Fotoğraf: Agos gazetesi
Sözü fazla uzatmaya gerek yok. Son söyleyeceğimi baştan ifade edeyim: Dağlık Karabağ'da yaşayan 120 bin insan 3. Dünya Savaşı'nın stratejik çekişmeleri uğruna göz göre göre kurban edildi.
Azerbaycan 19 Eylül Salı günü yaklaşık 24 saat süren kapsamlı bir işgal saldırısı başlatarak Dağlık Karabağ'da yaşayanları teslim olmaya zorladı.Artsakh halkının yeterli olmayan savunması TC ve İsrail tarafından modern silahlarla takviye edilmiş Azeri ordusuna direnmeye yetmedi. Rusya aracılığında Çarşamba günü ateşkes sağlandı. Fakat ateşkese rağmen bölgeden ihlal ve Azeri ordusunun Martakert gibi kimi yerleşimlerde sivillere saldırı iddialarını içeren haberler geliyor.
Ateşkes anlaşması kapsamında Artsakh güçlerinin tamamen silahsızlandırılması ve Karabağ'da yaşayan nüfusun Aliyev diktasının insafına terk edilmesi gibi bir süreç söz konusu. Bunun işaretleri hemen görüldü. Aliyev yönetimi 1. ve 2. Dağlık Karabağ savaşına katılmış kişilerden ve Artsakh yöneticilerinden suçlu ilan ettiklerinin kendilerine teslim edilmesini istedi. Elbette varsa, savaş suçu işleyen kişilerin yargılanması gerekir. Ancak bunun herhangi muhalefete, gazetecilik faaliyetine dahi izin vermeyen, kendisi de çokça savaş suçu işlemiş bir diktanın adaletiyle sağlanamayacağı açık.
Kayıplar...
Azerbaycan'ın işgal saldırısında şu ana kadar açıklanan rakamlara göre Dağlık Karabağ'da en az 200 kişi öldü, 400 kişi de yaralandı. Azerbaycan tarafında ise 80 asker öldü. Rus barış gücünden 5 asker de Azerbaycan ordusunca öldürüldü. Bir Rus askerinin de Ermenilerin saldırısında öldüğü açıklandı.
Çoğunluğun Karabağ'da kalması beklenirken, binlerce insan da bölgeden ayrılmanın yoluna bakıyor. Ermenistan Başbakanı Paşinyan bölgeden gelecek 40 bin aileyi almaya hazırız dese de yerel kaynaklar yeterince hazırlık yapıldığının şüpheli olduğunu belirtiyor. Umarız en kısa zamanda uluslararası toplumun da yardımıyla Dağlık Karabağ'dan göç etmek zorunda kalan insanlara, kış bastırmadan elverişli yaşam koşulları sağlanır.
Ermenistan'da kriz
Paşinyan yönetimi Azerbaycan'ın saldırganlığına karşı politika geliştiremezken içeride de eski cazibesini kaybetti. Ermenistan halklarının bütünlüğünü sağlamak ve motive etmekten uzaklaştı. Son günlerde Paşinyan yönetimine karşı başkent Yerevan'da şiddetli protestolar yapılıyor. İktidar protestoculara karşı polis şiddetini kullanıyor ve gözaltılarla muhalefet bastırılmaya çalışılıyor.
Geçtiğimiz hafta sonu Yerevan'da gerçekleşen belediye başkanını tayin edecek belediye meclisi seçimi mevcut siyasal krizin işaretlerine yeterince yer veriyordu. Yerevan'da kayıtlı seçmenlerin yalnızca yüzde 28,5'i oy kullandı. Paşinyan'ın partisi Sivil Sözleşme bu oyların ancak yüzde 32'sini alabildi. Kalan oylar da çok sayıda partiye dağılmıştı. İzleyebildiğim kadarıyla Ermenistan'ın bağımsızlık günü (21 Eylül 1991) kutlamaları kapsamında politikacılar tarafından yapılan "birlik-dayanışma" çağrıları karşılık bulmadı. Aksine Paşinyan yönetimine karşı sosyal medyada suçlayıcı ifadeler çokça yer alıyordu.
Paşinyan yönetimi en genelde strateji yoksunu, ne yapacağını bilemeyen zayıf bir görünüm sergiliyor. Kuşkusuz gelinen durumda başta Rusya ve TC olmak üzere bölge ülkelerinin baskıları, ekonomik zayıflığın yanı sıra Ermenistan siyasetine hakim olan pragmatizm yüklü milliyetçiliğin büyük bir payı var. Karabağ sorunu kan dökmeden pekala çözülebilirdi. Ancak her iki tarafın milliyetçilikle körelmiş zihniyeti halkların bir arada yaşamı gibi-hepimizin geleceğini şekillendirmesi gereken- türünden bir anlayışa bir hayli uzaktı ve maalesef uzak olmaya da devam ediyor.
Ermenistan'da siyasal krizi aşmak için demokratik yollarla bir zemin yaratılarak toplum yeniden toparlanabilir. Bu konuda sorumluluk Paşinyan yönetiminde. Toplumsal bir yenilenme ve barış için meşru adımlar atılmadığı takdirde Ermenistan toplumundaki bölünme ve istikrarsızlık kaçınılmaz olarak artacaktır.
Uluslararası güçler neler yaptı?
Uluslararası güçler Dağlık Karabağ ya da Ermenistan'a devam etmekte olan 3. Dünya Savaşı'nın çekişmeleri dahilinde bakıyorlar. Bunun anlamı kısaca şu: Rusya kendi etki alanı olarak gördüğü Güney Kafkasya'da pozisyonunu korumaya çalışıyor. Bunun için Aliyev yönetimini yanında tutmanın yanı sıra Ermenistan'da bir iktidar değişikliği arayışında. Son saldırıdan önce Paşinyan'ın "Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünü tanıyoruz" açıklaması, Putin'e Azeri saldırganlığının önünü açmak için bir bahane sundu. "Ödül"ünü ise saldırı sonrası Bakü'de yapılan kutlamalarda TC-Rusya ve Azerbaycan bayraklarının taşınmasıyla aldı.
ABD-İngiltere ise bölgeyi Rusya'nın etkisinden çıkarmaya çalışıyor. Bunun için Azerbaycan'la kurdukları askeri-ticari ilişkileri korumak ve geliştirmenin yanı sıra Ermenistan'ı da NATO'nun kanatları altına alıp yollarına devam etmeye niyetliler. ABD'nin aslında hiç de Azerbaycan yanlısı olmadığını söyleyenler olabilir. Fakat yanılıyorlar. On gün kadar önce ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nde ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Vekili Yuri Kim’in katılımıyla “Dağlık Karabağ’daki Krizi Değerlendirmek” başlıklı bir oturum düzenledi. Burada Komite Başkanı Bob Menendez'in neden ABD'nin, Azerbaycan'ın 12 Aralıktan bu yana D. Karabağ'a devam eden ambargosunu kaldırtmak için etkili politikalar yapmadığı sorusuna, Y. Kim önce kem küm etti, sonra bu tartışmanın yerinin burası olmadığı türünden kaçamak bir yanıt verdi. Bu cevap Biden yönetiminin Azerbaycan saldırganlığını engellemek için bir şey yapmayacağını, asıl dertlerinin Rusya olduğunun da işaretiydi. Nitekim Ermenistan-ABD askeri tatbikatına en çok bozulan Rusya oldu. Aliyev'in ise umurunda bile değildi. ABD güçlerini bölgedeki simgesel varlığı elbette Azeri saldırısını engelleyemeyecekti.*
İsrail'in saldırıdan önce son iki haftada Azerbaycan'a 7 kez silah gönderdiği bilgisi basına yansıdı. Muhtemelen ABD üzerindeki lobi güçlerini de bu süreçte Bakü lehine kullandılar. Netanyahu saldırı öncesi Azeri yetkililerle gülücüklü fotoğraflar paylaşmaktan da geri durmadı. BM zirvesinde ise Erdoğan'la hali şen şakraktı. İsrail'in Azerbaycan'ı desteklerken hesapları muhtemelen görünenden çok daha kapsamlıdır ancak ilk elden yapmak istediği şey İran'a kuzeyden bir cephe açılması.
Ateşkes sağlandıktan sonra Erdoğan Aliyev'le görüştü. Bu görüşmede Erdoğan'ın Aliyev'e "Muhtemelen orada bir daha nefes alamayacaklar. Bu işti bitti" demesi sanıyorum ikilinin haleti ruhiyesini sergilemeye yeter. TC-Azerbaycan ittifakı emperyalist hedefleri doğrultusunda Ermenistan dahil bölgenin tamamını kontrolüne almak istiyor. Bundan sonraki süreçte Zengezur Koridoru'nun açılmasında ısrar ederek Ermenistan'ı daha da geriletmeye çalışacaklardır. Açıklamalara bakacak olursa Paşinyan yönetimi bu başlıkta rıza gösteriyor. Bu nedenle yeni bir işgal harekatına gereksinim duymayacaklardır. Burada pürüz olan ülke ise İran. Ancak İran'ın mevcut koşullarda Azerbaycan ve TC ile çatışmayı göze alması beklenemez.
Farklı devletlerin politikalarıyla ilgili söylediğim şeyler bugünkü konjonktüre ait. Kuşkusuz zamanla farklı güçlerin çeşitli düzeylerde ve kimi zaman çatışan kimi zaman iç içe geçen çıkarlarının biçimlendirdiği bir "mücadele" süreci yaşanacak. Bunun da kısa vadede sonuçlanması mümkün değil. Ancak sarsılmaz bir gerçek var: Dağlık Karabağ'ın paylaşım savaşının kurbanları arasında yer aldığı.
Yeni bir Soykırım?
Birçok Ermeni bugün yeni bir Soykırım yaşandığı düşünmeye başladı. Bizzat kurban olanlar ayrı, Ermenistan'da ya da dünyanın şurasında burasında yaşayan Ermeniler için Artsakh'da yaşananlar kaçınılmaz olarak yeni travmalar üretecektir.
