Cumhuriyet'in 84. yılını doldurmasına üç ay var.
Temmuz'un sonları ve sıcakların ortasında İzmir'de seçim sonrası tatilindeyim... Seferihisar'da haftaiçleri sahil "kadın yoğun". Erkekler şehir merkezinde çalışıyorlar. Kadınlarsa ev eksenli yorgunluklarını atmak için, akşamüzerleri deniz kenarı sohbetlerinde... (Çünkü Türkiye'de kadın istihdamı erkeklerin çok gerisinde, kadınlar kendilerini "ev hanımı" olarak tanımlıyor, emeklerini kendileri bile görmüyor...)
Gündem seçim sonuçları. Kadınlar "mahalle baskısı" kavramı henüz ortaya atılmadığından kendi kelimeleriyle korkuyorlar. Diyorlar ki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) yeniden iktidar olması kötü oldu, yakında deniz kenarına böyle mayolu, renkli renkli gelmek mümkün olmayacak... Zaten bunun hep böyle yapıldığını gözden kaçırarak, kadınlar siyasetin bedenlerine hükmetmesinden korkuyorlar.
Meclis ya da iş yaşamı değil, sahiller "kadın yoğun"
Kadınlarla sohbetin üzerinden henüz bir ay bile geçmemişken Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi Yayın Kurulu Üyesi Özlem Aslan, bianet'e şöyle yazacaktı...
"Cumhuriyet sonrası resmi ideoloji erkekleri ulusun birebir özneleri olarak çağırırken kadınları da erkeklerden oluşan ulusun anneleri ve eşleri olarak çağırdı. Bu roller kapsamında kadınlar ulusun birebir öznesi olmaktan çok onu muassır medeniyetler seviyesine taşıyacak erkek öznelerin eve geldiklerinde hoş sohbet edebilecekleri kadar bilgili, pratik ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar becerikli ve çocuklarını yetiştirebilecek kadar da şefkatli, fedakar ve modern olmalıydı."
Bu yüzden sahiller renkli renkli mayolarını giymiş kadınlarla "yoğundu". Kadınlar ne Meclis'te vardı, ne iş yaşamında. Erkekler şehir merkezinde çalışırken, kadınlar daha kenara itilmekten korkuyordu. Çünkü Cumhuriyetin resmi ideolojisi onları zaten zorlukla varolabildikleri toplumsal ve siyasi alana bedenlerini tanımlayarak çağırıyordu. Kadınlar biliyorlardı ki eğer bir gün birileri yine tepeden, başörtüsünü indiriverirse oranları Meclis'te yüzde 10 bile olamayacaktı.
Cumhuriyet hep kadının bedenine baktı
Sahil eksenli konuşabilen kadınlar bedenlerini tanımlayan siyasi sistemi sezseler bile neye kızacakları konusunda kafaları karışık, başörtüsüne öfkeleniyorlardı; başörtülü kadınların da aynı dertten mustarip kenara itilmenin bıkkınlığıyla "modern kadın" imgesiyle mücadele ettiklerini bilmiyorlardı.
Cumhuriyet'in 84. yılını doldurmasına yaklaşık bir ay kala Başkent Kadın Platformu Kurucu Başkanı Hidayet Tuksal yine bianet'e şöyle yazacaktı...
"Kemalistler objektif bakmıyor. O kadar çok propagandaya maruz kalmışlar ki din konusunda asla nötr olamazlar. Konuşmaları hep düşmanlık üzerinden. Başörtülü kadınların üzerinde yıllardır baskı var ve bu baskı meşru görülüyor. Başörtüsü takmayan kadınlara baskı uygulanması ihtimali var diye başörtülü kadınlar üzerindeki baskı meşru olamaz."
Kadınlar Meclis'e girebilir ama önce...
Farklı farklı kadınlar, yaşadıkları ortaklığı gözden kaçırıyorlardı. Kadın simgeydi, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin, Anadolu'da kendilerinden önce varolmuş Osmanlı Devleti'yle bağını kopardığının simgesi... Cumhuriyet o kadar moderndi ki 1971'de kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıyan İsviçre'nin (çünkü hep bu örnek verilir) aksine kadınlara bu hakkı 1934'de tanımıştı.
Kadınlar eğer erkeklerin pratik ihtiyaçlarını karşılamaktan ya da çocuklarını yetiştirmekten fırsat bulabilirlerse (ki bunlara "ataerkil engeller" diyebiliriz) Meclis'e girebilirlerdi elbette. Ama kadınlar üzerine bu model öyle bir ağırlıkla çökmüştü ki 1935'ten itibaren Meclis'teki temsilleri yüzde 0,6'yla yüzde 9,1 arasında gidip gelmişti.
İşte tüm bunlar yüzünde Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (KA-DER) kadınları mutfaktan, sahillerden, çocuk odalarından çıkaracak teşviki istiyorlardı. Önlerindeki engeller kalkarsa "kadınlar siyasete, siyaset de kadınlara alışacaktı"... Vitrinden sıkılan kadınlar kendileri olmak istiyordu.
Kadınlar artık korkmasın
84. yılın dolmasına dört gün kala KA-DER'den Selma Acuner'in bianet'te Türkiyeli kadınları "geniş-eksenlerde" görmenin yolları üzerine bir yazısı yayınlanacaktı...
"Cinsiyetlerarası eşitlik politikalarının başarılı olabilmesi için çeşitli koşullardan söz edilebilir ama en önemlisi siyasal iktidarların kararlılığı. Anayasa tartışmaları bu siyasi kararlılık açısından önemli bir test olacak. Katılımcı demokrasiyi ve kadın hakları konusunu sözde değil özde içselleştirmiş bir hükümet ve Türkiye’den bahsetmek için önümüzde önemli bir fırsat var."
İzmir'deki kadınlar anayasayaya geçici özel önlemler maddesi girse rahatlayacaktı. Bileceklerdi ki ne İslami, ne toplumsal ataerkil anlayış onları daha da "dar eksen"lere kapatamayacak. (GG)