Berivan Bingöl’ün hayatının bir dönemini dağda gerilla olarak geçirmiş bugün hayatlarını yurtdışında geçirmek zorunda kalan kadınların hikâyelerini derlemiş.
Kitabın adı “Bizim Gizli Bir Hikâyemiz Var”; altbaşlığı “Dağdan Anneliğe Kadınlar”.
“Dağlarda başlayan hikâyeleri Güney Kürdistan’a İsviçre’ye, Almanya’ya ve Belçika’ya uzanan kadınlar…” diyor. Gençliklerini dağlarda geçiren bu kadınlar eleştirdikleri toplum yapısının içine nasıl girdiler; bir zamanlar “çocuk sahibi olma fikrini” küçümseyen bu kadınların çocuklarıyla ilişkileri nasıl; çocuklarına neler anlatıyorlar ya da anlatabiliyorlar mı; gelecekten ne bekliyorlar gibi soruların peşinde geçen altı ayı aşkın süre, kilometrelerce yol, saatlerce süren görüşmeler ve bu görüşmelerden çıkanların derlenmesi…
"Merak ettiğim o kadar soru vardı ki...” diyor Berivan Bingöl. Bu soruların yanıtlarını bulmak için yoğun bir emek harcamış. Bence çok güzel bir kitaba imza atmış…
20 kadınla konuşmuş. Rojda ile başlıyor Şirin ile bitiyor kitap.
Rojda’nın anlattıklarını okurken sıklıkla durakladım.
1989’da dağa çıktığında 15-16 yaşlarındaymış. Tam 16 yıl kalmış. Ölümle burun buruna geçen 16 yıl. Ama şöyle diyor bir yerinde konuşmasının “…ilk defa ölüm korkusunu yaşadım. Hâlâ da o korkuyu atabilmiş değilim. ‘Bana bir şey olursa çocuklarıma ne olacak; kim bakacak onlara’ diyorum.”
Devam ediyor anlatmaya: “Gece kalkıyorum, onlara bakıyorum. Kafayı yiyecek gibiyim. Dağdayken savaş, açlık ve acımasızlık vardı, ama emin ol, annelik daha zor.”
Ama asıl beni vuran Rojda’nın kendi annesiyle yaşadığı oldu:
“On altı yıl sonra annemle ilk karşılaştığımda, annem üç gün boyunca bana hiç yaklaşmadı; sarılmadı, dokunmadı; öyle uzakta durdu. Ben gitmişim, yerime hiç alakası olmayan biri gelmiş sanki... İlk geldiğimde kırk iki kiloydum, iskelet gibi bir şeydim. Gariban anam zaten şok oldu. Ben gitmişim, yerime hiç alakası olmayan biri gelmiş sanki... Ablama ama Kürtçe ‘Kürtçe anlamıyor. Başkasıdır. Göndermişler sırf kurtaralım diye, o değil. Bu benim kızım olamaz. Bunun dili değişik, yüzü değişik,’ dedi. Ablam ‘Anne o, vallahi o,’ dese de, annem ısrarla ‘Yok, o değildir. Ben kızımı tanımaz mıyım? Ana yüreğidir, ben hissetmez miyim?” dedi. Gideceğim son gece bir baktım, biri benim ayağımı okşuyor, öpüyor. Hiç kıpırdamadım. Şöyle bir göz ucuyla baktım, annemdi. Sesimi çıkarmadım, uyuyormuş gibi yaptım. Ağladı; ayağımı öptü; yüzümü öpüp okşadı. Sabaha kadar öyle ağladı. Ben de hiç uyumadım, ama hiç bilmiyormuş gibi davrandım.”
