* Fotoğraflar: I'm in Love with Pippa Bacca, 2019.
I'm in Love with Pippa Bacca (Barış Gelini Pippa Bacca) belgeseli MUBI Türkiye aracılığıyla izleyiciyle buluştu.
Pippa Bacca'nın kamerasından görüntülere de yer verilen 2019 İtalya yapımı belgeselin yönetmeni Simone Manetti.
Pippa Bacca ve Silvia Moro'nun, bir performans için 2008 yılında Milona'dan Tel Aviv'e doğru ilerleyişinin anlatıldığı belgeselde, elbette Pippa Bacca'nın acımasız bir şekilde yarıda kesilen yolculuğu da aktarılıyor.
Belgesel, anlayamadığımız bir şekilde Türkiye'deki bir düğünün görüntüleriyle açılıyor. Düğünü kaydeden kişi gelin ve damada bazı talimatlar, örneğin birbirlerine daha yakın durmaları gibi, vererek düğünü bizlere gösteriyor.
11 ülke, 11 katman
Ardından İtalya'ya geçiyor ve kimlikte yazan ismiyle Giuseppina Pasqualino di Marineo'nun, yani Pippa Bacca'nın performans için hazırlıklarını izliyoruz. Bacca'nın yegane amacı şu: Dünyanın neresinde olursa olsun insanlara güvenilebileceğini kanıtlamak.
Bu saikle yola çıkan Bacca, savaşın uğradığı Slovenya, Hırvatistan, Bosna, Bulgaristan, Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin üzerinden ilerleyerek 11 ülkeden geçmeyi ve performansının bir parçası olarak ulaşımı sadece otostop çekerek yapmayı planlıyordu. Kendi tasarladığı ve Byblos Moda Evi'nin hazırladığı beyaz gelinlikle icra edeceği performansında ona eşlik edecek olan ise sanatçı Silvia Moro'ydu.
İki sanatçı gelinliklerini temizliyor.
Bacca'nın performansı boyunca gelinlik giymesinin arka planında ise şu yatıyor: Halklar kardeştir ve evlilik bağıyla da olsa birbirlerine bağlıdır.
Bacca'nın gelinliği 11 katmandan oluşuyor. Savaşın yıkımına uğrayan 11 ülkeyi temsil etmek için böyle bir yöntem seçen Bacca, bu katmanlara o ülkelerin bayraklarını da işletiyor. Moro'nun gelinliğinde ise kadınların nesilden nesile birbirlerine aktardığı işlemeler var. Her ülkede bu işlemelere bir yenisi ekleniyor.
Yolculuğun sonunun ne kadar acı verici olduğunu bilseniz de yolculuk size keyif veriyor ve Bacca'nın aslında bir performans sanatçısından çok bir barış aktivisti olduğunu anlıyorsunuz.
Yeni bir yaşam ve ebeler
Yolculuk boyunca geçtiği ülkelerde ebelerle buluşuyor Bacca. Bu, daha önce başka kaynaklarda denk gelmediğim ya da en azından benim gözümden kaçan bir detay olmakla birlikte hem garip, hem de etkileyici. Yeni bir insan dünyaya getiren ebeler, Bacca'nın gözünde ruhani bir şekilde olmasa da kutsal. Bacca bu performansında ise İsa'dan ilham alıyor.
Ayak yıkama, İsa'dan beri süregelen bir gelenek. Hıristiyan inancına göre, İsa çarmıha gerilmeden önceki gece 12 havarisinin ayaklarını kendi elleriyle yıkıyor. Bu gelenek, sevgi ve alçak gönüllülüğü temsil ediyor. Her yıl, dönemin papası Paskalya öncesindeki Kutsal Perşembe Ayini'nde bu töreni gerçekleştiriyor.
Bacca bu törenlerden birinde, ebelerden birine ilk doğum deneyimini anlatmasını istiyor. Ebe çok heyecanlandığını ve korktuğunu söylüyor. Bacca, "Bu bebeklerin ileride birini öldüreceğini düşünür müydün?" diye soruyor ebeye ve kesin bir "Hayır" yanıtı alıyor.
Yolculuk boyunca arabasına bindiği insanların fotoğrafını çeken Bacca, bazen bulunduğu konumlara ya da içinde bulunduğu arabalara ve birlikte yolculuk yaptığı insanlara yabancılaşsa da sürekli bir gözlem halinde.
