Bu yazıda Brüksel'de tanıdığım bazı mülteci Kürt arkadaşların "barış süreci" üzerine düşüncelerini sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Aktaracaklarım elbette sınırlı sayıda insandan edindiğim izlenim, fakat yine de genel havayı yansıttığı kanısındayım.
Öncelikle söyleyeceğim bu süreçten umutlu oldukları. Ayrıca yaşananı "barış süreci" olarak adlandırmakta ısrarlılar. Çünkü her şeyden önce kendilerinin taraf olduğu, bu yüzdende ülkeyi terk etmek zorunda kaldıkları bir savaşın sürdüğünün farkındalar.
Umutları sadece akan kanın durması değil, bu onlar için aynı zamanda doğdukları büyüdükleri yerlere geri dönebilmek anlamına geliyor.
Kürt Özgürlük Hareketi'nin attığı adımlardan memnunlar. Buna karşılık AKP ve devletin yaklaşımına dair kuşkular taşıyorlar.
Biri şöyle bir benzetme yapıyor "Hükümet neredeyse hiç bir şey söylemeden Kürt'ün her iki elini de tutmuş sürekli sallıyor adeta mal pazarlığı yaparcasına, bir diğer eliyle de Kürt'e ha babam vuruyor".
Burada kastedilen elbette başta Paris Suikastı olmak üzere, Kandil'in bombalanması, linç girişimleri, Kürt öğrencilerin okullarından atılmaları, siyasi soykırım operasyonlarının sürmesi vb.
Bütün bu yapılanlar karşısında her seferinde hükümetin sessiz kaldığı ve olumlu bir adım atmadığını ilave ediyorlar. Velhasıl hükümetin tutumu konusunda güvensizlik var.
Hükümetin entegre stratejisi doğal olarak karşı taraf için bir tedirginlik barındırıyor. Çünkü gerçekte kimse hükümetin ne düşündüğünü kestirimleri dışında bilmiyor. Hükümetin başında da daha bir süre öncesine kadar idamdan bahseden biri olunca bu durum doğal.
Görüşmeler açık olsun
Bu durum nasıl aşılabilir sorusuna yanıtlarıysa, görüşmelerin açık bir biçimde bütün toplumla paylaşılarak yürütülmesi olarak görüyorlar. Çünkü anahtarın toplumun özellikle kültürel anlamda kökten değişmesinde yattığı tespitler arasında.
Eşitlik dahilinde bir arada yaşayabilmek, aynı zamanda Kürtlerin doğal haklarının tanınması ve sürekliliğinin yolunun ancak böyle bir değişimin sonunda olabileceğine işaret ediyorlar. Verilen sözlerin ve kağıtlara yazılan şeylerin iki gün sonra pekala yok sayılabileceğini dile getirirken, toplumsallaşmış bir fikrin öyle bir kalemde silinemeyeceğini belirtiyorlar.
Bir de tabi hükümet ve Türk basınının bu işi olmuş bitmiş gibi sunması dikkat çeken bir husus. Bu da bezirganlık gibi her türlü dalavereye müsait bir mesleği kutsayan bir geleneği temsil edensiyasetcilerin, halkları bıktıracağı, sonra her türlü sonucu kabullendirebileceği, bir psikolojik eşik peşinde olup olmadığı sorusunu da akla getiriyor. Oluşturulan yapay atmosfer yoluyla gerçekte hiç bir şeyi değiştirmeden, bir tür göz bağcılık yaparak süreci tümüyle kendi lehine kullanması endişesi de var.
Bakış açıları ise Türkiye odaklı değil, bütün Ortadoğu'ya yönelik. Kürt halkının özgürlüğünün buralardaki gelişmelerle yakından ilintili olduğunun farkındalar. Rojava-Batı Kürdistan onlar için özel bir umut kaynağı.
Bazı sonuçlar
Ortadoğu'da hemen olmasa bile sınırların değişme olasılığı gündemde. Aynı zamanda, epey bir zamandır da Türkiye'de rejimin bir değişim süreci içinde olduğu herkes tarafından görülüyor. Değişim sürecini AKP ve onun temsil ettiği sermaye kesimleri sürüklüyor. AKP toplumun kendi seçmenleri dahil tamamını bu sürecin dışında tutarak olası "kaza"ları önlemeye çalışıyor. Onların derdi siyasal ve toplumsal iktidarlarını sürekli kılabilecekleri bir düzen tesis etmek.
Barış süreci pekala bu oyunun bozulması için değerlendirilebilir. Bunun da yolu "barış süreci"nin sorunları başta olmak üzere tüm toplumsal hoşnutsuzlukların en geniş kesimlerce açık bir biçimde tartışılmasını sağlamaktan geçiyor. Bu konuda düzenin ürettiği ikilemlere saplanıp kalmadan ve gücümüzü küçümsemeden (çünkü bu güç sınırlı da olsa tartışma bir fay hattı üzerinde yürüyeceği için, aklı selim düşüncelerin karşılık bulma olasılığı da yükselecektir) toplumsal eleştiriyi derinleştirip genişletmemiz gerekiyor. (AS/HK)