Irak labarotuarı
Bu yeniden inşa eylemi, bir laboratuar gibi diğer gelişmekte olan ülkelerde nasıl bir büyüme stratejisi izleneceği konusuna da ışık tutacaktı kaçınılmaz olarak. Iraktan sonra eski büyüme stratejilerinin kökten değişmesi söz konusuydu artık. Bir şeyler sıfırdan yapılarak öğrenilecekti. Iraktaki beklentilerin öncülleri, Latin Amerikada, Birinci Dünya Savaşı sonrası Economic Commission For Latin America (ECLA) bağlamında geliştirilen yapısalcı büyüme stratejilerinde ya da İkinci Dünya Savaşından sonra Keynesyen iktisadi politikalar örneklerinde bulunabilirdi.
Buradaki kararlılık hali, Afganistan için olan kararsızlık haliyle karıştırılmamalı. Afganistanı da dümdüz ettikten sonra ABD idaresi bu ülkenin inşasından sorumlu olduğunu, Afganistan halkına refah ve zenginlik getireceklerini açıklamıştı. Afganistanın başındaki Amerikanın adamı Karzai, vaad edilen yardımın yapılmadığını görünce doğru ABDnin yolunu tutmuş ve geriye yanında otuz beş milyonu beş yıldızlı bir otelin yapımının tamamlanması için verilmiş olan altmış milyon dolarla dönmüştü. Açıkçası ABD, Afganistanı, Çini enterne etmek için bir üs olarak kullanabileceği kadarıyla önemsemişti. O kadar da para harcardı...
Büyüme stratejisi var mı?
Irak için durum farklı. ABD, Irakı yeniden inşa etmek için gerçekten kararlı. Çünkü Irak yeniden inşa edilmeyi finanse edecek kadar parayı çıkaracak kaynaklara sahip. Amerikan idaresinin hesaplarına göre Irakın yeniden inşasının 480 milyar dolara mal olacağı tahmin ediliyor. Irak petrol satışlarından senede 20 milyar dolar kazanıyor. Irak kendi kendisinin ABDnin karar verdiği şekilde yeniden inşasını bu petrol gelirleriyle finanse edecek. ABD bu kaynakların bulunduğu kuzey Irakı da kendi kontrolü altında tutacak doğallıkla. Bundan sonraki tek beklentimizin Irakın inşasının gerçekleştiğini görmek olacağı açık.
ABDli sivil sömürge valisinin icraatlarını tüm abartısıyla Batı medyasından takip ediyoruz. Bu icraatların hiç biri savaşın bitiminden bu yana ne barışın sağlanabilmesini ne de temel sorunları çözebilmiş durumda. En basitinden elektrik, su, temizlik, sağlık gibi konular hala sorun. Kovayla para harcayan Irak bir türlü düzelemiyor.
Çünkü ABD Irakta hiçbir alanda ne ne yaptığını, ne de ne yapacağını biliyor. Yani, yukarıda bahsettiğimiz ECLA ya da Keynes örneğinde olduğu gibi bir büyüme stratejisi nedense üretilemiyor Irak için.
ABDnin Irakta tam anlamıyla bir çıkmaz içinde olduğunu pek çok aklı başında yorumcu da belirtiyor. Durum bu merkezdeyken TBMMnin, Türk ordusunun Iraka girmesi için hükümetin sunduğu tezkereyi kabul ettiği haberi geliyor. Meclisin kabul ettiği bu tezkere de Irakın yeniden inşasına gönderme yapıyor. Türk ordusunun, Irak halkının tümünü kucaklayarak güvenlik ve barışın inşasının yanı sıra, temizlik, alt yapı, sağlık hizmetleri de vereceği belirtiliyor. ABDnin Iraka Türkiyeyi sokmasının ardında belli bir büyüme stratejisi geliştirmeyi amaçladığı da açığa çıkıyor.
Türkiyenin lebensraumu
ABD başkanının yukarıda bahsettiğim Irakı yeniden inşa etmek konusundaki kararlılığını besleyecek alternatif bir büyüme stratejisinin olmaması Irakı potansiyel bir kargaşa merkezi haline getiriyor. Stratejisizlik siyasi hedefleri belirsizleştiriyor. 1960lardan itibaren büyüme iktisatçıları tarafından geliştirilen ve neo-konlara malzeme sağlayan liberalizm merkezli stratejiler bırakın Afganistan ve Irakı, beklentilerin aksine, gelişme düzeyleri çok ilerideki ülkelerde bile işe yaramıyor. ABDnin elindeki liberal kapitalizm merkezli büyüme politikaları iflas etmiş durumda ve bunların yerine neyin geçeceği belli değil. ABD büyük bir olasılıkla kendisine yol açmak için Türkiyeyi devreye sokmaya çalışıyor. Türkiyeyi riske ortak ederek, riski dağıtmaya çalışıyor. Bölgede kendi işine geldiği şekliyle Müslüman, liberal bir oluşum için Türkiyeye yaslanıyor.
Tezkerenin ikinci önemli boyutu, Türkiyedeki toplumsal formasyonun geri çevrilemeyecek şekilde değişip değişmediğinin habercisi olması ile ilgili. Bugüne kadar takip edilen Yurtta Sulh, Cihanda Sulh politikası temelde oluşan bir iktisadi dönüşüm nedeniyle terk ediliyormuş izlenimi veriyor. Dış politikadaki gelişmeler sanki içerideki sınıfsal yer değiştirmelerin doğal bir sonucu gibi. AB içinde ABDnin kılıcını sallamak işlevi de üstlenen Türkiye adeta kendi lebensraumunu yaratmaya çalışıyor. Bundan birkaç sene önce ABye girmek istiyorsak kendi Cumalarımızı bulmamızı öğütleyen Belçika Başbakanının Ankara ziyareti sırasında söyledikleri hala hatırlardadır. Misak-ı milli karşıtı çıkışların ardında sömürgeci bir takım beklentiler olduğu görünüyor. ABDnin askeri varlığının şimdiki düzeyde bulunduğu bir Orta-Doğu, bölgede nüfus alanı arayan Türkiye egemenlerinin çıkarlarının daha güvenli korunacağının da adeta garantisi oluyor.
Sola düşen...
Demek ki, hükümet ABDnin ardına sadece geçenlerde alınan 8,5 milyar dolar etrafında oluşan yanılgılar yüzünden takılmıyor, daha derinde oluşan ve Türkiyenin kendi sınıf dinamiklerinden kaynaklanan çatışmalara da cevap vermeye çalışıyor. 1980lerden itibaren yavaş yavaş biçimlenen sınıf ilişkilerinin kristalleştiği noktada, büyüme stratejisi olmayan bir Iraka sömürgeci niyetlerle girmeye kalkıyor hükümet. Daha önce ABD ile yapılan at pazarlığını da galiba bu ışık altında değerlendirmek gerekiyor. Böyle bir macerada ne tek tek erlerin hayatı, ne de operasyonun siyasi ve iktisadi maliyeti fazla düşünülüyor.
Diğer yandan elde bir büyüme stratejisi olmadan girişilen her türlü askeri harekatın bölgeyi iyice karıştıracağı, karıştırdığı açık. Türkiye ve bölgedeki emekçilerin çıkarları için barış lehine dinamikleri harekete geçirecek olan solun üstüne sınıf oluşumlarını ve sınıfların karşılıklı mevzilenişleri kavrayıp açıklamak gibi bir sorumluluk düşüyor bu dönemde. (SA/EK)