Altmış bin yıl önce, (Güney Kürdistan'daki) sarp Zagros Dağları'nda yaşlı bir adam ölmüştü. Sıradan biri değildi. Halkıyla öte dünya, ruhlar dünyası arasında bağ kuran bir Şamandı. Kabilelerinin saygın bir üyesini yitirmenin yasını tutan Şanidar halkı onun için özel bir gömme töreni düzenledi.
Bağlı oldukları dinsel, töresel uygulamaları ve trans yöntemlerini öğrenmeleri durumunda kendileri de birer Şaman olacak olan töreni yürüten gençler; tören için aralarında Civanperçemi, St. Barnaby Dikeni, Kanaryaotu, Morsümbül, Gülhatmi, Peygamberçiçeği, Ebegümeci ve Atkuyruğu gibi pek albenili olmayanları da bulunan renk, renk çiçekler toplamak üzere kırlara dağıldılar.
İlkyazdı. Dağ çiçeklerinin bolluğu soğuk pençeleriyle yeryüzünü kıskıvrak kavramış ve 50 bin yıl süreyle daha da kavrayacak olan buzul çağını, yalanlıyor gibiydi.
Dağların yukarı yamaçlarında, koyu yeşil Köknar Ağaçları, masmavi gökyüzüne yükselirken, aşağıdaki vadileri küme, küme Dişbudaklar, Akçaağaçlar süslüyordu. Gençler, toplayıp getirdikleri çiçek demetlerini Atkuyruğu dallarına bağlayarak Şamanın sonsuza dek dinleneceği mağarasında bir yatak yaptılar.
Civanperçemi ve Gülhatmi gibi çiçeklerin, odunsu Atkuyruğu dallarına sarmalanmasıyla oluşturulan yatağın rengârenk ve simgesel bir görünüm sergilemesi gerekiyordu. Çiçekler yalnız görünüşleri nedeniyle değil, iyileştirici özellikleri nedeniyle de seçilmişlerdi.
Şaman, toplumlarında gizemli görevlerini yaparken bu tür çiçeklerden, otlardan yararlanırdı. Cenaze töreninde bir başka Şaman da Şanidar halkının yaratılış öyküsünü, onların yeryüzündeki özel konumunu, eski Şanidar ruhlarınca kurulmuş sonsuz bir döngü olan yaşamla ölümün kaçınılmazlığını gizemli biçimde anlatan ağıtlar yakar, böylesine önemli birinin ruhunu kabul etmeleri için Şanidar atalarının ruhlarını çağırırdı.*
Eminim ki epeyce uzun zamandır hepimizi teslim alan; evdeki, sokaktaki hatta işyerimizdeki yoğun siyasetten sonra hayatı, en eski tarihi, doğayı ve baharı imgeleyen yukarıdaki girizgâh biraz soluklanmanızı sağlamıştır. Neden binlerce yıl evvel bitkilerle örülen bir hayatın armonisini yaptık. Bu sayılan bitkilerin ve daha birçok sayılmayanların vatanı baharla birlikte bizim buralarda da ondan...
Coğrafyamıza Mart-Nisan geldi mi, bir başka heyecan kaplar hepimizi; rahmetli nenem derdi ki, "Huvdê adarê./ Berf hat gulîya darê./ Nema heya êvarê". Mart'ın 17'sinde kar yağdığında, akşama kadar o karın izi bile kalmaz. Bu nedir? Baharın müjdesidir bu! Şimdi bizim Diyarbekir'de Malikê Ejder Sokağında Aşefçi Kadınlar topladıkları ve baharla gelen bitkileri pazarlarlar. En çok da kengeri...
Şimdilerde bırakınız şehirlerarası otobüsleri, uçak yolcuları bile İstanbul'a kenger taşır şehr'Amed'den. Kenger çıktı mı bahar gelmiş demektir. Ama kengerin ömrü de baharımız gibi kısadır. En çok bir ay sürer Kengerin saltanatı.
Kenger Nisan sonunda eyvallah der, bahar da öyle, buralarda. Birden sıcak bastırır. Kenger sevdalıları; "Kereng digîhîje kaşa / Xwarına bergîr û wahşa. / Kereng çi digere / Mala wezîr û Paşa", deseler de, Kenger bu günlerde spesiyal bahar lezzeti. Tıpkı Karacadağ'a has mantar türü Kemê gibi.
Karacadağ dedik de, bir başka olur Karacadağ'da bahar. 250 rakamıyla ifade edilen ve 40 ayrı familyaya mensubiyeti bilinen bitki türlerinin ve de Ters Lale'nin vatanıdır Karacadağ. Bahar en çok bu bitkilerin doğayla kucaklaşmasına yakışır.
Bahar gelende bizim buralara;
Dağlara lale düşer, güle velvele...
Gülün telaşı lalenin yabani olarak bitmesinden kaynaklı kendi kıymetinin bilinmemesinedir. Yoksa laleye de yer var bu diyarlarda, güle de! Çünkü gül de, lale de bilir ki; Diyarbekir'in dört etrafı menekşe ve nergis'dir
Diyarbekir dört etrafı yalnız gül, nergis, menekşe değil elbet. Aynı zamanda "Diyarbekir dört tarafı meteris / Meteristen kurkuşunlar atarız."
İşte Diyarbekir'in dört etrafını kuşatan surların bir bölümü ile Kadim Dicle nehri arasında insanoğlunu gene insanoğlunu hatırlatan kâkül gibi Hewsel Bahçeleri bulunur. Hewsel Bahçelerinin göz görümlüğüne Mardin Kapısından doyum olmaz bahar geldi mi Diyarbekir'e! Çıkarsınız Surların güney yamaçlarına. Ya da Şemsiler Kayalığının üstüne, Şeyh Muhammed Düzlüğüne, bilemediniz Kırklar Dağının düzüne. Dicle önünüzde coşkun akar. Hewsel Bahçeleri silme yeşile ve çiçeğe kesmiştir. Yanınızda Nergizlemeniz de varsa değmeyin keyfinize
Sonrası artık şairin dizeleri ve sizin dilinizde mısra haysiyetidir...
Haberin var mı taş duvar
Demir kapı, kör pencere
Yastığım, ranzam, zincirim
Duvardaki mahzun resim,
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin. (ŞD/EÖ)
*Modern İnsanın Kökeni, Roger Lewin, TÜBİTAK Yayını, 1998, Ankara.
Not: Bu yazı 12 Nisan 2010 tarihinde kansere yenik düşüp vefat eden arkadaşımız Evrim Alataş'ın 4 Nisan 2011 günü yeniden yayın hayatına başlayan Gündem Gazetesinin, o yıllarda Evrim'in sorumluluğunda hazırlanan 3 Nisan 2004 günlü "Gündem EK"inde Evrim'in isteği üzerine yayınlanan yazımın yeniden elden geçirilmiş halidir. Evrim'in anısına...