Toplumsal uzlaşı veya mevcut düzene halkın rızası/onayı bozulduğunda; gerilim, çatışma, gösteri, yürüyüş veya sokak eylemleri gibi benzer yollardan tepkiler bazen barışçıl bazen de barışçıl olmayan yollardan dışa vurulur.
Politik yetkililer tarafından da "provokasyon", "dış mihraklar" veya "taşeron/piyon olma" gibi yaşanmakta olan olayların sorumlularını dışarıda aramak gerektiğine ve ülke yönetiminde aslında bir zafiyet olmadığını işaret eden söylemler dile getirilir.
Bu söylemler de medya aracılığıyla da kamusal alanda dolaşıma sokulur.
Yazla birlikte artan çatışmalar, ardından da İnegöl ve Dörtyol'da meydana gelen Türk ve Kürt vatandaşlar arasındaki gerginlik ve çatışmalar, siyasi yetkililer tarafından dış mihrakların ve muhalefet partilerinin anayasa değişikliğinin oylaması öncesi hükümet aleyhine kışkırtması sonucu ortaya çıkan olaylar olarak ifade edildi.
Kuşkusuz politik aktörlerin olan bitenlere özgü ekonomik ve politik her çeşit nedeni dışarıda araması ve kendi yönetim zafiyetlerini örtbas etmesi yeni bir tutum değil; özellikle demokrasinin gelişkin olmadığı Türkiye gibi ülkelerde politikacılardan sıklıkla duymaya alışkın olduğumuz bir söylem.
Ne var ki bu söylemin bir gereği olarak "provokasyon"u yapanlar ve neden bu kışkırtmayı yaptıkları ise çoğunlukla açığa çıkarılmayan; unutturulmaya çalışılan ve önemli oranda da başarılı olan bir politika-sızlık-tır. Hatay'ın Dörtyol ilçesinde ve İnegöl'de yaşananlar ise kendisini Türk veya Kürt olarak tanımlayan vatandaşlar arasında düşmanlığın arttığının, artık ortalama insanlar arasında da ırkçı ve milliyetçi söylem ve tutumların arttığının bir göstergesidir.
Ne var ki böylesi önemli veriler çözüm üretmesi gereken politik aktörler tarafından provokasyon, kışkırtma gibi sorumluluğu üstlenmeyen bir tarzda geçiştirilmeye çalışılmaktadır.
İnsan topluluklarının böylesi provokasyonlara açık hale gelmesi, o güne değin sorunsuz yaşayanların küçücük bir kıvılcımla birbirlerine şiddet uygulayabilecek kadar nefret taşımaları ne tür bir birikimin sonucudur... Hangi olaylar zinciri insanları bu noktaya taşımıştır...
Sosyoloji, psikoloji ve tarih gibi alanların bilgi birikimi bu meseleleri aydınlatacak kuramlara ve kavramlara sahiptir. Ancak günlük politika ve ana akım medya böylesi bilimsel yaklaşımlar ve serinkanlılıktan uzaktır. Halka sağduyu ve itidal çağrıları yapmalarına rağmen politikacılar ve medya profesyonellerinin bu üslup ve duruşla hareket etmedikleri görülmektedir.
Daha önceki bir yazımda da konu ettiğim gibi medya profesyonellerinin barış gazeteciliği ve önermelerini izlememeleri, çatışmayı destekleyen eril, milliyetçi ve popülist söylemleri takip eden bir haber dili kullanmaları halklar, toplumsal sınıflar hatta cinsiyetler arasında nefret söyleminin hep canlı kalmasına hizmet edecektir. Özellikle Kürt meselesinde milliyetçi, popülist ve resmi kaynaklara bağımlı habercilik halkta kin ve nefretin artmasına hizmet etmekten başka bir işleve sahip değil. Bugün Türk ve Kürtler arasında rahatlıkla çatışma yaşanıyor; geleceğe değin endişeler artıyorsa bu durumda popülist ve milliyetçi haber söylemlerinin de katkısı olduğu açıktır. İşte bunun için barış gazeteciğine daha fazla ihtiyacımız var. (İC/TK)
* İncilay Cangöz, Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakültesi.