Toplumların dönüm noktaları sayılan önemli tarihleri vardır. Hemen her toplumun böyledir, bir ya da birkaç önemli tarih (mesela A.B.D için 11 Eylül 2001). Bunlar tarihsel süreç içerisinde kendi dönemsel koşullarıyla ortaya çıkmakla birlikte kendisinden sonraki sürecin koşullarını da belirleyen tarihlerdir.
2000’li yıllarda Türkiye tarihinin dönüm noktasını oluşturacak tarih bana göre 17 Ekim 2007’dir. Tezkerenin Meclis'ten geçtiği gün. Esasen tezkereyi salt bu güne tarihlendirmek yanılsamadan başka bir şey değildir. Çünkü söz konusu tezkere daha 2003 yılının başlarında Meclis'e taşınmıştı; ama onay alamamıştı.
Hatırlarsanız 2003 başlarında ABD’nin Irak’ı işgal girişimi başlamıştı. O dönemde uluslararası güç arayan ABD, hem müttefiklik durumundan hem de Irak’a olan coğrafi yakınlığından dolayı Türkiye’den de yararlanmak istemişti. 1 Mart 2003’te Meclis'ten geçmeyen tezkerenin onaylanmamasında Türkiye’de o güne değin en büyük savaş karşıtı eylemin gerçekleşmesi de önemli bir etkiye sahiptir.
Yanı sıra Türkiye’yi yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) henüz çiçeği burnunda bir hükümet olması da oldukça önemlidir.
1 Mart 2003 Sonrası
Türkiye’den destek alamayan ABD bölgede kendine başka müttefikler aradı ve buldu, en önemli müttefiği de K.Irak’taki Kürt güçleri oldu. Böylelikle Kürtlere daha yakın davranan ve onların isteklerini yerine getirmelerine yardımcı olan ABD o tarihten sonra Türkiye’ye "büyük birader kızgınlığına" büründü. AKP ise sessiz sedasız bir şekilde icraatlarını gerçekleştirmeye koyuldu.
Türkiye son beş yılda ekonomik alanda kısmi bir başarı da yakalamış oldu. Önceliklerine önem veren AKP konumunu garantilemek ister gibiydi. Bu yaklaşımını son genel seçimlere kadar da sürdürdü. Anımsayınız, 22 Temmuz seçimlerinden önce bazı muhalefet partileri, Güney’deki Kürt oluşumundan oldukça rahatsız idiler ve bu rahatsızlıklarını seçim propagandası olarak kullandılar. AKP ise yine çok temkinli davranıyordu: “İçerdekileri temizledik mi ki dışarıdakilere yönelelim” mealinde söylemlerde bulunarak hem artan çatışma ortamının yarattığı olumsuz havayı kaldırıyor hem de sınır ötesi operasyon istemlerine karşılık vermiş oluyordu.
22 Temmuz 2007 Sonrası
Son genel seçimlerden sonra AKP tekrar büyük bir oy oranıyla tek başına iktidar oldu. Bu hem Türkiye için hem de AKP hükümeti için yeni bir dönemin başladığının göstergesiydi; çünkü AKP birinci hükümet döneminde yapmadığı/ yapamadığı şeyleri bu dönemde bir bir yapacaktı. Bunların başında da elbette, Mart 2003’ten beri içinde bir ukde olarak kalmış tezkere idi.
Güneydoğu’da artan çatışmalar ve Güney’de yükselen Kürt hareketi AKP’nin birinci önceliğini gerçekleştirmesine yeterli neden olabildi. 8 Ekim’de Gabar Dağı’nda 13 asker yaşamını yitirdikten sonra hükümet olağanüstü terör zirvesinde tezkereyi tartıştı ve ardından 17 Ekim’de tezkere meclise taşınarak onaylandı.
17 Ekim 2007 Sonrası
Bu tarih Türkiye’nin 2000’li yılları için bir dönüm noktasıdır. Bu tarihten sonra “hele bir 13 askerimiz daha vurulsun o zaman gereğine bakarız” mealinden tezkerenin yaptırımından söz edilmeye başlandı. Cevap gecikmedi, 21 Ekim’de Yüksekova – Dağlıca’da gerçekleşen saldırıda 12 asker yaşamını yitirdi. Sanki her şey bir oyunmuş gibi. Sanki her şey titizlikle planlanmış gibi. Anlaşılan o ki tezkerenin Türkiye’ye kaybettirecekleri başladı bile.
Ne acı ki, uzun zamandır “Gel tezkere, gel tezkere” diyenler nakaratın devamından bihaber görünüyor: “Gitsin bizim asker” nedense dile getirilmiyor. İktidar odaklarının yüzyıllardır kendi çıkarları doğrultusunda peşkeş çektikleri genç bedenler bugünlerde de peşkeş çekiliyor.
Amaç ne olursa olsun bir ülke kendi çocuklarını bile bile ölüme gönderiyorsa o ülkenin yönetiminde ve sosyal adaletinde derin çatlaklar var demektir. Aslında AKP bu durumun çok farkında bir hükümet; ama ahh o insanın içinde kalan ukdeler, onlar bu hükümeti de fenalığa götürüyor işte, neylersin! Kendi topraklarında bu kadar kayıp veren bir ordu, hiç bilmediği başka bir coğrafyada ne denli kayıplar verir?
Hatırlarsanız 90’lı yıllardan bu yana Türkiye, K.Irak’a 24 kez girdi, hiçbirinden de sonuç alınmadı. Aksine Türkiye için ciddi ekonomik kayıplar söz konusu oldu. Şimdi bir kez daha denenecek. Ama kimse kendisini kandırmasın, bu seferki çok farklı; çünkü ne Irak eski Irak ne de güçler eski güçler. İşte tam da bu noktada durup serinkanlı bir şekilde tezkere tekrar gözden geçirilmeli!
Türkiye’nin son beş yılda elde ettiği kısmi ekonomik başarıların iflası isteniyorsa bir diyeceğim yok, buyurun. Ülkenin tekrar derin bir borç batağına saplanması isteniyorsa bir diyeceğim yok, buyurun. Bu önermeler zinciri oldukça uzatılabilir, gerek yok; aklı selim her insan bunları tahayyül edebilir.
Ama bir şey var ki onu tahmin etmek biraz güç. O da güneye inecek askerlerin olası bir savaşta 35 yıldır savaşan, silahını bedeninden bir parça gibi gören, bölgenin topoğrafik yapısına son derece hakim peşmergelerle savaşacak olması. Üç aylık temel eğitimden sonra kendisini bölgenin sarp kayalıklarında, dağlık arazisinde bulacak bir askerin çaresizliğini düşünelim biraz da...
Bırakalım ekonomiyi, ülke gidişatını, sırf bunun için bile olsa tekrar gözden geçirmeye değmez mi tezkere? Yazık değil mi genç bedenlere? 1 Mart 2001 günü Tandoğan’dan Sıhhiye’ye yürüyenlerin talebi en çok da buydu, ne çabuk unutuldu! Maalesef ki Dağlıca Irak’a bakar, tezkerenin yolu da buradan geçer, Gabar’dan geçer! Kazançlar ne olursa olsun bunlar da birer gerçek! (SC/NZ)