Bu ülkede tuhaflıkların sonu bir gün gelir mi, bilmiyorum. Olur olmaz bir anda yaşanan, şaşkınlıkla karşılayacağınız o kadar çok örnek var ki bu sıralar. Şimdi anlatacaklarım da bunlardan biri.
Bu tatil kasabasının şirin bir kumsalı vardır. Adını dalları suya değecek kadar uzanan iğde ağaçlarından alır. Ben ve benim gibiler yazları bu sahilde denize gireriz hep. Dar bir şerit olarak uzanan kumsal her gece rüzgarın taşıdığı dalgalarla yosunlardan ve çöplerden arınır, yürürken ayaklarınız incecik kuma gömülür, sabahları suyun sahile vuran hışırtısı karşılar sizi. Kıyıdaki küçük taşlar denize girenlere biraz zahmet çıkarsa da kendinizi sulara bıraktığınızda çektiğiniz eziyet unutulur.
Hikayenin devamı başı gibi gelmeyecek ne yazık. Anlatmasam olmaz... Öğlen saatlerine doğru her kıyıda olduğu gibi geçici süreliğine burayı keşfetmiş tatilciler bu masum ve duru sahili ellerinden ne geliyorsa kirletmeye koyulurlar. Tenlerini ilkin kızartacak, daha sonra esmerleştirecek güneşin altında sahile sere serpe yayıldıktan sonra burada manzara birden değişir. Manzara dediğime bakmayın, görüntü bozulur demek istiyorum; içilmiş sigara izmaritleri, yemiş kabukları, boşaltılmış su şişeleri, kağıt peçeteler, sigara kutuları, bezler; aklınıza gelebilecek envaı çeşit atılmış nesneler kumsalı doldurmaya başlamıştır.
Bizim gibi sahile erken zamanlarda gelenler bunların bir kısmını az önce dediğim gibi, akşamki rüzgarın dalgalarıyla denize taşındığı için görmezler. Ama hatırlatmak isterim ki deniz daha sonra bu aldıklarını yapanlardan intikam alırcasına sahile yeniden taşımasını bilir, utanan utanır, utanmayanlar gördüğü kirlilikten şikayet eder dururlar.
Sözün kısası güzelim plaj her gün, gündüzün ikinci yarısında güneş tepeye vardığında yeniden kirlenmeye başlar. Eğlencenin tam kıvamına geldiği akşam üstü saatlerinde ise kumsal boydan boya, anlattığım nesnelerin örttüğü alışılmış görüntüsüne yeniden kavuşur. Biraz ileride, denize arsızca uzanan, hayır sever sahibi bilinmeyen birinin yapmayı başardığı, demir ayaklar üzerinde oturtulan iskelenin yanındaki iğde ağaçlarının altında ise başka bir alemdir.
İskelede oturmanın ve denize atlamanın yasak olduğunu hatırlatan uyarı levhası ise tam evlere şenlik bir konudur.
Eğlenmeye ve yüzmeye hasret tatilciler bu güzelliği hayran hayran seyre dalarlar. Bir yandan da yerlere serilmiş kilimler üzerinde devam eden kahvaltı sofrasının zevkine kendilerini kaptırırlar. Ayrılırken ise son defa seyrettikleri gün batımında, yenen karpuz kabukları, içilmiş bira kutuları da eşlik eder onlara. Bazıları için bu eğlence, ufkun seyri doyumsuz kızıl bir renge büründüğü saatlere kadar devam eder. Sonra ağaçların gölgesine çekilen arabalarına biner, giderler. İğdeli plajında bir gün daha tüketilmiştir. İçi boşaltılmış içki şişeleri, yemek kapları gibi...
Ağaç altları, gölgede bekletilen arabalardan ve misafirlerinden kurtulup tenhalaştığında bu özgürlük pek uzun sürmez;
ortalığın halini anlatmaya çalışıyorum. Eğlence, akşamın serinliğine hasret, eğlenmeye düşkün birlerinin gelmesiyle başka bir renge bürünür. Artık burada sesi sonuna kadar açılmış radyodan duyulan garip bir müziğin eşliğinde, eğlence çadırı işlevi gören iğde ağaçlarının geceye karışan karanlığı başka bir hayata tanık olur. Yakındaki sahil evlerinde huzurlu bir yaşam hayaliyle (komisyoncuların satarken anlata anlata bitiremedikleri) bu koya gelip yerleşmiş ahali için ise gazap saatleri başlamıştır. Tedirginlik bazı geceler o kadar yüksek boyutlara tırmanır ki, dinlerken hallerine acırsınız. Anlatılanlar başka bir dehşet hikayesidir sanki. İmzalar toplanmış, toplu dilekçeler verilmiş, hatta defalarca polise ihbarda bulunulmuş ama fayda sağlanamamıştır.
