HDP’den Selahattin Demirtaş’ın, AKP’den de Tayyip Erdoğan’ın isimleri cumhurbaşkanı adayı olarak açıklandı. Beklenen isimlerdi, sürpriz olmadı. Beklenmeyen isim, CHP ve MHP’nin ortak cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu oldu.
Demirtaş ile Erdoğan’ın adaylıklarından çok, İhsanoğlu’nun adaylığı tartışılmakta. Bu da normaldir; ilk iki isim siyasetin merkezinde, bilinen ve toplumun önemli kesimlerinin siyasi temsilcileri. İhsanoğlu ise, büyük ölçüde tanınmayan ve elbette siyasi bir kişiliği olmasına rağmen cari ya da aktif siyasete ithal bir isim.
Bu beklenen ve beklenmeyen isim hususu, sanki bir meşruiyet sorunuymuş gibi, kimileri tarafından kamuoyu algısı oluşturulmaya çalışılmakta: Demirtaş ile Erdoğan ismi meşru, İhsanoğlu ismi ise meşruiyet dışı!
Meşruiyet ile siyasi görüşün özdeşleştirilmesi, kendi görüşünden olmayanı gayrimeşru ilan etmeyi içerir ki, bu durum ötekileştirme yaratarak çoğulculuk karşıtlığına dönüşebilir.
Ancak cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmalarında bundan çok daha önemli bir sorun var: Siyasi tercih.
“Bu benim cumhurbaşkanı adayım değildir” veya “Bu… isteyeceği bir cumhurbaşkanı adayı olamaz” gibi (üç noktalı boşluk Kürtlerin, Alevilerin, ulusalcıların, solcuların vb. şekilde doldurulabilir) açıklamalar yapılmakta.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde mevcut durumu dikkate almadan salt siyasi görüş üzerinden bir tercihin ilkeli olabileceği ama isabetli olmayacağı kanısındayım.
İlke demişken, bunun üzerinde en çok Marksist sol durur. Ne yazık ki sosyalist solun pratiklerinde bu ilke meselesi çok kez bir donmuşluğu, muhafazakarlığı ifade etti. Aynı sol, somut koşulların somut tahlili gibi dönüştürücü bir siyasi cümleyi sakız etmişken, ilke fetişizmine sıkça düşmekten kurtulamadı. Elbette bu tespit Makyavelizmciliği ve sıvının kaba göre şekil alan bir pragmatizmi haklı çıkarmaz.
Demem o ki, Engels’in söylediği gibi, ilkeler hayata uygulanmazlar, hayattan çıkarılırlar.
İlke ve somut koşullar meselesine gelince; cumhurbaşkanlığı seçiminde, yani eşzamanlı (eşanlı) bir durumun çoklu nedenlere dayandığını görmek gerekiyor.
Bir diğer deyişle bu seçim, çok yönlü bir denklemi içermekte.
Herkes kendi durduğu yerden aday tercihleri için haklı nedenler ileri sürebilir ki, bu doğrudur da.
Eşanlı durumun çoklu nedenleri
Ekmeleddin İhsanoğlu benim cumhurbaşkanı adayım değildir!
Tayyip Erdoğan hiç değildir!
Selahattin Demirtaş benim adayımdır!
Aleviler, Kürtler veya başka kimlikler için doğru aday kimdir?
Kaldı ki o kimlikler monoblok değiller ve önemlisi de, bir Alevi aday, bir Kürt aday, bir solcu aday saptansa bile, o da benzer tartışmaların muhatabı olacaktır.
Demek ki burada kişi veya grupların siyasi görüşleri önemli olmakla birlikte, cumhurbaşkanı adaylarının saptanmasında ve seçim tercihlerinde salt bu noktayla sınırlı hareket etmek, denklemin çok yönlü olduğunu görmemek demektir. Eğer cumhurbaşkanlığı seçimi (genel veya yerel seçimler demiyorum) tek nedenli bir denklem olsa, orada sorun senin gibi düşünenlerle senin gibi düşünmeyenler arasında geçen paralel akışkanlı bir seçim yarışı olur.
Ancak cumhurbaşkanlığı seçiminde mevcut durum beni bir başka tercihe zorluyor.
Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını istemiyorum!
Herkesin cumhurbaşkanı olacağını söylüyor, inanmıyorum.
Daha düne kadar bu toplumu kimlikleri ve siyasi duruşları üzerinden parçalayan, düşmanlaştıran tavırlarını, kin ve tehdit akan o dilini unutacak mıyım?