Dönemin bianet çalışanlarının gözünden
Gözlem gücünü ve meraklı hallerini, birlikte büyüdüğü dört kız kardeşi ve annesi de onaylıyor zaten belgeselde. Belgeselin en görkemli yanlarından biri de bu muhakkak. Bacca'yı birlikte büyüdüğü beş kadın anlatıyor şimdi bize. Ancak son derece nahif ve idealist bir şekilde. Türkiye'ye gelip cenazesini de alan kardeşi şöyle diyor: "İnsanlara güvenmek için yola çıktınız ama tam aksini ispatladınız, diyenler olabilir. Ben ise Pippa'nın mesajının yaşananlardan daha güçlü olduğunu düşünüyorum."
Korktuğumuz sonun yavaş yavaş geldiğini anladığımız belgeselin sonlarında, baştaki düğün videosunun gizemi çözülüyor elbette. Ve diplomatik bir krize dönüştüğü için dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın konuşmasına da yer veriliyor.
Pippa Bacca, 31 Mart 2008'de Türkiye'de öldürüldü.
Ölümüne dair benim hafızamda yeterli bilgi yok. Sadece okuduklarım var. Okuduklarımı aktarmak yerine, dönemin bianet çalışanları Emine Özcan ve Nilüfer Zengin Kürkçü'nün haberlerini aktarmak istedim size. İkisi de süreci en başından, hatta Bacca'nın kayıp haberinin duyurulmasından itibaren takip etmişti.
Ancak sonra daha iyisi olsun ve o dönem yaptıkları haberleri onlar anlatsın, neler olup bittiğini onlardan dinleyelim istedim.
Sözü Emine Özcan ve Nilüfer Zengin Kürkçü'ye bırakıyorum.
"Haberler konunun nasıl hikâye edildiğini de özetliyor" "O döneme bakınca insanların hak ve özgürlükleri için direnebildiği, haksızlığa ses çıkarabildiği, hakkını aradığı yıllar olduğunu ama yavaş yavaş bir şeylerin değişeceğinin sinyallerinin verildiğini de görüyoruz. 8 Mart 2008'de Başbakan Erdoğan kadınlara 'Sizden talebim en az üç çocuk doğurmanızdır' diyor. Sonradan olacakları düşününce kadınların güçlenip, dinamikleri değiştirmelerinin önüne geçmek için atılan ilk aleni adım bu. 'Evden çıkamasınlar'. O dönem kadının mücadelesinin gündeminde bu var. "Pippa Bacca da 8 Mart'ta Milano'dan yola çıkmış, İstanbul'a gelmiş. Haber alınamıyor. Ayın sonunda cesedi bulunuyor. Cinayet çok yankı bulmuştu. Kadın hareketi, siyasi partiler, STK'lar, odalar, dernekler, sanatçılar, barış aktivistleri vs. herkes ses çıkarmıştı. Ama bu bu tepkileri bir kenara koyduğumuzda cinayet daha çok maktul ve katil özelinde ele alındı. Çünkü Pippa Bacca İtalyalıydı. Sanatçıydı. Gelinlik giyiyordu. Otostop çekerek tek başına seyahat ediyordu. Seyahatin gelinliğini kirletecek kadar uzun sürmesini planlıyordu. Savaşa karşı olmayı perform ediyordu. Korunmaya ihtiyaç duymuyordu, erkeklere güveniyordu. "Koca dünyayı dolaşmış ama Gebze'den ötesine geçmesine izin verilmemiş" "Bütün bu detaylar onun başına gelenlerin kaçınılmaz kılmalı, kadın olduğu için değil de böyle bir kadın olduğu için öldürülmüş olmalıydı. Olayın Türkiye'de gerçekleşmesi ise büyük bir talihsizlik, kötü bir tesadüf olmalıydı. 'Gelinlikli otostopçunun cesedi bulundu, İtalyan gelin tecavüz edilerek öldürüldü, barış gelini cinayeti, gelinliğiyle geldi, kefeniyle gitti... ailesi Başbakana teşekkür etti, ailesi Türklere karşı kin beslemiyoruz dedi...' Hatırladığım bu haberler konunun nasıl hikâye edildiğini de özetliyor. "Kişisel olarak da sarsıcıydı elbette. Belki de oldum olası kafasının içinde yarattığı güzel bir dünyada yaşıyordu. Birinin iç dünyasıyla dünya arasında kurduğu bağın gücü, gerçekliği onu yollardan, hayattan alı koymamalı. Koca dünyayı dolaşmış ama Gebze'den ötesine geçmesine izin verilmemiş. Tecavüz edilmiş, boğulmuş, cesedi bir kenara atılmış. Kadınların kadın oldukları için bir yerlerden öylece, sakınmasız, korunmaya ihtiyaç duymadan, coşkuyla, istediği gibi geçip gidemeyeceği bir dünya ne hissettirirse onu hissettim." (Emine Özcan) |
