Yazımın başlığını tartışmadan önce yapılmakta olan referandumun ortamına yakın tarihte yaşananlar ve olan bitenler açısından değinmek istiyorum. Türkiye 15 Temmuz askeri kargaşasını yaşadı. “Allah’ın lütfu” olarak değerlendirilen bu kargaşa sonrası, Olağanüstü Hal (OHAL) ilanıyla ülke yeni bir kargaşa dönemine girdi. Terörle mücadele adı altında mahkeme kararı olmadan insanlar mağdur edildi savaş ve insanlık suçları işlendi. İnsan hakları ihlalleri sıradanlaştı ve cezasız kaldı. Kürt halkının yaşadığı iller ilçeler yıkıldı, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) eşbaşkanları ve bazı milletvekilleri ve binlerce yöneticisi tutuklandı. Demokratik Bölgeler Partisi’nin (DBP) yerel yönetimlerinin tamamı kayyuma devredildi, halkın seçtiği yüzlerce yöneticisi tutuklandı. TSK, Suriye topraklarında savaşa girdi.
Savaş ortamında referandum olmaz. OHAL düzeni içinde referandum olmaz. Devlet; tüm güvenlik güçleriyle, maddi olanaklarıyla, kontrolündeki medyanın propaganda gücüyle “Evet”i dayatıyor. “Hayır” diyenler terörist ilan ediliyor ve şiddetle baskılanıyor. Eşit ve adil olmayan bir durum, hukuki geçerliği ve meşruiyeti tartışmalı bir referandum söz konusu. Esasa dair özet bir değinmeden sonra yazının başlığına aldığım konuya geliyorum.
Anayasa taslağında Cumhurbaşkanına “fesih” yetkisinin verilip verilmediği tartışması gündemde önemli bir yer tuttu. Bu yetki, fesih kelimesi kullanılmayarak gizlenmiş olsa da, düzenleme olarak var. Cumhurbaşkanı, TBMM’nin görev süresi bitmeden erken seçim kararı alabiliyor. Ancak bu tartışmanın gölgesinde kalan önemli durumlar da var. Bu nedenle, tartışmayı ikame edilmek istenen ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ üzerine yoğunlaştırmak istiyorum.
Yeni rejimde yasama yürütme ve yargı erkleri bertaraf edilmiş, TBMM’nin millet adına egemenliği kullanma erki, Hükümeti kurma işlevi de elinden alınmıştır. Bu erklerin tümü cumhurbaşkanında toplanmıştır. Artık mevcut parlamenter sistemde var olan TBMM yeni rejimde ülkeyi yönetme anlamında yok olmuştur. Zaten, parlamentonun işlevsizleştiği bu nedenle sorunların kaynağını oluşturduğunu yeni rejim savunucularının öne sürdüğü en temel gerekçedir. Kısacası parlamentoya yeni rejimde yer yoktur.
Yeni rejimde yeri olmayan bir parlamentoyu oluşturan siyasi partilerin varlıkları da anlamsızlaşmaktadır. Ülke yönetimine aday olmak diye bir durum ortadan kalkmıştır. Farklı ideolojiler ve politikalar çerçevesinde programlar tasarlayarak halkın oyuna başvuran siyasi partilerin hükümet kurma olanağı yok olmaktadır. Seçimlerde çoğunluğu elde eden partinin hükümeti kurma yetkisi yoktur. Siyasi partiler işlevsizleşmektedir. Gerçekte yeni rejimde siyasi partilere de gerek yoktur.
Parlamento gereksiz, siyasi partiler gereksiz duruma düşmüşse, o zaman genel seçimler tartışmalı hale gelir. Önerilmekte olan rejimin mantığı açısından aslında yalnızca Cumhurbaşkanının seçilmesi yeterli olmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin çıplak gerçeği budur. Aslında cumhurbaşkanının temsil edeceği siyasi parti için de durum aynıdır. Zira erk tümüyle cumhurbaşkanındadır. Bir kişidedir. Bu nedenle “parti devleti” nitelemesi de doğru değildir. Tek kişi yönetimi demek doğrudur.
Parlamentosu, siyasi partileri, genel seçimleri işlevsizleştirilmiş bir rejimde siyaset yapmak da anlamsızlaşır. Siyaset cumhurbaşkanı adaylarına münhasır bir iş haline getirilmektedir. Siyaseti kişiler yapacaktır. Seçimler artık cumhurbaşkanları adaylarının ideolojileri ve siyasetleri arasında tercihleri belirlemek için yapılacaktır. Toplumsal siyaset yaşamı diye bir meselemiz kalmayacaktır. Tanınan yetkiyle muhalif sivil toplum örgütleri de anayasal meslek kuruluşları da gereğinde ve zamanı geldiğinde bertaraf edilecektir. Demokrasi bu topluma uymamaktadır. Artık demokratik ve laik bir toplum yerine diktatörün sultasına tabi bir ümmet ve tebaa haline getirilen bireyler olacaktır. Halen adım adım uygulanmakta olan, referandumla hukuksal kılıfları hazırlanmak istenen, halka anlatmadıkları -anlatamadıkları rejim böyle bir şey.
Recep Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli’nin gündeme getirdiği ve oylamaya sunulan Anayasa taslağında “fesih” kelimesi yazmıyor ama siyaset ortamının “tefessüh” ettiği etrafa yayılan iğrenç kokulardan anlaşılmaktadır.
16 Nisan’da bu kötü kokuları dağıtmak, “tek adam” yönetimini geriletmek üzere adım atacağız; “Hayır” diyeceğiz. Hayır’ları çoğaltmak için çalışacağız. Temiz bir bahar havasını solumak için, demokrasiyi savunmak için sandıklara sahip çıkalım muhalif siyasetleri ortadan kaldırmak isteyenlere siyaset sahnesini dar edelim.
Yazıyı 68 kuşağının bir sloganıyla sonlandırayım: Bu bir başlangıç, mücadeleye devam. (YÖ/HK)