Türk Tabipleri Birliği "Sözlerimi Geri Alamam" klibi eşliğinde hekimleri ve sağlıkçıları 13 Mart Pazar günü Ankara'ya çağırıyor!
"HAK temelli yaklaşım" konusunu anlatırken her zaman "bir hak tanımlandıktan sonra o hakkın gereği olan her neyse ona ulaşmak için 'mücadele' edilmesi gerekmez" diyorum. Çünkü "hak temelli yaklaşım"ın özü bunu vazediyor!.
Oysa bizlere "hak verilmez alınır, hakka ancak mücadele ile ulaşılır" diye öğretilmiştir, böyle biliriz ve böyle söyleriz.
Gerçekten de şimdi olduğumuz noktada, en temel haklar için bile "mücadele" etmek neredeyse bir zorunluluk. Hakların muhatapları ve gereklerini yerine getirecek olanlar, varlık nedenleri, görevleri bunları olağan akış içinde yapmak olanlar bile bu "mücadele" evresi gerçekleşmeden, yapmaları gerekenleri yapmıyorlar.
Pek çok örnek verilebilir. İnsana, vatandaşa, topluma sahip olduğu hakların gereğini yerine getirmekten sorumlu "devlet"in en alt düzeydeki görevlileri dahil hemen herkes kendilerinin "hizmet eden", "iş gören" olduklarını bile bile, "patron", "sahip", "amir" saydıkları bir ülkede yaşıyoruz.
Bu "devlet" denen aygıta yükledikleri anlamın bir uzantısı. Kendilerini de o aygıtın bir unsuru olduğunu düşünerek, aynı durumun kendileri için de "doğru" ve geçerli olduğunu sanıyorlar. Aslında bu anlayışı değiştirmedikçe "doğal hak" olan alanlarda bile "mücadele" zorunluluğunu ortadan kaldıramayacağımız açık.
Sağlıkta Dönüşüm Programı: Doğrular, yanlışlar
Sağlık alanı bu alanlar içinde "doğruların" en kolay görüldüğü, hatta "dile getirildiği" ama "yanlışlarda" da en çok ısrar edilen alanlardan biri.
"Sağlıkta Dönüşüm Programı"(SDP) adı altında neredeyse 10 yıla yaklaşan bir süredir bilimselliği, akla uygunluğu, insaniliği ve hukukiliği sürekli tartışılan ve öyle olmadığı ortaya konulan, "yapılanlar" ve tabii "yapılmayanlar" karşısında şimdi hizmeti verenler ve yararlananlar her gün "isyan" ederken, uygulamaların pek çoğu sürekli biçimde ilgili hukuksal süreçlerde iptal edilip değiştirilirken yine de birilerinin "çıkarı" onu gerektirdiği için hayat buluyor.
Hekimler her yıl gerçekleştirdiği "14 Mart Etkinlikleri" sırasında yaptıklarının daha büyük ölçekte bir örneğini bu yıl 13 Mart'ta Ankara'da gerçekleştirecekler.
Hekim ve sağlıkçı örgütlerinin içinde yıllarca yer almış ve mücadele eden birisi olarak değil, dışarıdan, sağlıkla ilişkisi yalnızca bir "hizmetten yararlanan" sıfatıyla (aslında benim bile yararlanamadığımı ifade etmeliyim) konuya bakıyorum.
Şöyle düşünüyor ve kendi kendime soruyorum:
"SDP'nı ortaya koyup uygulayanların, yaptıklarını anlatırken ya da savunurken ileri sürdükleri gerekçelerde sağlık çalışanlarına daha çok para kazandırdıklarını da söylüyorlar; o zaman 'hekimler, sağlıkçılar neden memnun değiller, daha çoğunu mu istiyorlar?' "
Bu soruyu çevremdekilere, eski arkadaşlarıma, bir zamanlar birlikte mücadele ettiğim, şimdi o hekimlerin örgütlerinin sürdürdüğü mücadelede ön sıralarda yer alan arkadaşlarıma da, konuyla ilgilenen herkese de iletiyor ve kendilerine sormalarını istiyorum.
Bazıları eskiden beri bildiğim yanıtları yineliyorlar bana:
"Sorun ve itiraz 'para' ya da 'cebimize konulan' değil; bu ülkede sağlık hizmeti verenler olarak çok daha düşük rakamlarla yaşamaya çalışırken de aynı şeyleri söylemiştik; asıl derdimiz 'değerlerimiz', hizmet sunduğumuz insana, mesleğimize ve kendimize ait değerlerimiz; bu uygulamalar işte bunları ortadan kaldırdı kaldırıyor. Uygulamasını yaptığımız her konuda, hizmet verdiğimiz kişiyle, aramızdaki ilişkiyi belirleyen ve onun yararına sonuçlanmasını sağlayan her işlemi artık bu konulardaki 'değerlerimiz' değil, 'para' belirliyor. İşte buna itiraz ediyoruz" diyorlar ve 13 Mart'ta Ankara'da "çok ses, tek yürek" olmayı planlayanlar bu gerekçelerle "haklarını almak için" orada olacaklarını söylüyorlar.
