Kıyameti havada karşılıyorum
21 Aralık günü çok erken saatlerde kalkıp İstanbul'a uçmak üzere Diyarbakır midibüsünü bekliyorum. Saat 05'te uyanıp traş oluyor, kahvaltı yapıyor ve bekliyorum.
Saat 06'yı geçince organizatör Erdal'ı arıyorum.
- Unuttunuz mu yoksa? "Melekil mevt unutsun" demeden cevaplıyor:
- Vallahi unuttum.
Neyse ki, ceremesini çekerek bir taksi tutup beni yetiştirdi.
Ancak Diyarbakır'da hasta ve yaşlıları yine eski bahaneyle 20-30 metre daha gitmeden indirdiler. Allah'tan hava yağışlı değildi. Mazereti "Diyarbakırlı şöfor esnafı" oldu. İnsanın "DEVLET YOK MU" diye bağırası geliyordu.
Milim kar yok
Bu eziyete TV'ler "İstanbul kara teslim" çığlıkları atarken, kıyamet gününü havada karşılayıp, aşağıdaki felaketten korunmak amacıyla sineye çekmiştim. İstanbul'a vardığımızda yerde ne kar vardı ne de kıyamet alameti. Havaştaş otobüsüyle Taksim'e çıkarken eve telefon açıp bağırmaya başladım:
"Hiç endişe etmeyin, İstanbul'da yerde bir milim kar yok, hava günlük güneşlik. TV'lere gülüp geçin."
Evde gülüp gülmediklerini bilmiyorum ama, otobüstekilerin tebessümleri bana hak verdiklerini gösteriyordu.
Büyülü bir ortamda yürüyüş
Valizimi Nippon Otel'e bırakıp, hızla İstiklal caddesine fırlıyorum. Kalabalık hızla akan bir nehir gibiydi.
Kilosu 50 liradan satılan iri-yarı kestanelerle içimi bir güzel ısıttım.
İstiklal caddesinde yürürken kendimi büyülü bir ortamda hissediyordum. Tünel'e doğru hızlı adımlarla yürürken önce keman çalan fakir İstanbul kadınına, sonra da saz çalan yoksul Anadolu insanına yüreğim burkuluyordu.
Cafe-lokanta-kütüphane karışımı Ada'da açlığımı bastırıp, geri dönerken bir misyonerin İncil ve CD'sini hatıra fotoğrafı çekme karşılığında kabul ediyor ve otelde unutuyordum.
Tiyatro arayışı
Gözlerim boşuna tiyatro aradı. Ama geceye iki film sığdırdım. Önce tarihi Yeşilçam sinemasında geçmişteki ölümlü açlık grevlerini anlatan Simurg filmini izlerken, yakın aylarda Siirt'te sonuçlanmasında katkı verdiğim açlık grevlerini anımsayarak bu filmin mutlaka herkes tarafından izlenmesi gerektiğine inandım. Ne yazık ki salonda dokuz kişiydik.
Bu üzüntüyle Elveda Katya filmine yetiştim. Koca salonda bu sefer sadece iki kişiydik.
Antraktta bir kahve isteyip, büfeciden bize bu acı gerçeğin fotoğrafını çekmesini rica ettim.
Laz müziğiyle bezeli bu Karadeniz dramı da izlenmesi gereken bir değerdi.
Ertesi gün Taksim'den Tepebaşı'ndaki ilk göz ağrım; asırlık, eşya müzesi ve papağanlı Büyük Londra Oteli'ne geçecektim.
100 yıl önceki bugün
Taksim meydanındaki heykel önünü yuva yapan güvercinler arasından geçerek, çiçekçilerin sonundaki yüzyıl önceki 1912 yılı eski yazı gazetelerin sergisini gezip, İkdam, Sabah, Tanin, Alemdar gazetelerinin haberlerini, Latin harflerle seçilen önemli haberlerini okudum.
Vallahi yazdıkları bugünkülerden farksızdı.
Âma müvezzi
Tramvaya giderken belki de İstanbul'un tek müvezzi (seyyar gazeteci) önümde Fransız Kültür Merkezi önüne gitmek istiyordu. Yardımcı oldum. Söyleşi yapmaya yanaşmayıp üstelik kızdı. Hoşgördüm. Sonra aşağıya yöneldim. Hacı Bekir'den bir kutu klasik şekerleme aldım.
