Okurlar bu yorumu aşırı bulabilir. Ancak öncelikle biten şey devlet değildir. Biten şey şuan var olduğu iddia edilen rejimin, yani “cumhuriyet” iddiasının sona erişidir.
Temel kavramlar
Hukuk devleti, modern burjuva devlette devlet kurumlarının, bir başka kurum tarafından denetlenebilmesini ifade eden bir kavramdır. Burjuva devletin üç temel kurumu olan yasama, yürütme ve yargı da bu denetlenecek kurumların en tepe noktasındadır.
Hukuk devletinde, kurumlar tüm yetki ve sorumluluklarını verili kanuna dayandırırlar. Bu nedenle de hiçbir kurum kanunda açıkça ifade edilmeyen bir yetkiyi kullanamaz.
Teorik olarak bir şeyin kanunla belirlenmiş olmasının aynı zamanda adaletli olup olmayacağına dair bir tartışma, ortaya çıkan şu halde bile konumuz dışıdır.
Burjuvazi
Tarihsel anlamda burjuvazi, feodalizme karşı giriştiği mücadelede, en yakın müttefik olarak yanında saf tutturduğu sınıflara kendi sistemini kabul ettirebilmek için onların da taleplerini doğrudan olmasa bile içerdi.
Tam da bu nedenledir ki, burjuvazi, tüm insanlığı kurtarmayı amaçladığı iddiasıyla “insan” düşüncesini ortaya atarak, hukuku ne olduğu belirsiz bir “insan” tanımı üzerine inşa etmiştir.
“İnsan hakları”na dair beyanname gerçeğe yakın anlamına 2. Dünya Savaşı sonrasında, faşizmin kanlı tarihi üzerine bir süre yaklaşmıştır. Ancak burjuvazi bu görece gerçekçi insan tanımını her an terk edebilmiş hem de tarihi boyunca koşullar olgunlaştığında kendi yarattığı hayali kavramı terk etmek için elinden geleni yapmıştır.
20. yüzyılda “insanlık” adına insana yapılan vahşeti içeren savaşlar tarihine bakmak, son süreç içince Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) “insan hakları” adına yaptığı Irak işgaline bakmak yeterlidir.
Cumhuriyetin anlamı
Cumhur kelime olarak “halk” demek. Cumhuriyet ise “halkın kendi kendini yönetmesi” olarak tanımlanır. Ancak gerçekte ise, esasta kapitalizme dayalı hukuk sisteminde “halk”ın yönetime katılması seçimlere indirgenmiş durumda.
Bu nedenle fiili anlamda cumhuriyet, burjuvazi için devletin kendi kendini yönetme şeklidir. Öyle ki anayasalarımızda halkın yönetime katılmasıyla ilgili seçim dönemi yükümlülükleri dışında hüküm yoktur. Uzun uzun yasama, yürütme ve yargının oluşum ve işleyişi düzenlenir.
Çünkü burjuva hukuku halkın seçimini yapmış olmasını yönetime katılmış olması ile eşitler. Ancak ne teorik olarak ne de pratik olarak sadece seçim işlemiyle bir halkın devlet yönetimine katılması mümkün değildir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin bitişi
Bir modernizm ideali olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin "seçim eşittir yönetime katkı" anlamında cumhur ile bağı zaten diğer burjuva hukukuna dayalı devletler kadardır. Ne eksiktir ne de fazla.
Ancak anayasa mahkemesinin son aldığı kararla, burjuva hukuku anlamında Türkiye Cumhuriyeti bitmiştir. Çünkü 1950 Demokrat Parti iktidarından bu yana yasama ve yürütme binlerce kez “yasadan kaynağını almayan” yetkileri kullanmışlardır. 1960, 1972 ve 1980’de ordu, kendisine aslında hukuki olarak verilmeyen bir yetkinin varlığı iddiası ile askeri darbe yapmıştır.
Bugün ise yargının en tepesindeki organ, anayasa başta olmak üzere kendisine verilmeyen bir yetkiyi kullanarak bir değişikliği iptal etmiştir. Sonuçta, ordunun sınırlı bir dönem de olsa yasama, yürütme ve yargı organları görevini üstlendiğini düşünerek, Türkiye Cumhuriyetinin üç temel organı (yasama, yürütme, yargı) yasalarca belirlenmiş yetkilerini kullanmamışlardır. Anayasa Mahkemesi konumu gereği belki de yasasız davranmayı en son yapan kurum olarak var olmuştur.
Bu bize ne göstermelidir? Burjuva hukuk için bile Yargı gibi hukukun en yüksek biçimde uygulanma idealini taşıtan bir organ bile yasa dışına çıkabiliyorsa, bu burjuva hukuk sisteminden cumhura pay çıkacağını düşünmek saflığın ötesinde bir tavır olur.
Var olan durum Türkiye’de burjuvazinin kendi sınırlarına, hem de kendi çıkardığı kanunları eze eze dayandığının bir göstergesidir.
Geleceğe dair
İşte tam da bu notada, yani kendi sınırına dayanma noktasında, devlet yeni bir yönetim modeli ihtiyaç ve krizine bodoslama dalacaktır. Bodoslama dalma süreci tarihsel anlamda çok hızlı seyretmeyebilir. Ancak bu süreç kesinlikle sancılı ve krize dayanan bir süreç olacaktır.
Karar sonrası AKP’li bazı vekillerin “cüppeli darbe” yorumları yanlış değildir. Ancak yapılan bu darbe halka dayalı bir demokratik cumhuriyette değil tam tersine burjuva hukuka dayalı bir cumhuriyette olduğu için ne yapanı diktatör nede bundan zarar göreni demokrat ilan edilmesi için yeterlidir.
Bu darbeyi (!) yapan, diğer kurumların yaptığından farkı olmadığı için zaten demokrasi dışıdır. Bu darbeden etkilenen ise "oy vermek eşittir katılım" hayalinde olduğu için demokrat bile kabul edilemez.
Bu sınır noktasında bizler için süreç bu krizden yararlanarak birkaç kırıntılık hak talebinde bulunmak olmayacaktır. Çünkü Sosyal Güvenlik yasası bizzat mevcut anayasada ve değiştirilemez maddelerden olan 2. maddede yer “sosyal hukuk devleti” ilkesine aykırı olduğu için ne CHP ne de bir başka muhalefet kanunun iptali için anayasa mahkemesine koşmamışlardır.
Gelecekteki süreçte gerçekten cumhura dayalı ve onu temsil eden bir taraf olunmadığı sürece, bunda ısrar edilmediği sürece ve bu talep için hareket edilmediği süre, diğer tarafın yedeği değil ancak kölesi olunacak bir konumda kalınacaktır.(DEZ/EÜ)