Değer ve Fiyat
Zurnanın zırt dediği nokta orası: Onların tanımladığı "değer"lerin bir "fiyatı", "parasal karşılığı" yok çünkü. Ölçülmüyor, biçilmiyor, dahası "para getirmiyor".
1981'de Dünya Tabipler Birliği'nin Lizbon'daki toplantısında sıralanan ve kabul edilen ilk "Hasta Hakları"nın ikinci maddesi "Hasta, hiçbir dış etki altında kalmadan özgürce klinik ve etik kararlar verebilen hekim tarafından bakılabilme hakkına sahiptir" diyor.
Burada dillendirilen "hiçbir dış etki" sözünün pek çok boyutu var. İçine süreçte rol oynayanlar içinde "para", "idari zorlamalar", "konuyla ilgili mevzuat","hizmeti sunan ve yararlanan kişiden kaynaklananlar" başta olmak üzere pek çok unsur sıralanabilir.
Ama bunların hiç birisi gerçekten de o süreçte olduğunda ya da olmadığında sonuçtaki "maddi karşılık" değişmiyor. Oysa bunların tümü yalnız hastanın değil hekimin ve sağlıkçının da hakkı, üstelik de bir "ödev" niteliği var, çünkü öyle olmadığında "hak ihlâl edilmiş" yani bir sorumluluk doğmuş oluyor.
Reçetesine kaç ilacın yazılacağına, ilacın bedelini ödeyen kurumun karar vermesi böyle bir "dış etki"dir; ya da yapılacak incelemenin karşılığında "alınacak performans puanı ve ona karşılık gelen döner sermaye payı" tam da böyle başka bir "dış etki"dir.
Yöneticinin dayatması, SGK'nın faturadan kestiği haksız bir kesinti ya da indirim, belirlenen birim hizmet bedeli, eğitim, hizmet sunulan kurumdaki ek hizmetlerin nasıl verildiği, mekânların hizmetin gereklerine göre değil, kazanılacak döner sermayeye göre belirlenmesi, çalışanların diğer mesleki ya da özlük haklarının göz ardı edilmesi, nasıl yaşayacaklarını, nasıl geçineceklerini, ne zaman şiddete, baskıya zora maruz kalacaklarını, nereye sürüleceklerini düşünmeleri, 16-32 saatlik nöbetin en son hastasına bakmak, en son ameliyatını yapmak durumunda kalmak, bunların hepsi ama hepsi birer "dış etki" ve tümü yapılan hizmete etki ediyor, dahası belirliyor.
"Ne olur ki" denebilir; bunu bu etkiler altında hizmetten yararlanacak olanlara önce anlatmak sonra da sormak gerekiyor. İşte o yüzden sağlıkçılar "haklarını almak" ama aslında hizmetten şimdi ve gelecekte yararlananların "hakları" için yürüyorlar, "mücadele" ediyorlar.
Muhatap kim olmalı?
Bana göre buradaki yanlış muhatabın "iktidar" olarak alınması!. Oysa bana göre sağlık hizmetinden yararlanan "halka anlatılması" gerekiyor tüm bu haksızlıkların ve hak ihlâllerinin. Çünkü "özne" onlar, bedenleri, sağlıkları, kendileri hakkında karar vermeye tek ve n yetkili olanlar onlar!
Biliyorum bu çok kolay değil, kolaylıkla yapılamıyor. Ama "mümkün!". Öncelikle onlarla kendilerini "eşit" ve "aynı düzeyde" hissederek, öyle tarif ederek, sorunun aslında "onların sorunu" olduğunu gösterecek şekilde davranarak yapılmalı bu.
Sorunu bir "erk" bir "iktidar" sorunu olarak görmemek gerekiyor sonra; çünkü sorun çok insani, çok meşru ve doğrudan yaşamı ve yaşamayı etkileyen bir sorun.
Diğer yandan bunu "iktidar"a bu yolla anlatmak bence yine olası değil. Olsa olsa sağlıkçılar kendi "özgüçleri"ni görecekler ve gelecekte neleri nereye kadar ve nasıl talep edeceklerini ve nasıl bir mücadeleyi planlayacaklarını öngörecekler bu yürüyüş sırasında.
Onların attıkları bu "adımı", hizmet verdikleri ülkenin insanı da benzer biçimde "bir adım" atarak karşılamalıdırlar.
O gün Ankara Garı'nın önünden başlayacak olan sağlıkçıların "beyaz gömlekleri"nden kaynaklanan beyazlığı, yani saflığı, temizliği ve kararlılığı, tüm Ankara'lılar da benzer bir "beyazlık"la karşılamalılar. Ama bu kez "beyaz"ın "ak"tan farklı olduğunu, ama "ak'ıl"la ulaşılacak olduğunun bilinciyle davranmaları gerekiyor.
