Yakın günlerde şimdiye kadar hiçbir kitabını okumadığım, hatta daha da ötesi kendisinden haberdar olmadığım Andrey Platonov’un Türkçede yayınlanan son kitabı Çukur’u okudum.
Malum! Haylidir sevinçli anlarımızın nadiren payımıza düştüğü zor zamanları yaşıyoruz. İşin tuhaf tarafı “zor zamanların” nerdeyse hiç farkında olmayan adeta kaderine rıza gösteren ve ne acı ki; “sırf doğduğu için yaşayan” o kadar çok insan var ki, yanımızda yöremizde…
Platonov’un Çukur’u doksan yıl önce Stalin SSCB’sinde proleterlerin önlerindeki “güzel günlerinin” planlanması için tasarlanan koca bir yapının temellerinin kazılma sürecini anlatıyor. Leninist sovyetik iktidarın Stalinist pratiğinin sosyalizmin hep gelecekteki soyut ideallerinin yaşanan reel gerçeklikteki somut hallerinin devasa çelişkisini ince bir mizahi anlayış ve muhteşem bir anlatı ile dile getirtiyor Çukur…
Andrey Platonov Çukur* romanını 1930 yılında tamamlar. Ama o yıllar sahiden koca bir imparatorluk yıkıntısı üzerine bina edilmeye çalışılan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği için “zor yıllar”dır…
Adına “reel sosyalizm” denen yapının sürekli “dış düşmanlar” tarafından alaşağı edilmesi tehdidi üzerinden sosyalizmin “eldeki kazanımları”nın korunması çabasının sürekli propagandasının yapılmasının politikasıdır hayatlara sadece yön vermekle kalmayıp, sürgün eden ve son veren…
İşte tam da bu sebeple “dış düşmanlar”ın yaratılmış tehdit algısı üzerinden bir “iç düşman” korkusu ve kurgusunun bir anlamda edebiyata yansıması olarak karşımıza çıkıyor Çukur. Tümüyle bu nedenle 1929-30 yıllarında yazılıp tamamlanan Çukur ancak 1987 yılında eski arşivlerin serbest bırakılması ile gün yüzüne çıkabiliyor ve okuruyla buluşuyor.
Öylesine bir yaratılmış hatta dayatılmış algı ki; emperyalizm çağındaki dünyanın kapitalizm tehdidi ile karşı karşıya kalan ve henüz “devrimini gerçekleştirmiş” bir halkın, tek kurtuluşlunun işçi / emekçi sınıfının iktidarının pekişmesi ekseninde bir mümkünata karşılık Platonov’un eleştirel ve dahi yer yer absürd dili üzerinden edebiyatı…
Çukur’u okurken bilinçaltım beni anında George Orwell’in 1984’üne götürdü. Paltonov’dan yaklaşık 20 yıl sonra 1948-49’larda kaleme aldığı 1984 romanında Orwel’de üç aşağı beş yukarı benzer durumlardan söz etmiyor muydu?
Düşünce Polisi, Düşünce Suçu, her yerde varlık gösteren Tele Ekran ve ez cümle “Büyük Birader”… Totaliter ve baskıcı bir aygıtın denetiminde olan adına “Okyanusya” denilen bir toplumun edebi hikâyesi… Adına “Doğruluk Bakanlığı” denilen bir kurumda çalışan ortalama bir memur- Dış Parti üyesi Winston Smith karakteri- üzerinden korkunç bir baskı altında yaşayan / yaşatılan Okyanusya toplumu. Gerçekle, alaşağı edilip yalanın gerçekliği üzerine kurgulanmış adeta geleceksiz bir toplum tasarımı üzerinden bir dünya…
Geçmiş ve gelecek üzerinden bir kontrol mekanizması tasarlayıp an’ın kontrolünü baskıcı bir muktedir kimlikle hayata geçirerek insanı insan olmaktan soyutlamanın adını koyuyordu bir anlamda Orwell! Üstelik sadece 1984 kurgusunda değil yine bir başka kurgu roman olan Hayvanlar Çiftliği’nde de…
Doğrusu, Çukur’u okuduktan ve Andrey Platonov’un yaşam ve yazın serüvenine tanık olduktan sonra düşünedurdum. Acaba Orwell, Platonov’un Çukur’undan haberdar mıydı? Değildi tabii ki! Çünkü elli küsur sene boyunca Rus Gizli Polis teşkilatının tozlu rafları arasında unutturulmaya terk edilmişti Platonov’un yazdıkları.
Ama kaderin tuhaf tecellisi birbirinden uzak diyarlarda yaşayan ve belki de birbirinden habersiz iki yazar; tartışması, izleri 21. Yüzyıla kadar taşınacak bir trajediye edebiyatlarıyla parmak basıyorlardı.
Platonov insan tekine soylu “sınıfsal” idealler uğruna sunulan soyut gelecek tahayyülüne karşı sıradan bir soru soruyor: “Gaddarca yaşayan, vicdanla ölebilir mi?” Tabii ki hayır. Hiçbir gaddarlık örneğinin vicdana tekabül eden hâline dünya henüz tanık olmadı.
Şimdi benim açımdan yeni tanıştığım böylesine önemli bir dil ustasının diğer kitapları; Dönüş, Can ve Çevengur’u okumak…
Zamanıdır Andrey Platonov’u Metis kitaplarından okumanın… (ŞD/AS)
* “Çukur”, Andrey Platonov, Çeviri: Günay Çetao Kızılırmak, Yayına Hazırlayan: Özde Duygu Gürkan, Metis Yayınları, Eylül 2017, 168 sayfa.