"Bacca'yı görenler ya da yerini bilenler" "8 Nisan 2008'de İtalyan sanatçı Giuseppina Pasqualino di Marineo nam-ı diğer Pippa Bacca'nın kaybolduğuna dair bianet'te yayımlanan ilk haber bir kayıp ilanı ve arama çağrısı. "Çok kısa bir süre içinde cesedine ulaşıldı. O dönem konuyu takip eden bianet çalışanlarından biri olarak geçen 14 yılın ardından Pippa Bacca cinayetini bir dönemin karakterini belirleyen bir kadın katliamı ve duyarlıklarımıza yönelik bir yağma olarak görüyorum. "Kadınlar tarih öncesinden beri dünyanın her yerinde politik erkek şiddetinin nesnesiydiler ama 2000'lerin başında iki İtalyalı kadın sanatçı (Bacca ve Silvia Moro) Türkiye'den otostopla geçmeyi hala tahayyül edebilirlerdi. Bu cinayetle Türkiye böyle bir tahayyülün mekanı olmaktan çıktı, çünkü Pippa Bica cinayeti 'yerli ve milli' erkek şiddeti furyasının başladığı bir 'yeni Türkiye'yi haber veriyordu. "Gelinliği ve kitsch yüksek topuklu ayakkabılarıyla, elinde kendini korumak için bir sopa, bir çakı bile taşımayan, çocuksu ayrık dişleriyle buruk gülümsemesiyle en acımasız, en "Bacca salt feminist bir iddiayla değil, performatif, sanatsal kaygı ve amaçlarla yola çıkmıştı. Dolayısıyla tek başınalığı ve göze almışlığı feminist perspektifin geriye düşürdüğü demode tahayyüller olarak görülmemeli. Halkların barışı için 'gelinlik' sembolünü seçen bir sanatçının kasıtlı 'kitsch' vurgularını göz ardı etmek bize düşmez. Ancak nihayetinde, şiddete karşı 'iyilik, güzellik, beyazlık' şiarıyla yola çıkan Bacca'nın feminist birikimin önemli bir pratik ve düşünce durağı olduğu hakikati ortada. Bunu bir tek o bilmiyor. Maalesef. "İkinci olarak, yağmaydı çünkü o dönem iktidar medyasında çıkan haberler Pippa Bacca'nın geride bıraktığı acılı İtalyalı aileyi durmaksızın 'Türklerin ne kadar iyi insanlar olduğuna inandıklarını' açıklamaya zorlayacak kadar tacizkardı. Konu aile için hiçbir zaman Türkiye, Türkler olmamıştı. Ancak çocuklarının kardeşlerinin öldürülmesini bir kenara bırakıp durmaksızın Türk ruhunu okşamaları gerekiyordu. Duygusal ve kültürel yağmanın şahikasını yaşadılar. Belgeselde ancak 14 yıl sonra bunu çok zarif bir biçimde dile getiriyorlar. Dillerinde nefret ve öfke yok. Bacca'nın barış sanatının galip geldiğine inanıyorlar yine de. Belki inanmasalar yaşamak çok zor olacağından. "Velhasıl o ilk haberde 5 Nisan'da (2008) Beyrut'ta olması gereken Bacca'nın daha önce de savaşların olduğu Hırvatistan, Bosna, Slovenya gibi ülkelerden geçtiği, kendisinden en son 31 Mart Pazartesi günü, saat 10:45'te bir sms alındığı, o andan sonra telefonunun kapsama alanı dışına çıktığı söyleniyor. "O gün ve o saat kadınların ve savaş karşıtlarının kapsama alanına girdi ve bir daha da çıkmadı. "Erkek şiddetinin aramızdan aldığı bütün kadınların ve Pippa Bacca'nın anısına saygıyla." (Nilüfer Zengin Kürkçü) |
(TY)