Osman Hamdi'nin "Kaplumbağa"sı
Otelin yanındaki Pera Müzesi'nde ressam Osman Hamdi'nin orijinal "Kaplumbağa Terbiyecisi" tablosunu gördüğümü hatırlayarak ara sokaklardan ana caddeye çıkıp, Yapı Kredi Yayınevi'ne girip, bir bilge kişinin "çok kitap okumazsan, çok kitap karıştır" tavsiyesine uyup camında "DUVARLAR BAKMAK İÇİNDİR, DUVARLARINIZI BOŞ BIRAKMAYIN" diyen bir sanat atölyesinden aşağı kayıp sola döndüm.
Cezayir'in önündeki yosunlardan yeşile çalan boyalı dar kaldırımı yürüyerek Çukurcuma'daki antikacıları hayranlıkla temaşa ederek yokuşa sarıldım.
İnternet gazeteciliğinin önderi bianet'te
Türkiye'nin en demokrat, devrimci ve özgürlükçü ve mensubu olmaktan onur ve gurur duyduğum bianet (Bağımsız İletişim Ağı) ofisine gelmiştim.
Önder ve lider kişilerin buluştuğu korkusuz gazeteci mabedinde yeni değerlerle tanışıp, eskilerle bağlılığımızı pekiştirdik. Tam bu sırada komşu minareden ezan okunmaya başladı. Bu cami Mimar Sinan'ın en kübik mabediydi.
Birden içimden bu camiye imam olmak geldi. Çünkü 52 yıl önce bir polemik üzerine imamlık sınavına girmiş ve rahmetli müftümüz Cevat Durceylan tarafından yapılan sınavı kazanarak Münkedir Camii'ne tayinim çıkmıştı.
27 Mayıs ihtilali döneminde olan bu olay siyasi mülahazayla "sınav imam ve hatiplerin fevkinde görüldüğünden iptal edilmiştir" gerekçesi üzerine ve muhterem bir din adamı olan Durceylan'ın Eskişehir'e sürülmesini de hatırlatarak münhal bulunan Siirt Müftülüğü'ne tayinimi istemiştim.
Günümüzde eski haksızlıkların soruşturulduğunu dikkate alarak ben de bianet'in kurucu koordinatörü, şimdi Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü'nün TBMM'ye bir önerge vererek onun da komşuluk ettiği camiye tayinimi çıkarmasını ciddi olarak istiyorum.
Zivzik narı ziyafeti
Öğle yemeğini çok değerli bir arkadaşın teklifi üzerine, Ağa Cami karşısındaki Zivzikli hemşerimizin ünlü Hacı Abdullah lokantasında yerken "ne içersiniz" teklifine cevabımız "Nar suyu" oldu.
Yakında İstanbul'u terk edecek dostuma "gitme kal" diyerek haykırıyorum : Özleyeceğim.
Büyükada'nın Siirt atları
Bu ayrılığın hüznüyle ayrılırken bir an boşluk hissetmiştim ki kendimi füniküler istasyonunun kapısında bulmuştum. Bir-iki dakika içinde Kabataş iskelesine inmiştim.
En iyisi Büyükada'ya gidip Siirt'ten gönderilen atların çektiği faytonlara binmek diye düşünmüştüm. Yıllar önce tanıştığım Holaniyeli aziz hemşerim Hemmede'yi şimdi buradan selamlıyorum.
Kabataş'tan Adalar'a gidecek vapurun hareket saatini beklerken son gecemde değer verdiğim, sevip-saydığım bir ailenin davetlisi olduğumu hatırlayarak Büyükada serüvenini erteledim.
Örnek aileyle bir başka gelişimde büyük bir kalkan balığıyla ağırlanmıştım. Bu sefer Arnavutköy'de karar kılmıştık.
İskele karşısındaki "kalite ve lezzetin adresi" çeyrek asırlık "Gaziantep Fıstık Kebapçısı" bana Siirt'te merhum Hacı Fazli'nin lezzet kokan mütevazı dükkanını, bıçak kebabı da komşumuz Durak Kebapçısı'nı hatırlattı.
Soframız çok renkli ve zengindi. Dört ustanın saygılı servisi 40 yıl hatırı olan sade kahveyle son buldu.
Ailenin Kuzey-Güney'in jönü Kıvanç Tatlıtuğ'un benzeri erkek evlatları anne-baba ve kızkardeşini evde bırakırken benim de Etiler'de bir tur atmama yok demedi.
Önce İstanbul sosyetesinin prestij mekanı "Nusret"e uğradık. Ardından iki dev at heykelinin süslediği Çin lokantasını görerek mutlu gecemizi noktaladık.
"Bir sengine yekpare Acem mülkünün feda" olduğu güzel İstanbul ve bütünü güzel insanlarına ve aziz hemşerilerimize Siirt'ten binlerce selam!.. (CK/YY)