90'lı yıllarda Körfez Savaşı sayesinde adı çokça duyulan Fransız düşünür Jean Baudrillard anılarında Ermeniler üzerine de bazı gözlemlerde bulunmuş. Özetlersek Baudrillard şunları söylüyor: Ermeniler bütün enerjilerini 1915'te katledildikleri olgusunun bütün dünyaca kabul edilmesi için harcıyorlar. Ermenilerin durumu oldukça trajik zira hayat hakkı için değil katledilmiş olma hakkı için mücadele ediyorlar.
Dağlık Karabağ'da yaşanan bu son süreçle birlikte maalesef "katledildiğini kanıtlama için mücadele"ye ikinci bir halka daha eklenecek. Zira bu süreçte onların en yakınında olması gereken Türkiye solundan tek tük sesler haricinde savaşa, katliamlara karşı gür bir ses yükselmedi. İş orada kalsa iyi diyeceğim ancak çoğu "demokrat" yayın sadece bu meselede değil genelde haber kaynağı olan devletlere eleştirel yaklaşmayı geçtim mesafe koymaları gerektiğini dahi unuttular. Adeta sürekli linç ve beyin yıkama operasyonlarının ortasında düşünme yeteneklerini kaybettiler.
Meraklısına notlar...
Ermeniler binlerce yıldır Dağlık Karabağ'da yaşıyor. 4. yüzyıldan kalma ayakta olan kiliseleri bile var. SSCB döneminde zamanının yöneticileri politik çıkarları gereği özellikle TC ile dengeleri korumak için (Aynı bölgede olan Kızıl Kürdistan'ı (1923-1929) lağvetmelerinde olduğu gibi) Dağlık Karabağ'da Ermeniler çoğunlukta olmasına rağmen Azerbaycan'a bağlı ÖZERK bir bölge olarak (1923'te) ilan ettiler. 80'li yılların son periyoduna kadar Ermeniler, Azeriler, Kürtler, Gürcüler ve başka halklar sürgünlere rağmen bölgede iç içe oldu hep. Aynı kentlerde, köylerde yaşadılar.
Sovyetler Birliği'nin çözülüş süreci ve milliyetçiliği hortlatması birbirini hızlandıran senkronize olgular olarak gerçekleşti. Sonrası karşılıklı pogrom, katliam, zorla göç ettirme eylemleri devreye girdi. Sonuçta bugün gördüğümüz kanlı tablonun zemini şekillendirildi.
Burada "doğru" siyaset halkların kendi geleceklerine kendilerinin özgürce karar vermesini ve bir arada yaşamı savunmaktır. Ulus devlet anlayışı ve milliyetçilik buna engel. Ermenistan'da ve Azerbaycan az da olsa birlikte, sınırsız yaşamanın hayalini kuran, bunun için mücadele eden gençler var. Elbette şimdilik bir hülya. Bu düşün hayat bulmasının öncelikli koşulu ise bölgedeki bütün tiranlıkların yıkılması...
Gregorio Hairabedian'a veda...
Geçen hafta başı Arjantin'de kendisini tanımaktan onur duyduğum "Coco" Gregorio Hairabedian'ı kaybettik. Biz tanıştığımızda (2011) ilerlemiş yaşına rağmen mücadeleyi elden bırakmamış bir komünistti. Gülümsemeleri ve sevecenliği eşliğinde onunla bir söyleşi yapmıştık.
Hairabedian'ın geçmişi Anadolu topraklarına dayanan bir Ermeniydi. Bir taraftan 1976'da darbe yapan ve 30 bin kişiyi kaybederek siyasi soykırım suçu işleyen diktatörlükle hesaplaşma mücadelesi verirken aynı zamanda Ermeni Soykırımı'nın uluslararası alanda tanınması için de uğraştı. Nitekim kazandı! Arjantin mahkemeleri 1915'te Ermenilere karşı soykırım suçu işlendiğini kabul etti. Bu uluslararası yargı açısından bir ilkti. Sonra gerisi de geldi.
Elbette mücadele verirken tek başına değildi. Dostlarının yanı sıra bütün ailesi de onunla birlikteydi. Eminim mücadelesi güvenli ellerde sürecektir...
* Biden BM'de yaptığı konuşmada Ukrayna'nın etrafında herkesi birleşmeye çağırırken D. Karabağ aklına bile gelmedi. BM'de D. Karabağ hakkında açıktan bir şeyler söyleyen -benim görebildiğim kadarıyla- tek Devlet Başkanı Arjantin lideri Alberto Fernández oldu. Elbette işgal harekatı başladıktan sonra bir çok ülkeden çatışmalar dursun çağrısı yapıldı ancak bütün bunların fiiliyatta hiç bir etkisi olmadı. Örneğin Ermenistan'la dayanışıyor gözüken Macron yönetimi (Fransa) BM Güvenlik Konseyi'ni Perşembe günü için toplantıya çağırdı. O zamana kadar iş işten geçmişti ve geçeceğini muhtemelen bizden daha iyi biliyordular.
(AS/AS)