olarak açıklanan ÜFE, izleyen aylarda fiyat artışlarının (TÜFE) yüksek çıkacağının habercisidir.
ABD, faiz artışlarına ara verse bile sırada Avrupa merkez bankaları ile Japonya merkez bankasının faiz artışları vardır ve bunların yükselteceği faiz, sıcak paranın yeniden çıkışına, bu da kurlarda yeniden hareketlenmeye, Merkez Bankası'nı yeni faiz artışlarına ve rezerv eritmesine götürecek gelişmeler olacaktır.
Hepsi bir yana, kurda, daha yüksek artışlar olmasa bile, ulaşılan yüzde 25-30'luk devalüasyon ve birleşik faizlerin 22 ay öncesine giderek yüzde 22'lere çıkmış olması, ağır bir dış borç stoku altındaki özel sektör başta olmak üzere finans kesiminde ve kamu maliyesinde büyük enkazlar yaratmaya yeterlidir.
Aslolan milli gelir
Sonuçta, yaşananların kriz olup olmadığını, milli gelir daralmalarını ifade eden rakam söyleyecektir. 1994 ve 2001 için neden herkes "kriz yılı" tanımında hemfikirdir? Çünkü 1994'te yüzde 6, 2001'de yüzde 9 dolayında küçülme yaşanmıştır milli gelirde. Peki 2006'da? Bekleyip göreceğiz, ölçeceğiz. Kur artışları, faiz artışları, borsa inip çıkmaları, eninde sonunda üretim grafiğinde ifadesini bulur. Yaşananların kriz olup olmadığının tespitinde bakılacak esas grafik, milli gelir artış ve azalışlarıdır.
2006'nın ilk 3 ayında yüzde 6,5 büyüme kaydedildi. Krizin ilk turunun yaşandığı ikinci çeyreğin yarısı için de büyüme eğilimlerinin sürdüğü söylenebilir, ancak yılın geri kalan bölümlerini ağır bir durgunluk ve küçülme beklemektedir.
Daraltılacak iç talep, ağır kur artışı ve faiz artışının mal ve hizmet üretimine getireceği yüklerle, milli gelirde 2006'nın ikinci yarısında yaşanacak gerilemenin kendini 2007'de sürdürmesi de pek muhtemeldir ve bundan dolayı bu yaşananlara kriz denilmesi gerekir.
Yeni bir yaklaşım
Yaşananlara kriz teşhisi koyanlar olarak, Türkiye'nin sıcak para bağımlılığı ile çok şey kaybettiğini ve bu hattı terk etmesi gerektiğini savunuyoruz. O nedenle, bunca bedeli topluma ödettirenlerin, hiç olmasa bu üçüncü krizden ders çıkararak IMF kılavuzlu çizgiyi terk etmeleri, sıcak parayı yeniden daveti amaç edinmiş hattı terk etmeleri gerektiğini savunmalıyız.
Yapılacak şey, sıcak para giriş ve çıkışlarına kontrol getirirken yeni bir ekonomik paradigmayı da tartışmak, dahası hayata geçirmektir. Bu ise, yeni bir sanayileşme, istihdam dostu bir büyüme ve gerçek kurla beslenen bir ihracat çizgisini savunmak olabilir. Adil bölüşümü, sosyal devlet müdahalesini, buna bağlı olarak adil bir vergi reformunu ve iç-dış borç takviminde bir düzenlemeyi gerektiren yeni bir paradigmayı tartışma gündemine çekmeliyiz. (MS/TK)