Nalîn de Rojda’nın yaşadığı korkuyu anlatıyor:
“Bu kaygılarım rüyalarıma da yansıyor. Rüyalarımda çocuklarımla beraber çok zorda olduğumuzu, pusuya düştüğümüzü görüyorum. Çocuklardan önce de bazen çatışmalar görüyordum, ama bunlarda özellikle çocuklarım için kaygılanıyorum. Mesela dar bir ortamdayım; çıkmak istediğim bir çemberin, bir çatışmanın içindeyim, ama nasıl çıkacağımı bilmiyorum. ‘Onları nasıl koruyacağım, bu çatışmadan çocuklarla beraber nasıl çıkarım?’ gibi sorular geliyor aklıma…”
Hebûn da benzer bir şey anlatıyor:
“Çocuğumu nasıl savaş alanına getirmişim bilmiyorum, ‘Ya ona bir şey olursa?’ diye korkuyorum. Savaş, uçaklar, çatışma... Çocuğum ellerimde... ‘Ben tekrar bu ortama nasıl geldim?’ diye soruyorum kendi kendime. Sonra uyanıyorum.”
Anlatıların ortak noktalarından biri hepsinin rüyalarında çocuklarının tehlikede olduğunu görmeleri ve onların kendileri gibi dağa çıkmalarını istememeleri.
Kaybetme korkusunun dağda yaşadıklarıyla ilişkisi çok açık. Bengi mesela diyor ki: "Çocuğumla kurduğum ilişkide, anlattığım süreçle birlikte, mücadele döneminin de etkileri var. Mesela kaybetme korkusu... Benim bildiğim tek şey, kendini savunma ya da savunma pozisyonu. Bir çocukla ilişki nasıl olur, ona nasıl yaklaşılır, bilmiyorum. Çünkü onbeşinde gitmişsin dağa ve yanındaki insanları hep kaybetmişsin..."
Eski kadın gerillaların diğer ortak konularından biri de diğer anneler gibi olamamak. Nalîn mesela “Öbür anneleri yargılamak için söylemiyorum ama öbür anneler biraz daha bencil oluyor, bizim gibi anneler daha geniş görüşlü ve paylaşımcı oluyorlar.
Ve asıl mesele kendi hikayelerini anlatabilmek… Hem şu an yaşadıkları çevreye anlatabilmek, hem de çocuklarına anlatmak. Çevrelerine anlatıp anlatamamaları değil asıl sınavları. Anlayacak yaşa geldiklerinde çocuklarına neden dağa çıktıklarını, orada neler yaşardıklarını, ele silah almanın ne demek olduğunu layıkıyla anlanabilecekler mi? Onlar anlayabilecek mi? O zamana kadar neler yaşanmış ve değişmiş olacak? O kadar çok soru var ki yanıtlanması gereken. Yükü ağır gizili birer hikaye onlarınki.
Berivan Bingöl kod isimleriyle de olsa onların cümlelerini bizlere aktarmış. Her biri için belki bir adım; ama karşılıklı atılacak o kadar çok adım var ki…
Serdil mesela şöyle diyor savaş için:
“Ben on üç yılımı, savaşın yaşandığı hareket içinde geçirdim. Şimdi savaşlar bana korkunç geliyor. Savaşı hiç yaşamamış, anti-militarist örgütlerin elemanı gibi bakmak komik de olsa... Oysa bir zamanlar birilerini öldürmeye gitmiş biriyim, şimdi böyle düşünmek şaşırtıyor beni de. Bence her canlı kendi hayatını yaşamalı. Tamamen o noktaya geldim.”
Onların hikâyeleri yaşanan tüm acıların çok küçük bir kısmı. Kabuslar bir süre daha sürecek gibi görünüyor.
Rojda’nın doktoruna anlattıkları aslında uzun yıllardır bu topraklarda yaşadığımız sorunların özeti gibi; aldığı yanıt da bizi daha nelerin beklediğinin:
“Doktorla da konuşuyorum; ‘Kaç eyleme katıldım, kaç tepe kaldırdım, bir bilsen... Ama düşümde bile ben çocukların derdindeyim, hep onları kurtarmaya çalışıyorum,’ diyorum. ‘Çocukları niye oraya götürüyorsun?’ diye soruyor; ‘Rüya bu, ben ne yapayım?’ diyorum. Gülüyor, ‘Yapacak bir şey yok. O psikolojiden kolay kolay kurtulamazsın,’ diyor.” (HK)
* Künye: Bizim Gizli Bir Hikayemiz Var, Dağdan Anneliğe Kadınlar, Yazan: Berivan Bingöl, Kapak: Seda Mit, İletişim Yay. Mart 2016, 235 sayfa