* Ayhan Erdoğan, ODTÜ Kentsel Politikalar Planlaması ve Yerel Yönetimler Programı yüksek lisans öğrencisi, aynı zamanda TMMOB Şehir Plancıları Odası Genel Merkezinde Mesleki Denetim Görevlisi olarak çalışıyor. 4 Mayıs’ta sosyal medya paylaşımları nedeniyle ifadeye çağırıldı. “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla 27 Temmuz’a dek tutuklu kaldı. İlk duruşmada “deliller toplandığı ve karartma ihtimali bulunmadığı” gerekçesiyle tahliye edildi.
Bildiğiniz üzere, Cumhurbaşkanı, geçen hafta lütfederek, kendisine hakaret edildiği iddiasıyla hakkında dosya düzenlenen yurttaşları bir kereye mahsus affettiğini belirtti. Söz konusu "suç" iddiasıyla 55 gün Sincan Cezaevinde kalan, özgürlüğü hukuksuzca elinden alınan biri olarak, Cumhurbaşkanı’nın lütfuna ilişkin haberi duyar duymaz çok büyük bir rahatsızlık hissettim.
Mantıksız gelebilir, meramımı biraz daha detaylandırayım.
Ülkenin hukuk sisteminden bir kez olsun doğrudan etkilenince, ilgili tüm kanun maddelerini ve uluslararası içtihadı araştırmaya, öğrenmeye başlıyorsunuz.
Şöyle ki:
Mevcut Anayasa’da, makamı, mevkii, adı ve sanı fark etmeksizin yurttaşlardan herhangi birine hakaret edildiğinde, TCK’nin 125. Maddesine başvuruluyor. Fakat ülkedeki tüm fanilere uygulanan bu madde, Cumhurbaşkanı için yetmemiş olacak ki, ek olarak TCK’nin 299. Maddesi düzenlenmiş. Bu ikili durum hem Anayasa’ya hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile aykırılık taşıyor.
Anayasa’nın eşitlik ilkesini düzenleyen 10. Maddesine göre kişiye özel düzenleme yapılamazken, Cumhurbaşkanına hakaret suçu kişiye özel düzenleme niteliğinde olduğu için darbe Anayasasına dahi açıkça aykırı.
Benzer şekilde AİHS’ye aykırı çünkü sözleşmenin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. Maddesi uyarınca Cumhurbaşkanına hakaret dosyalarına yönelik olarak alınmış birçok emsal karar bulunuyor. Bu kararlara göre, özetle, “İfade özgürlüğü, 10. maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ‘haber’ ve ‘düşünceler’ için değil, ama ayrıca devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olamaz” denilmektedir. Bir diğer deyişle, nefret söylemi ve şiddete tahrik içermeyen provokatif, şoke edici ifadelerin olağan karşılanması gerektiğini belirtmektedir.
Bununla birlikte, AİHM, Pakdemirli – Türkiye davasında, Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e hakaret iddiasıyla düzenlenen dosyayı görüşürken, siyasi konuşmalar yapan, mevkii dolayısıyla kamuoyunda görünürlüğü olan insanların en sert şekilde eleştirilebilir olmasının demokratik düzenin bir gerekliliği olduğunu, bir kişinin salt devlet başkanı olduğu için diğer vatandaşlardan daha fazla koruma görmemesi gerektiğini belirtmişti.
Alıntılanan AİHM kararları TCK’nin 299 maddesinin uluslararası sözleşmeyle uyuşmazlığını ortaya koyuyor. Anayasanın 90. Maddesine göre böyle durumlarda, sözleşme hükümlerinin esas alınması zorunludur. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşme hükümleriyle çatışan kanun hükümlerinin uygulanma kabiliyetini ortadan kaldırmaktadır.
Yani Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen TCK’nin 299. Maddesi yok hükmündedir.
Tüm bu hukuki gerekçeler ve uluslararası mahkemeler tarafından alınan emsal kararlar değerlendirildiğinde, bu maddeye istinaden yapılan her soruşturma, açılan her dosya, mahkemelerce verilen her kararın hukuki bir altyapısının bulunmadığı açık bir şekilde ortada.
Kanunun kendisi başlı başına bir hilkat garibesi, bir hukuksuzluk örneği.
Böyle bir durumda, binlerce insanın açılan soruşturmalar ile kendilerini tehdit altında hissetmesi, benim gibi onlarcasının özgürlüğünün kısıtlanmış olması bu devletin, tabii olduğumuz hukuk sisteminin büyük bir ayıbı iken, Cumhurbaşkanı’nın “ bir kereye mahsus affediyorum” açıklaması sinir bozucu değil mi?
Hukuken, aslında olmayan bir kanun maddesine sığınarak esip gürleyenlerin hala “affedici” konumda olmaları rahatsız edici değil mi?
Hakaret dosyalarının sayısı altı bine yaklaşmışken ve her geçen gün bu antidemokratik uygulamadan ötürü uluslararası alanda sıkışma yaşıyorken, darbe girişimi sonrası siyasi bir hamle olarak şikayetlerini geri çeken Cumhurbaşkanı’nın, “affediyorum” açıklaması sürecin özünü çarpıtan, üstenci bir açıklamadır.
Olması gereken, Anayasa Mahkemesi’nin bir an önce ilgili kanun maddesini iptal etmesidir. Böylelikle, yok hükmünde bir kanun maddesi ile kendisini “eleştirilmez” kılan, hukuksuz olarak binlerce yurttaşın hayatını farklı biçimlerde etkileyen ve istediğinde de affeden bir Cumhurbaşkanı keyfiliğinden de kurtulmuş oluruz. (AE/BK)