Kimi “kolumu bırak işimi yapıyorum” diye bağırıyor, kimi polislerin kalkanları arasından bir yol bulup fotoğraf makinesiyle tek bir kare dahi olsa yakalamaya çalışıyor.
Onlar, Cumartesi Anneleri/İnsanları’nı takip eden gazeteciler…
Yazının girişinde okuduğunuz sitem dolu sözler de Türkiye geçen hafta 29 Ekim’in çoşkusunu yaşarken, İstiklal Caddesi’nin her bir yanı kırmızı bayraklarla donatılmışken Galatasaray Meydanı’ndaki işte bu gazetecilerden yükseldi.
İstiklal Caddesi boyunca 7’den 70’e yurttaşlar Anayasal hakların ilan edildiği günü kutluyor olsa da caddenin ortasındaki Galatasaray Meydanı’nda kayıp yakınlarının akıbetini soran ve sorumluluların cezalandırılmasını isteyen Türkiye’nin en meşru eylemlerinden biri olan Cumartesi Anneleri’ni takip eden gazetecileri, polis darp ediyordu.
Nasıl bir paradoksun içindeysek...
Bir tek kare dahi almasınlar diye en az 3 set kalkanlı polis ekibi Cumartesi Anneleri / İnsanları’nın etrafını dakikalar öncesinden sarıyor ve hemen hemen her hafta aynı mecralardan aynı muhabirler bu anlara tanıklık ediyor.
Bazıları için Cumartesi Anneleri’ni takip etmemek o hafta o meydana gitmemek anneleri yalnız bırakmak, hak ihlallerini kaydetmemek bir eksiklik.
Geçen hafta yani 670. Haftayı takip eden gazeteciler arasında Artı Gerçek’ten Umut Taştan, Pirha’dan Devrim ve Dilan, BirGün’den Asena Tunç, Mücadele Birliği’nin gazetesinden Serpil Ünal*…
Ayrıca Cumartesi Anneleri’ni takip eden gazeteciler arasında yine MA, Jinnews muhabirleri, Dokuz Sekiz’den Fatoş Erdoğan, serbest gazeteciler Hayri Tunç, Erdoğan Alamut ve Zeynep Kuray ve Duvar’dan Ferhat Yaşar da yer alıyor.
Gazeteciler ne diyor?
“Biz Cumartesi Anneleri’nin taleplerini duyurmak istiyoruz fakat her hafta onlara işkence edilirken biz de işimizi yapamıyoruz, engelleniyoruz. Sürekli bizi kalkanlarla itiyorlar, darp ediyorlar” diye söze başlıyor Serpil, yine de kararlı olduğunu söylüyor. Ayrıca bir de görüntü almak için bulduğu çözüm yollarını anlatıyor:
“Bazen yurttaş gibi oradan geçiyor, gözlemliyorum kendime bir yer belirliyorum diğer gazetecilerle selamlaşıp ayrı davranıyorum. Muhtemelen beni tanıdıkları için ilk uzaklaştırılanlardan biri de ben oluyorum. Bu kez de self çubukları ile çekim yapmaya çalışıyoruz. Onlar da kalkanlarını kaldırıyor. Her hafta böyle bir mücadele yaşanıyor..”
“Bizim görüntü almamıza engellemelerini de çekiyoruz”
“Anayasal haklarını kullanmak isteyen insanlara işkence ediyorlar, onları takip eden yani yine Anayasal haklarını kullanan gazetecilere de engel oluyorlar” diyerek söze başlıyor BirGün’den Asena.
İşini yapamadığı için ayrı, her hafta darp edildiği için ayrı öfkeli:
“Bir hafta kadın polis kolumu öyle sıkmışki kolum morardı. Burada hak savunucularına değil gazetecilere de bu işkenceyi yapıyorlar. Basın üstüne bir sopa haline gelmiş bir durum var. Bizim görüntü almamıza engel olmalarını da çekiyoruz biz o da bir haber dönüşüyor.”
Cumhuriyet’in 100. yılının kutlandığı Türkiye’nin en merkezi dünyanın en ünlü caddelerinden birinde değilmişiz gibi polis, yurttaşlara da turistlere de aynı şekilde davranıyor. Bir tarafta Cumhuriyet kutlanırken, bir tarafta hiçbir hakkın olmadığı, demokrasiden söz edilmeyen bir ülke görüntüsü gazeteciler üzerinden olmasa da en azından turistlerin kamera açılarıyla yayılıyor.
“Sistematik engelleme ile karşı karşıyayız”
Tam bu sırada Artı Gerçek’ten Umut Taştan söze giriyor:
“Her hafta olduğu gibi bu hafta da aynı manzara ile karşılaştık. Görüntü almayacağımız bir noktaya getirildik ve abluka içinde ne olduğunu göremiyoruz. Kamera ile kaydedemiyoruz. Sistematik bir engelleme ile karşı karşıyayız. Bu iktidarın yıllardır sürdürdüğü bir politika biz de yıllardır buradayız…”
Cumhuriyet’in hemen öncesinde bu topraklarda Tercümân-ı Ahvâl, Cerîde-i Havâdis gibi ilk gazeteler okurla buluşmuş. Çoğu kez eleştirel yazılara, haberlere de yer vermişler ancak bir süre sonra devletten destek aldıkları için devlete desteği ile yayın hayatlarına devam etmişler.
Anayasal hakların garantiye alındığı Cumhuriyet’te de şu yanıyla değişiyor aslına bakarsanız.
Gazeteciler, Anayasal haklarını kullanıp Türkiye Gazeteciler Sendikası’na üye oldukları için işten çıkarıldıklarında devletten destek almak yerine bu kez devlete Anayasal haklarını hatırlatıyor.
Örneğin bugünler de 80 günü bulan grevlerinde Sputnik direnişçisi gazetecilerin talebi işlerine geri dönebilmek.
Anayasal haklar açısından “dezenformasyon yasası”nı ayrı tutarsak, biz gazeteciler haklarımızı kullanabilsek çok da mağdur değiliz, ancak pratik sahadan haberini takip ettiğimiz kesimlerin sesini polis engellemeleri nedeniyle duyuramadığımız için de mahcubuz.
Durum aslında BirGün’den Asena’nın dediği gibi:
“Bir kadın polis, kolumu incitti diye işimi yapmayacak değilim, bu benim anayasal hakkım, annelerin sesini kaydetmeye devam edeceğiz…”
(EMK)