İki farklı mekanizma, iki farklı beden, iki farklı boyut iken “biz” olmak ne kadar gerçekçidir sorusu, henüz tek-çok eşlilik konusuna girmeden, ilişkilerin esas dertlerinden biridir. Bir diğeriyle “bir”likte olmak başlı başına bir meseleyse, çok eşlilik ne manada mümkündür? ‘Ben’ ve ‘diğeri’ yalnızlığa ve insan olmaya dair korkuları dolayısıyla mı bir araya geliyor yoksa bunlardan sıyrılıp bir ilişki inşa etmek olası mı? Yalnızlık, ölüm, kaygı gibi büyük ve zor konuları birlikte olarak deneyimlemek veya ilişkiyi bunlar üzerine inşa ederek ona bir nevi örtü misyonu yüklemek, bir baş etme mekanizması olarak ilişkiyi araçsallaştırmak… Bunların her biri elbette zaman zaman deneyimlediğimiz ilişki modları, ilişki halleri. Kurup bozduğumuz, yapıp yıktığımız pek çok ilişki; üzerine eğilemeden, ne anlama geldiğini bilemeden yaşayıp bitirdiğimiz ya da bitiremediğimiz pek çok bağ var.
Varoluşçu perspektiften ilişkilere bakıldığında magazinsel yanı dolayısıyla göze ilk çarpan Simone De Beauvoir ve Jean Paul Sartre arasındaki “açık” ilişki tarzı oluyor elbette. Yazılanlara göre ünlü varoluşçu çift aşklarını uzun yıllar aynı tutkuyla yaşamaya devam etmiş ve bunun sürdürülebilirliğini de ilişkilerinin “açık”lığına dayandırmışlardır. Nedir “açık ilişki”’? Her iki tarafın da hayatlarına başka kadın ve erkekler alabildiği, buna dair birbirlerine son derece dürüst davrandıkları, sahip olma ve sahiplik hakları üzerinden yürümeyen, ilişkiye dair bir çeşit özgürlük biçimidir. Bu ilişki tarzında hem kadın hem erkek için çok eşlilik mümkündür, ancak birbirlerine dürüst davranmak koşuluyla. Müdahaleci ya da kısıtlayıcı bir tavırdan ziyade kişinin özgürlüğüne ve seçimlerine saygı duyan bir yaklaşım söz konusudur. Fakat eşlerin birbirlerinin sınırlarına girdiği ve çoğu ilişkinin bağımlılık halini aldığı ya da hızla yenilip çöpe atıldığı tüketici çağda gerçekten ‘öldürücü’ olmayan bir tavırla tek ya da çok eşlilik olası mıdır?
Birtakım ilişkilere dair kısıtlanmış ve hatta yasaklanmış davranışlar, konuşulması dahi söz konusu olamayacak tabular var. En gerçek ve en doğru ilişki biçiminin tek eşlilik olduğu sorgulanamaz biçimde kabul ediliyor. Karşı tarafın potansiyel bir aldatıcı olduğu şüphesiyle düğüm üzerine düğüm atılıyor aradaki kaygan yapıya. Böyle bir yapıda “sağlıklı” olan tam olarak nedir? “Sağlıklı” bir ilişki daha çok sınırın mı yoksa daha çok özgürlüğün mü kendini var edebildiği ilişkidir? Daha fazla sınır ve yasağın küçük, kapalı, kutsal bir yapıda ulvi bir sevgiyi yeşerteceği fikrine nereden kapılıyoruz? Bizi bu fikre iten belki bir nevi güven arayışı, sonsuza dek sevilip kollanacağımıza dair bir güvence ihtiyacı olabilir. Peki kollarımızla sarmalayıp bir kutunun içine hapsettiğimiz ilişkinin hakikaten tek ihtiyacı olan şey güven midir? İlişkiler tam da bu en güvenli noktalarda bir çıkmaza girmeye başlayıp boğucu, sıkıcı bir hale bürünmezler mi? Her türlü dış etkiye kapatılmış, dünyadan soyutlanmış bir ilişkinin gerçeklikle bağları ne alemdedir?
Tüm bu soruları tam tersi yönde soracak olursak yine benzer bir tablo ile karşılaşabiliriz. Her geleni içine alan, yalnızca bedensel ihtiyaçlarla hareket edilerek cinsel bir haz dışında bir şey sunamayan, çok kişinin haz alıp hiç kimsenin duygusal manada doyurulamadığı ilişki de elbette eksik, derinliksiz ve sapmış bir hal alabilir.
Çok ya da tek eşli, ne biçimde olursa olsun bir ilişkinin “sağlıklılığı”, dengeli ve samimi olmasından geçiyor sanıyorum. Dengeli bir ilişkide tam manasıyla bir içe kapanma ya da hoyrat bir biçimde dışarıya açılma değil, içerde ve dışarıda kişinin kendi olabilmesine, sevgi ve güven içinde varlığını koruyabilmesine olanak sağlama söz konusudur. Tek eşliliğe dair birtakım tabuları kendi içimizde sorgulamadan kabul ettiğimiz ölçüde; kurduğumuz ilişki bir nesneden farksız, gerçeklikten uzak kalacaktır. Aynı biçimde çağın yükselen değeri olan “fuck buddy” tarzı ilişki ya da çok eşli hal de kendi içinde dürüst ve özgür olabildiği ölçüde samimidir. Burada özgürlükten kasıt elbette tüm yapıp etmelerin sorumluluğunu alabilmektir. Varoluşçu manada bir seçimin özgür bir seçim olabilmesi için şüphesiz ki sorumluluğu alınmış bir seçim olması gerekir. Sorumluluk alabilmek ise seçimin sonuçlarıyla kalabilmeyi, sonuçlarına katlanabilmeyi ya da sonuçlarıyla baş edebilmeyi gerektirir. Tek gecelik ilişkilerde ya da cinsel doyuma odaklı yapılarda; duygu dünyamıza dokunan, derinlerde bir noktaya temas eden bir ipucu yakalamak oldukça zor olduğu gibi, karşılıklı olarak bütünlüklü bir yapı oluşturmak da imkansıza yakındır. Kişinin bir bedenden diğerine savrulduğu, hiçbirine dokunmadan her birinde var olduğuna inandığı bir ilişki biçimi ne kadar doyurucudur? Burada ilişkinin anlamı nedir sorusuna bakmak gerekir. Tek ya da çok eşli olmasından ziyade ilişkinin kendi dünyamızda nereye dokunduğudur önemli olan.
Belli ki ilişki çok yönlü, çok unsurlu bir zincirdir. Bu zinciri kırmak, tekrar birleştirmek, zincire eklemeler yapmak ya da onu bir düğüme çevirmek elbette bizlerin elinde. Bu zincirin nasıl bir zincir olduğuna, hangi maddelerden yapılıp içinde ne gibi duygu, düşünceler, nasıl gerilimler ve çıkmazlar, ne çeşit karanlık noktalar bulunduğuna bakmak ve anlamaya çalışmak onun daha ‘sağlıklı’ bir biçimde devam edebilmesinin anahtarı gibi görünüyor. Ve tüm bunlar elbette her bireyin içine dönerek kendi yapı taşlarını, yaralarını, arzularını, karmaşalarını ve ihtiyaçlarını çözmeye çalışmasıyla, kendine bakmasıyla mümkündür. (BK/EA)
Manşet görseli: lifeworkspsychotherapy.com