“Bir gün mücadele eden insanlar vardır ve onlar iyidir (…)
Ama bir ömür boyu mücadele veren insanlar da vardır ve asıl zaruri olanlar işte onlardır.”
Brecht’in dizeleriyle sona eren Soğuk Savaştan Yeşil Savaşa (De la Guerre Froide à la Guerre Verte/Green is The New Red) adlı belgesel 70’li yıllarda Latin Amerika’daki diktatörlüklerin CIA güdümlü Condor Operasyonu'nun şekil değiştirerek devam ettiğini belgelerle ispatlıyor.
Bir zamanlar komünistler hedef olarak mimlenmişken günümüzde toprak mücadelesi verenlerin, insan hakları aktivistlerinin susturulmasına, sindirilmesine, hatta yok edilmesine odaklı planın acımasızca tatbik edildiğini görüyoruz. Soya Cumhuriyeti adını hak eden çok geniş uluslararası bir coğrafyada insanlar eskiden olduğu gibi kaçırılıyor, işkenceye tabi tutuluyor ve öldürülüyor. Çünkü dünyadaki çokuluslu birkaç şirket devletlerle işbirliğine girerek işlerini rahatça görmek istiyor ve sınırsız kazançlarına mani olabilecekleri ortadan kaldırmaktan imtina etmiyor.
Düşman olarak belledikleri çevreciler, bölgenin kadim halkları ve toprak sahibi olmayı hak görüp talep eden çiftçiler baskıya uğruyor, çoktan enflasyona uğramış “terörist” yaftasıyla damgalanıyor, zan altında bırakılıyor, göçe zorlanıyor; “kör gözüm parmağına” metotlarla katledilirken çevredekilere gözdağı da verilmiş oluyor.
Paraguaylı kadın sinemacı Anna Recalde Miranda’nın maharetli ellerinden çıkma, 2024 Fransa, İtalya, Paraguay, İsveç müşterek yapımı 105 dakikalık belgesel dünya prömiyerini IDFA’da gerçekleştirdikten sonra Fransa’da genel gösterime girdi, Docs Against Gravity Film Festivali'ne iştirak etti. Belgeselin künyesinde sinematografi ve montaj dahil muhtelif hanelerde ismini gördüğümüz Miranda’nın çekimler için kendini riske attığını da idrak ediyoruz. Belgeselin kahramanlarından ABD’li gazeteci ve anarşist aktivist Paul Z.Simons Miranda’yla teşrikimesaisinden bir süre sonra şüpheli bir ölüme kurban gidiyor. Hayatının sonuna kadar Paraguay diktatörlüğünün foyalarını meydana çıkarmak için mücadele etmiş Martín Almada ve ayrıca Pierre Abramovici filmin ön plana çıkan diğer katılımcıları.
Diktatörlük sırasında selahiyet sahibi olanların Paraguay’ı yönetmeye devam ettiği, göstermelik demokratik rejimin “satılmış” olduğu; ayrıca “düşünce kuruluşları” aracılığıyla taraflı kanaatlerin oluşturulduğu, küresel ısıtmanın inkâr edildiği adeta lanetli bir diyar.
Halkın yanında olması beklenen ordu ve polis çokuluslu şirketlerin hizmetkârlığına soyunmuşken vaziyetin değişmesi zor gibi!
2001’de Cenova’da organize edilmiş G8 Zirvesi'nde hunharca katledilen küreselleşme karşıtı arkadaşlarını kaybetmiş hisli sinemacı Miranda istikbâlden pek ümitli görünmese de belgeselleriyle direnişini sürdürüyor; ellerine sağlık.
Kayıplar ve toplu mezarlar
Kişisel olanla millî olanın iç içe geçtiği bir diğer belgesel Federico Atehortúa Arteaga’nın Adlî Tıp (Forenses/Forensics) adlı eseri bizi Kolombiya’nın kayıp insanlarına ve bilhassa toplu mezarlarına sürüklüyor. Bir zamanlar kaybolmuş ağabeyini arama tecrübesi, memlekette 100 bini aşmış ve büyük çoğunluğu bulunamamış insanların izini sürme çabalarıyla kesişiyor ve kendine has bir belgesele dönüşüyor.
“El Condor Pasa” şarkısının nostaljik eşliğinde kayıp yakınları tarafından yollanmış görüntüler bir zamanların televizyon programından ülke sathına yayılırken çatışmaların, iç savaşın, cinayetlerin sona ermesine yönelik ümit bir nebze yeşeriyor. Fakat mevzubahis “kayıp aranıyor” programı zamanla adeta ruhunu yitiriyor, bir duygu sömürüsüne, hatta sanki bir magazin programına evriliyor.
Deneysellikten asla kaçınmayan tecrübeli yönetmen Arteaga, şiddetin görüntülenmesi ve yayımlanması hususunda felsefi açılımlarda bulunuyor, aslında hepsinin direniş aletlerine dönüşebildiğini ifade ediyor.