O gün deniz dönüşü, elimdeki yüklerle kumsalda bir süre yürüyüp arabamı her gün bıraktığım ağacın altındaki yere yaklaşınca beynimden vurulmuştum.
Ağacın gölgesinde bekleyen arabam, ellerimizdeki şemsiye ve çantalarla kalakalmıştık. Arabamızı park ettiğimiz ağaçlık bölgenin girişine konmuş üç adet beton bariyer ile duvarlar arasında hapsolmuştuk. Ne arkaya ne ileriye kıpırdayabiliyorduk. İlk aklıma gelen İğdeler altına konaklayan diğer insanlara neler olup bittiğini sormak oldu. Buraya bir saat kadar önce (bizler biraz ileride denizin keyfini çıkartırken) gelen zabıta ekipleri çekicileri ile yolu kapatmışlardı. Ne yapmalıyım diye düşündüm önce. Tam o sırada bariyerlerin başladığı köşedeki bahçeli villanın sahibesi hanımı görür görmez bir de ona sorayım dedim. Aldığım cevap beni metrelerce havaya zıplatacak güçteydi. Kullandığı sözcükleri sopa gösterircesine seçen öfkeli hanımefendi, zabıtayı kendilerinin çağırdığını, isyan noktasına gelmiş bir ruh haliyle karşısındakini şikayet konusu olayın içine dahil ederek anlatırken, onu kızdıran olayların benim gibi sadece denize girmeye gelenlerle bir ilişkisi olamayacağını aklından bile geçirmiyordu. Ona göre, buraya bundan sonra kimse arabasını bırakamayacak, kimse canının istediğini yapamayacaktı. Bu alanın kendi mülkiyeti sayılamayacağını, böyle bir kısıtlama hakkına sahip olmadığını hatırlatmam fayda etmiyordu ne yazık. Israrcı ve tepkili tutumum devam edince de, haklı olduğumu kabullenmek yerine şikayetimi belediyeye iletmemi söyleyip oradan öfkeyle uzaklaştı.
Bu oldu bitti ile mücadele etmenin anlamı yoktu; arabamı buradan nasıl çıkartacağımı düşünüyordum. Bereket versin ev sahibesinin eşi vicdanlı biriydi, beton blokların arasından geçmemi sağlayacak şekilde duvarına dayanmış taş yığınlarını kaldırıp yolun genişlemesini sağladı. O sırada araba içinde onu beklerken arkamdaki sinirli bir tatilcinin eleştirisine maruz kaldım. Bana "yürüsene kardeşim" diye bağırıyor, yolu açmamı istiyordu. Kullandığı araba bariyerlerin arasından geçebilecek ölçüdeydi. Sabırsızlığı ile bencilliği arasına sıkışan dünyasındaki bir balkondan bakıyordu her şeye. Ama şimdi onunla uğraşacak halde değildim...
İki gün sonra olay mevkiine intikal ettiğimde (güvenlik elamanları da hep böyle konuşurlar ya!) gördüğüm manzara işin aslını öğrenmeme yetiyordu. Ev sahiplerinin istekleri bir ölçüde karşılanmıştı. Üstelik bizden sonra arabaların çıkacağı alternatif çıkış istikametinde de yol taşlarla trafiğe kapatılmıştı. Böylece ev sahipleri evlerinin önünü kapatan arabalardan kurtulmuşlar, derin bir nefes almışlardı sanırım.
Korunması gereken plaj, bu olup bitenlerden habersiz kendi halinde eski yaşamına devam ediyordu. Belki daha ileride bu bölgeye girmeyi tamamen engelleyecek başka önlemlere ihtiyaç duyulacak, bölgede yaşayanlar verdikleri mücadelenin haklı gurunu yaşayacaklardı. (AG/AS)