İstanbul Tabip Odası Başkanı sevgili hocam, abim Prof. Dr. Taner Gören'in "Ne yapmaya çalıştıklarını görmüyor musunuz? Açık ve net olarak görülmüyor mu? Türkiye'de sağlık sektöründen en büyük rantı elde etmek için planlarını adım adım uyguluyorlar. Bu rantı, hasta vatandaşın sırtından, hekim ve diğer sağlık çalışanlarının emeğini sömürerek elde ediyorlar, edecekler. Açgözlülüğün sonu yok; hasta vatandaş da yetmiyor; vatandaşın hastalanmasını önleyecek koruyucu sağlık hizmetleri alanını da rant kaynağına dönüştürüyorlar. Rantta fire vermeye hiç tahammülleri yok; muayenehaneleri, özel laboratuvar ve görüntüleme merkezlerini kapattırıyorlar; yenilerinin açılmasını imkansız hale getiriyorlar. Bütün bunları vatandaşa daha iyi sağlık hizmeti vermek için yaptıklarını söylüyorlar; vatandaş da buna inanıyor ve seçimlerde onlara verdiği oyu artırıyor"şeklindeki sözlerini; ya da yıllarca beraber mücadele ettiğim TTB Başkanı sevgili Eriş Bilaloğlu'nun "Bu örgütler olarak uzun süredir bir arada konuşuyor, tartışıyor, sağlık alanında yaşananlara dair kendi penceremizden yapılanlara, yaşananlara bakıyoruz. Aynı zamanda bir hasta, hasta yakını, Türkiye'de yaşayan bir insan olarak "ne olduğunu" görüyoruz. Hasta hakları derneğiyle de değerlendiriyoruz: Sonuç; sağlıkta işler iyi gitmiyor. Bu alana, yıllardır bir çalışan olarak bulunup da kendi birikimiyle özelde sağlık hizmeti sunmak için girmiş kişilere dönüyoruz, "gidiş kötü" diyorlar. İşin özü sağlık alanının üretenleri olarak bizler ne yapıldığını, neye zorlandığımızı ve halka sunulan hizmetin (kaçınılmaz olarak) niteliğini, sağlık alanındaki eğitimin halini, hızlı sağlık insan gücü "yetiştirme" politikalarının seyrini biliyoruz. Şimdi artık bizim bildiğimizi çok daha yüksek sesle, hep birlikte, herkesle paylaşacağız. Bunu yaparken bugüne dek olan eksiklerimizi de gözden geçirip düzelteceğiz, bu sağlıksız gidişin parçası olmayacağız. Taleplerimizi dile getireceğiz, ısrarla takipçisi olacağız" demesini çok iyi anlamalı ve anlamlandırmalıyız.
Bunu yapmazsak, kaybolan ya da her gün biraz daha kirlenen "beyazlık"tan ya da oluşan "kara"lıktan hepimiz sorumlu olacağız. Bu ülkenin insanı en "kara" zamanlarda, o "kara"nın getirdiği "karanlık"tan, ortaklaşa verdikleri "karar"larla kurtulmayı başarmışlardır. Bu defa da başarılacaktır, bundan eminim. "Zor" da olsa!
Bu "en" de olsa "an" da olsa bir "kara"dan başlayacaktır, öyle anlaşılıyor.
O "kara" da bu kez "Ankara" olsun diyorum.
10.3.2011
MİTİNGLE İLGİLİ BİLGİLER:
Basın açıklaması için: http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/13mart-2481.html
Klip için: http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/film-2480.html
Kimler yapıyor, düzenliyor bu buluşmayı?
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), Türk Medikal Radyoteknoloji Derneği (TMRT-DER), Çevre ve Sağlık Derneği (ÇSD), Devrimci Sağlık İş Sendikası (DEV SAĞLIK İŞ), Sağlık Hizmetleri Sınıfı Çalışanları Derneği, Sağlık Memurları Derneği (SMD), Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanlarının Sözü (SÖZ-SEN), Sağlık Teknisyen ve Teknikerleri Derneği, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği (SHUD), Tıbbi Laboratuvar Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği, Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği (TÜM RAD-DER), Türk Dişhekimleri Birliği (TDB), Türk Eczacıları Birliği (TEB), Türk Hemşireler Derneği (THD), Türk Tabipleri Birliği (TTB).
Kimler katılacak?
Bu kurumların üyeleri başta olmak üzere sağlık alanında çalışan, eğitim alan herkese açık. Çocuklarını bin bir emekle, fedakarlıkla nasıl yetiştirdiklerini bilen anne-babalara, çalışanların çocuklarına ve elbette halkımıza.
Nerede buluşulacak, nerede sonlanacak:
13 Mart 2011 Pazar günü saat 10:00'dan itibaren Ankara Garı önünde toplanılmaya başlayacak, yürüyüş saat11:00'de Gar önünden başlayıp Sıhhıye'ye kadar sürecek ve miting burada yapılacak konuşmalarla sonlanacak. (MS/EÖ)