1985 yılında Kolombiya Yüksek Mahkemesi kuşatmasının televizyona yansıyan görüntülerinin ülke için bir dönüm noktası oluşturduğunu da hatırlatıyor.
Yıllar boyunca savaşılmış FARC ile devletin barış antlaşması imzalamasının ardından kayıpların aranması millî bir projeye dönüşüyor ve ülke için ikinci bir kuruluş miladı oluşturması dileği dile getiriliyor. Çarmıhtan indirildikten sonra mezara gömülen İsa’nın bedeni kaybolduğunda nasıl Hıristiyanlık dini ortaya çıkmışsa memleketteki kayıpların da yeni bir harekete yol açma ihtimali takdirimize sunuluyor.
Kolombiya 2025 yapımı 90 dakikalık belgesel Cartagena Uluslararası Film Festivali'nde uzun metrajlı Kolombiya filmleri klasmanında özel mansiyona layık görüldü.
Görüntüsel ve metinsel olarak deneysel, çağrışımcı, felsefî, hatta şiirsel bulunabilecek uzunca belgeseli izlemek epeyce enerji gerektiriyor. Mesela balta girmemiş ormanda gerilla kıyafetlerine bürünmüş transların filmdeki yadsınamayacak varlığı muhfazakârları sınayabilir. Kimliği bir türlü belirlenemediği için kimliği meçhul erkek sıfatıyla gömülmüş transın makûs kaderi diğer kayıpların kaderleriyle karşılaştırılıyor, tabular adeta deşiliyor…
Altına hücum bitmedi!
Belgesel estetiği açısından ufkun layıkıyla zorlandığı bir diğer sinema eseri seyirciyi çalkantılı Venezuela’nın kırsal kesimine, iptidai şartlarda altın arayanların diyarına taşıyor. Adını moriche palmiyesinden alan lirik Morichales filmi kolonyalizm sonrasında belini doğrultamamış kıtada hayat şartlarının halen ne kadar zor olduğunu gözümüze sokuyor. Fakat projeye yıllarını veren tecrübeli sinemacı Chris Gude bunu yaparken seyirliği olağanüstü bir tecrübeye dönüştürüyor, Middlebury College’da almış olduğu coğrafya ve antropoloji eğitiminin hakkını ziyadesiyle veriyor.
Mütemadiyen tekrarlanan ritmik hareketler, insanın tabiata karşı verdiği amansız mücadele, manzaranın tümüne bir tablo misali hâkim olduğumuz geniş açılı sekanslar ve kendimizi dinamiğin içine gömülü hissettiğimiz yakın plan çekimler hakikaten hipnotize edici.
Venezuela’nın Guayana bölgesindeki Orinoco nehri ve ona kavuşan kolları bizi cömertlikle misafir ederken adeta fiziksel dünyanın sırlarına, yeraltının gizemlerine, aynı zamanda insan bedeninin sanki özüne vâkıf oluyoruz.
Orası kendine has bir evren; toplumsal kuralların geçerli olmadığı, daha doğrusu baştan yazıldığı sefil bir arena. Oralar kent konforundan uzak ilkel ortamlar; kalabalıklarla yaşamak yerine bir çeşit gönüllü sürgün yeri; aynı zamanda kanun kaçakları için güvenli bir sığınak.
Bilhassa sulak ve çamurlu mıntıkalarda bin bir zahmet ve teferruatlı mekanik çalışmalarla aranan altının en ağır işçiliği yapanlara faydası asgari miktarda yansırken, fetişleştirilmiş madenin yolculuğu kentsel yerleşimlere doğru devam ettikçe kendisinden çok daha yüksek oranda nemalananlar artıyor. Bir kez daha kapitalizm, neoliberalizmin ivmesiyle canavarlaşıp kurbanlarını hoyratça harcamaya devam ediyor; üstelik Venezuela’nınki gibi şaibeli bir rejimde!
Gene Cartagena Uluslararası Film Festivali'nde yarışıp en iyi Kolombiya filmine layık görülen FICCI ödülünü kazanmış olan 83 dakikalık belgesel DOK Leipzig’de dünya prömiyerini gerçekleştirmişti.
Gude’nin imzasını hem yönetmen, hem senaryo yazarı, hem de sinematografi hanelerinde görüyoruz; montaj ve sese olan iştirakı bir yana, prodüktörlerin arasında da adı geçiyor.
ABD, Kolombiya ortak yapımı filmdeki anlatıcı çok konuşsa da altın arayanların fazla konuşacak takatleri pek olmuyor. Coğrafyanın mazisi, kadim halkları ve mitleri hususunda da bilgilendirilirken geleneksel belgesel formatına hem yakınız, hem de çok uzak…
Filmi izlemek için rahat bir koltuğa yayılıp insanın meşakkatle yoğrulmuş telaşlı macerasına şahit olurken gezegenin jeolojik süreçlerinin ağırlığını ve yüceliğini hissetmenizde de fayda var… (MT/TY)