Hep yazılıyor, ben de yazdım. Türkiye’de derin bir yarılma söz konusu. Aslında yarılma en çok etkileşime girdiğimizde ya da girme ihtiyacı içinde olduğumuzda hissettiğimiz bir sosyolojik durum. Çünkü Anderson’un dediği gibi asıl olarak bütünlük hayali veya koşullara bağlı kurulan bir şey.
Elbette ayrışacak, farklılaşacağız. Ama içinden geçtiğimiz süreçte bölme oyununu kuran hep iktidar oluyor. Öte yanda Türkiye ciddi bir demokrasi bloğu yaratma sancısı içinden geçerken, parçalanmışlıklarımız ve yarılmalarımız daha belirginleşiyor. Üstelik iktidar tam da bu yarıkların açıldığı yerleri tekrar tekrar deşiyorken, daha derinden hissediyoruz kopukluklarımızı ve yanlızlıklarımızı. Yakın gelecekte bu parçalı halimiz, zenginliğe dönüşür mü? Her ayrışmayı sorguladığımda gerisinde ne kadar uzun ve sancılı bir tarihin yattığını görüyorum. Ama tarih akışkan. Bilemiyorum…
Bugün konuşulanlar; AKP’nin içinden bir kopuş; CHP’ye farklı alternatif ve Alevi daha doğrudan seslenen bir parti vs. vs. Bu tip gelişmelerin önümüzdeki süreçte ihtiyaç duyulan radikal demokrasi projesi temelinde ortak zenginliğimizi yaratma fikrine iyi gelip gelmeyeceğini ön görmek önemli. Benim hissiyatım olumlu yönde. Ama “Keşke bu farklılıklar ortak bir projede birleşebilseydi” diye de aklımdan geçirmeden edemiyorum. Çünkü bu durumun pek çok insanı birbirinden ayrıksı ve bağımsız davranmaya zorlayacağını, siyasal ve toplumsal parçalanmayı arttıracağını düşünüyorum ve hatta bundan endişe duyuyorum. Ama endişem şu anda yaşadıklarımızı düşününce azalmıyor da değil. Bundan daha kötü ne olabilir?
Konuyla ilgili endişemi açayım. Bana kalırsa Türkiye’nin geleceği, hükümetin karşısındaki cephenin bu şekilde dar konum alışlar üzerinden genişlemesinin ötesinde, yeni bir ortak yaşam tahayüllünde ve projesinde gizli. Böyle bir projeyi hayata geçirmek yönünde irade gösterebilenler bu sürece öncülük edecekler. Yani bir negatif, yıkıcı siyaset dışında, geleceği kurmaya aday olduğu konusunda inandırıcı bir toplumcu proje sunabilen bir çizginin aslında başarılı olmaması pek mümkün değil. Ancak ne yazık ki şu anda en acilinden şu zorba gitsin deniyor.
Bu nedenle herkes bulunduğu konumdan tepkisel bir siyaset örüyor. Partiler buna endeksli çoğalmak istiyorlar. Anlaşılır bir tepki. Gerçekten tahammül sınırlarını zorluyor hükümet. “Güvenlik”, “alternatifsizlik” gibi kaygılar üzerinden kendi tabanı ve finans çevreleri üzerinde kurduğu kontrol de bir yere kadar. Ama muhalif cephede devam eden bu dağınıklık ve inandırıcı olmaktan uzak siyaset sürdükçe iktidar bloğundaki beklenen çözülmenin ne zaman geleceği de belirsizleşiyor.
Bu süreçte ilk merhale Cumhurbaşkanlığı seçimleri. Biz neden seçiyoruz vs demeye kalmadan gelip çatan Cumhur başkanlığı seçimlerinde, CHP-MHP yakınlaşıp ortak bir aday belirleme eğilimi içerisinde siyasetsiz bir muhalefeti temsil etmeye devam edecek görünüyor. Öte yandan AKP’nin Erdoğan’ı göstereceğine pek çok yorumcu neredeyse kesin gözüyle bakıyor.
Halk seçiminde kendi yüzde 40’ına güvenen bir parti olarak AKP seçime böyle girerse, sınanan sadece AKP olmayacak, Tayyip Erdoğan’ın liderliği de sınanacak. Öte yandan AKP içinde kendilerini içeriden vuranlara, komploculara karşı bir birleşme söz konusu olsa da bu durumun reel sınırlarını bu seçim de göreceğiz. Ve benim beklentim başarıya rağmen ikinci bir düşüş yaşanmasıdır.
HDP ise üçüncü bir yol mümkün diye yola çıkacak. HDP yeni bir rota olarak, daha çok etnik temelli ve bölgesel siyasetini, radikal halk demokrasisi ve Türkiye üzerinden yeniden kurarken, Cumhurbaşkanlığı seçimi belki hala biraz erken, ama önemli bir sınav gibi duruyor.
Açıkça halk demokrasisi veya radikal demokrasi adına güçlerini Batı’daki demokratik örgütler ve toplumsal dinamiklerle birleştirmekten yana tavır alan Kürt hareketi, ciddi bir risk alarak parlamenter siyasette liderliği BDP’den HDP’ye devrediyor.
Bu geçiş henüz kendini tam olarak tanıtamamış olan HDP’nin çok titizlikle davranmasını gerektiren bir süreç. Bu ve Türkiye partisi olma yolunda atılan tüm adımlar, HDP’nin aynı zamanda kendi özgün siyasal çizgisine uygun bir aday konusunda da iddialı olmasını gerektiriyor. Yerel seçimlerden gerekli dersleri aldığını umduğumuz HDP’nin temel görevi ise Türkiye siyasetini ikiye bölen ve hiçbir tarafın toplumcu demokrasi yönünde bir yeniden yapılanmayı önüne katmadığı bu suni siyasal kutuplaşmanın parametrelerini dağıtacak bir hamle yapması. Bu nedenle kafaları karıştıracak, kalıplaşmış seçmen kiteleleri dışındaki geniş halka seslenmeyi başaracak bir isim, AKP’nin de CHP’nin de duruşunu sarsabilir.
Türkiye’nin tabandan ve toplumcu bir siyasete evrilmesi için, Reisi bahane edip Cumhuru yeni bir siyasi çizgide hareketlendirecek, en geniş kesimlere ulaşabilecek ve var olan iki kutuplu siyasetin parametrelerini sarsacak, bozacak, karıştıracak bir isimle ilk tura girilmesi anlamlıdır. Eğer bu siyasal tavırdan bir sonuç alınamıyorsa bu ikili sistemi boykot etmekden başka bir çıkış kalmıyor gibi.
Kısaca Reis seçimi "Cumhur"un yeni bir siyasal anlayışa yakınlaştırılması için bir fırsat. Yeni süreçte parlamenter siyaset açısından HDP gerçek bir seçenek olduğunu Cumhur için önerdiği “başkan” adayıyla da kanıtlamalı… Asıl önemsediğinin de Reis veya Reislik müessesi değil Cumhur olduğunu bize anlatmalı… Resi bu anlamda sembolik olduğu kadar maddi bir öneme sahip…
* Doç. Dr. Betül Yarar, Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi