28 Şubat 2015 tarihinde yitirdiğimiz dev bir çınara gidiyoruz bugün; adı gibi yüzyıllarca yaşayacak, şaşırtıcı imgelemiyle, insan ruhunu derinden kavrayışı ve ilmek ilmek işleyişiyle, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde pek çok okuyucuya ulaşmış bir yazar: Yaşar Kemal.
Bugünkü kitabımız bu usta kalemin ellerinden çıkmış bir öykü: Kalemler. İnsanın türlü türlü hallerini bizlere aktaran Yaşar Kemal, bu kez günlerini çöplükte geçirmesine rağmen kirlenmeden kalan, gönlü okyanuslardan daha geniş olan, insan ve doğa sevgisiyle dolu birine götürüyor bizleri.
Kitabın kapağını görünce -kitap kapağı pek çok şey anlatır bizlere- beyaz yakalı, mavi önlüklü, elinde sarı, yeşil, kırmızı, turuncu kalemler tutan bir kız görüyoruz. Okuyor besbelli. Arka tarafta, bir tepenin üzerinde, dört bir yanı çitlerle çevrili, bahçesinde üç kavak dikili, baharda hanımeli kokan, açık yeşile boyanmış, üç pencereli bir göz ev gösteriyor kendini bizlere. Mahallenin diğer evlerinden ayrı, aralarında olmasa da gayrı, mutlu mesut yaşayıp giden bir aileye ait olan bir ev.
Ev belediyede çöpçü olan Rüstem Çavuş’a ait. Güzel kalpli, sanatçı ruhlu, kâh bağlama çalan, kâh gözleri batmakta olan güneşe dalan bir adam kendisi. Yazar aşağıdaki gibi betimliyor Rüstem Çavuş’u:
“Dört yıllık komşuluğumuzda ne zaman sıkılsam, ne zaman karanlığa düşüp dünyayı lanetlesem, çıkardım dışarı, küçük eve bakar üstümdeki kötülükleri atıverirdim. Pos bıyıklı, yakışıklı adam çöpçü üniforması içinde her akşam eve gelir, bazan coştuğunda bağlamasını eline alır çok inceden, duyulur duyulmaz, hiçbir yerde duyamadığım, bundan sonra da ölünceye kadar duymayacağım türküler söylerdi.”[1]
Rüstem Çavuş ile birlikte bizleri çöplüklere götürüyor Yaşar Kemal. “Bir çöplük, bence bir şehir demektir,”[2] sözleriyle çöplüklerin şehirlere olan benzerliğini vurguluyor.
“Çöplükler bir şehirdir ve çöplerin içinden bir şehrin tüm eşyası çıkabilir. Kol saatları, masa saatları, cep saatları, hem de yepyeni. Yüzükler, bilezikler, kolyeler, hem de altın, hem de elmas… Kalemler, dolmakalemler, tükenmez kalemler… Bir şehirde ne varsa bir şehrin çöplüğünde de o vardır. Çöplükten çıkanları, değerli olsun değersiz olsun, çöpçüler aralarında kardeşçe pay ederler.”[3]
Sonra Rüstem Çavuş’un arkadaşlarıyla tanışıyoruz çöplüğün tam orta yerinde. Seçtikleri kalemleri büyük bir sevinçle -bir elmas yüzük bulmuşçasına- Rüstem Çavuş’a veriyorlar. Arkadaşları almak istemiyor kalemleri; çocukları okuyan, ileride bey, hanım olacak Rüstem Çavuş’a veriyorlar; o da özene bezene temizlediği kalemleri akşama çocuklarına vermek üzere saklıyor.
Öykü bu ya, bir süre sonra kalemler sorun oluyor. Rengârenk kalemleri okula götürüyor Rüstem Çavuş’un kızı Neriman. Bir de hayalî bir dayıoğlu uyduruyor kendine. Utanıyor babasının çöpçü olmasından, Beyazıt’ta kocaman bir mağazası olan dayıoğlunun daha az utandıracağını düşünüyor çöpçü olan babasından.
Yaşar Kemal her ne kadar çocuklara seslense de metinde, bir yandan da sınıflar arasındaki eşitsizliğe vurgu yapıyor bu öyküyle. Neriman’ın arkadaşlarının, öğretmeninin ve başöğretmeninin tutumlarını çöplük metaforuyla gözlerimizin önüne seriyor.
“Çöplükler, şehirlerin tıpı tıpına aynasıdır… Bir şehir pisse, aşağılıksa, kalleşse, acımasızsa o şehrin çöplükleri bin misli daha pis kokar. Leş gibi…”[4]
Sahi, şu anda ne var acaba İstanbul’un çöplüklerinde? Yazarın öyküsündeki martılar bugün de konuyorlar mıdır çöplüklere? Renk renk kalemler çıkar mı İstanbul çöplüklerinden…
Dürüst, emektar, Rüstem Çavuşlar var mıdır hâlâ çöplüklerde; arkadaşlarıyla bulduğu kalemleri okusun, bey olsun, hanım olsun diye evine, çocuklarına götüren?
Künye:
*Yaşar Kemal, Kalemler, Resimleyen: Sedat Girgin, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2016, 40 sayfa.