Semih Öztürk’ün “Önce Dağlar Kar Tutacak” kitabı, raflarda yerini aldı. Kendisiyle, okumaktan büyük bir zevk duyduğum ve her biri içime işleyen öyküleri ve kitabı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
“Kitabın, Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’ne değer görüldü. Kitabın bu serüveni nasıl gelişti” diye sordum Semih’e. Kendisinin kitabı ödül için yazmadığını, bir kitap hacmine ulaşınca editörlere göndermeye başladığını söylüyor ve süreci kısaca anlatıyor.
”Kendimi yeniden duymaya başladım diyebilirim.”
Kendisini duymaya yeniden başlaması hayırlara vesile olmuş.
Önce Dağlar Kar Tutacak’ta taşrayı anlatıyor ve içindeki taşrayı başka bir kente taşıyarak sürdürmek niyetinde olan insanları.
“Şehirde yaşıyorum ama köyleri ve uzakları anlamaya devam ediyorum. Bu kitap biraz da benim o gidiş gelişlerim sırasında ortaya çıktı”.
Semih Öztürk ile sohbetimiz öykü yazmak, okumak ve okunmak gibi konudan konuya atlayarak ilerledi:
Kitabın adı içindeki öykülerden birinin adı. Neden bu adı seçtin?
Rahman karakterini çok severim. O öyküde Rahman üniversite için uzakta, köye dönmek için gün sayıyor. En çok annesini özlüyor. Ben de üniversitedeyken annemi çok özlemiştim. Rahman’ın ağzından çıkan bir söz bu. O yüzden kitabın adı olsun istedim.
Bu bir ilk kitap. Kitap dosyasını nasıl hazırladın? Kitaba girmeyen başka öykülerin var mı, yani bir seçki mi bu kitap?
Dergilerde yayımlananlar, kendime sakladıklarım, bitiremediklerim bir de yazmayı düşündüklerim var. Kitabı kış üzerine kurmaya çalıştığım için onlar bu kitaba girmediler. Kış üzerine düşünmek ve yazmak istemiştim o dönemlerde.
“Doğru insanlara dokunsun istiyorum”
Kitabını okuduktan sonra Twitter’da kitapla ilgili yazılanları okudum. Olumlu şeyler yazılmış hep. Sana nasıl geri dönüşler oldu?
Doğru insanlara dokunsun isterim. Öyle çok gürültü etmeden, büyük büyük konuşmadan.
Öykü yazmak nasıl bir duygu, sen kendi açından tarif eder misin?
Her öyküde değişiyor aslında bu. Çünkü hayatımı kazanmak için bambaşka bir işte çalışıyorum. Okuyup yazmak yaşadığım hayatla paralel gitmek zorunda. Otobüste ya da vapurda kitap okumaya böyle alıştım. Çünkü zamana ihtiyaç var. Yazma aşamaları ise değişiyor. Bir cümle kuruyorum sonra devamı geliyor. Kafamın içinde geziyorlar genelde. Onlar yorulunca ben yazmaya başlıyorum. Ama mutluluk, huzur, rahatlık gibi duygular olmuyor. Aslında net bir duygu da olmuyor hiç. O daha çok bitince gelen bir his.
Her öykünün sonunda bir kırılma noktası oluyor genelde. Böyle insanın bir anda kalıp yutkunduğu sonlar oluyor yani. Bu her öyküde olur mu? Öykünün temeli midir bu?
Bunu Varlık Dergisi söyleşisinde de ifade etmiştim. Öykü bende bitmediği için okuyanlarda da bitmesin istiyorum demiştim. Hayat da böyle akıyor biraz. Mutlak son pek bana göre değil. Korkuyorum zira, insanım. O yüzden devam etsinler istiyorum.
Dağın ardını, pencereden yansıyan gölgeleri, uzak köylerin ışıklarını merak ederim. Oralarda bir şey başlıyor ve yaşanıyor. Öykü biraz da buna benziyor. Hep aramak.
Aslında ben bazı öyküler de bitiyor gibi düşünüyorum. “Nahide’nin Saçları” öyküsünde mesela, karakter kendini asıyor ve orada bitiyor. Bu hikayeyi sürdürmek “hep aramak” dediğiniz şeyi yapmak okura göre mi biçimleniyor demeliyiz?
Böyle düşünmen çok güzel. Belki asıyordur, hiç bilmiyorum. Bazı sonları ben de kestiremiyorum çünkü. Ama farklı anlamlar çıkıyor olması heyecanlandırıyor.
Öykü yazmak isteyen bir sürü insan vardır eminim. Sizin gibi “hep aramakta” olanlar için neler tavsiye edersiniz?
Tavsiye verecek bir durumda mıyım daha bilmiyorum ama okumak, ne istediğini bilerek yazmak, silmekten çekinmeyerek yazmak sanırım verebileceğim bir tavsiye olabilir.
Semih Öztürk hakkında
2018 Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nü kazandı. Ot Dergisi için söyleşiler, BirGün, Radikal Kitap, Taraf, Evrensel, Agos gazetelerine, Sabit Fikir, K24 ve Artful Living web sitelerine kitap inceleme yazıları yazdı. ListeList’e edebiyat içerikleri hazırladı. Üniversite eğitimine kadar doğduğu Giresun’da yaşadı. Kocaeli Üniversitesi Güzel sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü mezunu. Öyküleri çeşitli dergilerde yayınlanıyor.
(SO/AS)