Herkesin cumhurbaşkanı olacağım demesiyle, o tek adamlığa soyunmuş, herkese ayar vermeye çalışan, tek tipçi dünya görüşünü devletin her türlü imkânını sonuna dek kullanarak uygulamaya çalışan apoletsiz vesayetçi pozisyonundaki Tayyip Erdoğan’a inanacak mıyım?
Muhalif işadamlarına keyfi vergi denetlemeleri yapılarak cezalar kesildiği, yandaşlarının yüzlerce milyon vergi cezalarının silindiği bir ülkede ben kime, neye güveneceğim?
Bunun gibi yüzlerce olayın basında, yargıda, eğitimde, kamuya eleman alımında, iş dünyasında, imar ve ihale mevzuatında cereyan ettiği bir ülkede ben kime, neye güveneceğim?
Taraf gazetesinde Tuğba Tekerek’in Çağlar Keyder ile yapmış olduğu röportajı alıntılayarak yayınlayan “Küyerel” de, Keyder mevcut durumu ve Erdoğan’ı şöyle anlatıyor: “Ahbap çavuş kapitalizmine, bazıları patrimonyal kapitalizm diyor. Padişahlıkta mülkle devlet aynı şeydir, patrimonyal kapitalizmde de bir insan tek başına, bütün mülk onunmuş gibi karar verir: ‘Bunların hepsi benim, istersem şuraya köprü, şuraya havaalanı yaparım’.”
Böyle bir kapitalizm, böyle bir Erdoğan var!
Bir yanda milliyetçi, Kemalist, ulusalcı, oligarşik devlet eksenli siyasetin parametreleri olmaktan öteye gidememiş MHP ve CHP var.
Bir yanda esas olarak Kürt hareketinin tarihsel ve toplumsal taleplerinin taşıyıcısı ve Türkiye siyasetini demokratikleşmeye zorlayıcı HDP var.
Mevcut durum ve tercihim
Yazının bu aşamasında cumhurbaşkanlığı seçiminde kimi tercih etmeliyim sorusuna somut cevap vermenin sırası geldi.
Selahattin Demirtaş ilk tercihimdir ve seçim ikinci tura kalırsa, kazanamayacağı için tercihim olmaktan çıkmak durumunda.
Tayyip Erdoğan’ın kazanması halinde ortamın daha bir baskıcı ve çatışmacı hale geleceğini düşünüyorum. Kürt sorunun çözümü hususunda da güven verici (keşke çözümü doğrultusunda nitelikli adımlar atılabilse) görmüyorum. Ve tercihim olması mümkün değil. Elbette Erdoğan’ın kazanması birtakım tehlikelerin işareti olsa da, her şeyin sonu ve korkunç bir durum demek değil. O kadar da karamsar ve umutsuz olmaya gerek yok.
İhsanoğlu’nun kazanmasıyla ne demokratik bir anayasa yapılacak ne de başta Kürt sorunu olmak üzere kimlikler sorunu çözülecek. Kaldı ki, mevcut haliyle cumhurbaşkanlığının yürütme üzerinde kalıcı yaptırımı olmadığından, hükümet bildiği yolda devam edecektir. Kazanması halinde bir ihtimal ki MHP ve CHP, mevcut siyasi duruşlarının doğruluğu konusunda kendilerini daha bir emin hissedecek ve şımaracaklardır. Gelişerek dönüşmek yerine, muhafazakârlıklarına devam edecekler. MHP de değil (onun özeleştiri derdi yoktur) ama zayıf da olsa CHP içindeki özeleştiri ipuçları silinecektir. Bu durum, toplumun hiç de hayrına değil.
Tıkanmış siyasetin aşılmasına kapı aralanması ihtimaline, AKP hükümetinin vesayetten boşalan yeri oligarşik anlayışla doldurması ve özellikle Tayyip Erdoğan’ın diktacı kişiliğine karşı Ekmeleddin İhsanoğlu’nu tercih edeceğim. İhsanoğlu’nun kazanması, bir ihtimal ki, Erdoğan’ın çoğunluk şımarıklığına ve AKP keyfiyetine fren koyar. Yine bir ihtimal ki, CHP içerisinde Kürt sorunun çözümünde yeni kanallar açar.
Bütün bunlar, eşzamanlı (eşanlı) bir durumun çoklu nedenlere dayanmasının verileridir.
Onun için “cumhurbaşkanı adayım, adayımız” gibi saptamayı salt kimlik/ ideolojik/siyasi odak üzerinden yapmanın eksik, eksik olduğu için de yanıltıcı olduğu kanısındayım.
Eşanlı durumun çoklu nedenleri üzerinde düşünmek gerekir. (HŞ/HK)