Denizleri kirletmenin 4’te 3’ü insanların karadaki faaliyetlerinden kaynaklanır. Karadan yaratılan hava kirliliğinin emilmesi, karadan gelen atıklar, gemicilik ve kazalar, okyanusları atık alanı olarak kullanma, madencilik, petrol ve gaz arama gibi etkenler doğa tahribatının en keskin nedenleridir.
Okyanus, deniz, göl ve nehirlerin önemli ölçekte endüstri toplum ve devletlerinin çöp deryaları haline gelmiştir. Birçok kıyı kent ve kasabaları atıkları uzun yıllar denizlere attılar. Evlerin kanalizasyon suları (deterjanlar, insan dışkısı ve birçok kimyasallar) en yakın akarsu yada denize dökülür. Son yıllarda atık suların büyük ölçekte arıtılıp akarsular, göl ve denizlere verilmesi ile söz konusu kirlenme durumu minimalize edilmiştir. Yinede su doğallığını çoktan kaybetmiştir.
Salt bu nedenle New York’ta Coney Island plajı doğal görünümünü kaybetti. Daha sonra bu uygulama 1933’te Amerika Anayasa Mahkemesi (U.S: Supreme Court) tarafından yasaklandı. İngiltere’de 1988’de parlamento, atıkların suya veya çukurlara atılmasını yasakladı. 1977 Oslo komisyonu, cıva ve kadmiyum, çözülmeyen plastik gibi tehlikeli kimyasal maddeleri “kara listeye” alarak denizlere atılmasını yasakladı.
İstanbul’da 1975’e kadar katı atıklar denize atılıyordu. Ankara çayı ise bir dönem şehrin atık suları ile kirletilmiş, deterjan ve pis suların karışımından ötürü köpüklü akar olmuştu.
Gelişmiş ülkeler çöplerini uzun yıllar boyunca geri bırakılmış ülkelere ihraç ediyordu. Adına “atık turizmi” denilen bu metotla Greenpeace’in hesaplarına göre 1986-1990 yılları arasında Doğu Avrupa ve geri bırakılmış ülkelere 10 milyon ton atık ihraç edildi. Avrupa komitesinin “yakınlık prensibi” kuralı ile bu metot yasaklanmıştır. “kendi çöpünü kendi bahçene göm, benimkine değil” protestoları böylelikle yerini buldu. Ardından Avrupa komitesi uluslar arası atık ticaretini yasaklayan bir karar aldı.
Katı atıklar toplama, imha etme ve dönüştürme konusunda farklılıklar göstermektedir. Gelişmiş ülkelerde katı atıklar toplanma sürecinde ayrı ayrı biriktirilip dönüşüme tabi tutulur. Ucuz hammadde imkânı sağlayan bu metot aynı zamanda doğanın zarar görmesini de en aza indirir. Yemek atıkları belirli bölgelerde toprağa saçılabilir. Bu biçimde toprak beslenmiş olur. Kâğıt, cam, plastik ve diğerlerinin geri dönüşümü sağlanabilir.
Maalesef gelişmemiş ülkelerde halen atıklar karışık bir halde çöpleştirilir. Yemek atıkları, kâğıt, pil, cam, plastik ve diğerleri ayrılmadan toplanır. Gerçi bu bölgelerde yoksul çöp toplayıcıları bin bir hastalığı göze alarak çöpleri eleyip işe yarar olanları toplarlar. Fakat tamamen elenme durumu söz konusu değildir.
Belediyece toplanan karma çöpler uzun yıllar “vahşi depolama” denen yöntemle belirlenmiş bölgelerde biriktirildi. Bir dönem yakıldı çöpler. Atmosfere verilen zararlar can yakıcı haller alınca, dev çukurlar kazılıp yeraltı mayınları inşa edildi. Ankara’nın Mamak ilçesinde meydana gelen patlama halen hafızalardadır.
Çöplerin süzüntüsünden meydana gelen sıvı karışımın doğa ve tüm canlılar için ne derece zararlı olduğunu vurgulamak istiyorum. Yağmur sularının çöplerin için geçerek bu süzüntüyü yeraltı suları ve toprağa karışmasını kolaylaştırdığını düşünmek bile istemiyorum.
Son yıllarda katı atık sistemi ile ilgili gelişmiş ülkelerden projeler ve örnek uygulamalar izlenmeye başlandı. Türkiye’de bütün belediyeler değilse de birçoğu artık katı atık tesisi inşa ederken yeraltına çöp süzüntüsünün akmaması için geçirimsiz malzemeler kullanılıyor. Yine gömülmüş, sıkıştırılmış çöplerin arasında sıkışan metan gazının patlamalara sebebiyet vermemesi için hava bacası niteliğinde, gazın en alttan en tepeye kadar içerde kalamayacağı borular döşeniyor. Elde edilen metan gazı elektrik enerjisi elde etmek için yakılıyor.
Söz konusu metot görünürde makul gelebilir fakat bu tutum çöp sorununa geçici yaklaşıldığının göstergesidir. Kalıcı bir çözüm olarak geri dönüşüm sistemi geliştirilmelidir. Oysa birçok kentte geri dönüşüm sistemi tatmin edici düzeyde aktifleşmiş değil. Birey olarak olabildiğince çöp yaratmadan bilinçli tüketimi geliştirmemiz gerekiyor. Örneğin alış-verişte file ve kese kâğıdı gibi eski yöntemleri kullanmakla berber naylon poşet ve ambalajları hayatımızdan çıkaralım.
Çöplerin kaynağı üretim mekanizmalarındaki değişim süreçleridir. Tüketicinin çöp kaynağı olduğunu vurgulamak bir yanılgıdır. Kitle iletişim araçları ve yerel yönetimlerin geri dönüşüme dönük çalışmaları kitlelerin desteğini görecektir. Özellikle yerel yönetimlerin bu hususlarda üzerine fazla görev düşmektedir.
Günlük yaşamda kullandığımız her nesnenin kanyağını ve neye dönüşebileceğini hassasiyetle düşünmemiz gerekiyor. Doğaya ve canlılara zarar verebilecek her şeye karşı bireysel duyarlılık ve toplumsal mücadele bizi bekliyor. “İnsanat bahçesi” post-modern kentler tüketim, atık ve tahribatın kaynağı iken; sürdürülebilir kent, eko kent gibi kavramlar üzerinden başlayan tartışmaların derinleşmesi ve hayat bulması aciliyet arz etmektedir. (HA/HK)
Kaynak: Çevre Sorunları (İrfan Erdoğan&Nazmiye Ejder), Alternatif Teknoloji (David Dickson), Şehirsel Bedenler (Thierry Paquot), Ekolojik Bir Topluma Doğru (Murray Bookchin)