Sağ, sol diye bir kategori vardır hani, kabataslak, gözardı ederek düşünürsek, dünya üzerindeki insanları ikiye bölen. Bu iki ayrı insan grubunun aralarındaki en büyük fark zannımca duygusal performansları. Heyecanlı, romantik, coşmak için fırsat kollayan tiplerdir Solcular. Sağcılar ise daha sakin, mekaniktir tepkileri. Çünkü tevekkül kancası denilen şey, adı gibi korkutucu değildir. Her şeyi oluruna bırakma, ilginçtir ki, rahatlatır insanı. Bakmayın siz, düz mantıkla düşünürsek, çok tercihlilik, demokrasi, karşı tarafın hakkını gözeterek yaşama gibi şeyler kafa karıştırıcı, yorucu şeylerdir. Beri taraftan dogmatik, feodal, statükocu, biat eden bir insanın her şey üzerinde düşünmesine gerek yoktur. Ne kolaylık.
Yoğurtçu Parkı’nda toplanan Selahattin Demirtaş sevenleri, bir seçmenden çok bir süper starın konserine gelmiş gençler gibiydi. Parka sığmıyordu coşku. Bu yüzden kaynağı belirsiz neşe, sol cenahta hep olduğu gibi, fazladan üleştirildi herkese, her şeyi tozpembe görecek kadar.
Hemen her cümlesinde çok pis coşku duyan bizler, evrensel doğrular, yeryüzünde yaşayan bütün canlılar adına kabul edilmesi zorunlu fikirler karşısında bütün “görgüsüzlüğümüzle”, Demirtaş’ı alkışladık. Hunharca hak savunmayı keşfeden ilk ve son partililer, seçmenler olabiliriz bu anlamda.
Oy oranımızla moral durumumuz arasındaki dengesizlik umurumuz değil. Örneğin bir sağcı bunu gurur meselesi yapabilirdi. Sonucu görene kadar bin kez kazanmış gibi ruh haline bürünmek bizim işimiz. Espri patlatmaktan helak olduğumuz da biliniyor. Erdoğan’ın “Bana Her Şey Seni Hatırlatıyor” şarkısını yüzünde herhangi mimik olmaksızın söylediğine şahitsiniz. Gezi sürecinde genel tablosunda değişiklikler gözükse de her daim sakin, soğukkanlı, heyecansız olmayı başarabilen nadir insanlardandır kendisi. Bülent Arınç’ı, Yalçın Akdoğan’ı kahkahaya boğulurken düşünebiliyor musunuz örneğin? Hayal edin, Erdoğan’ın oy oranı herhangi bir solcu zevatta olsaydı, ekrandan lavanta kokulu öpücüklere boğulabilirdik ki örneği vardır, Chavez katıldığı bir TV kanalından sevgilisine, bekle beni, birazdan kollarında olacağım demiştir.
Bu taşan ruh halinden dolayı Yıldız Tilbe bile bizim için bir Suat Dervişti, Bir Emma Goldmandı, bir Frida Kahloydu… Sonrası malumunuz, hüsran.
Neyse, foruma dönecek olursak eğer.
Demirtaş’a forumda birçok soru soruldu ki içlerinde “Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” sorusu bile vardı. Ama sanırım en iyi soru, bir kadının -aklımızda kaldığı, duyabildiğimiz kadarıyla- şu sorusuydu: “Severek takip ediyorum sizi. Ama Kürtlerin Türkiyeleşeceği konusunda, bazı endişelerim var. Bizim Kürdistan hayalimiz vardı. O ne olacak?”
Demirtaş bu soruya, parti olarak ulus-devlet yapılanmasına karşı olduklarını fakat Ortadoğu’da çok parçalı bir dağılım olmasından dolayı Kürdistan’ın oluşabilmesi için klasik bir anlamda olmasa da ulus-devlet yapılanmasına ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Merkeziyetçi bir yönetimden ziyade adem-i merkeziyetçi bir tercih konusu üzerinde düşünmeliyiz diyerek sorunun yanıtını zamana yaydı.
“Kürdistan hayalimizin bir yere gittiği yok” diyemezdi sanırım.
Politika hatları yumuşatma işidir biraz da. Dinen ticarette pazarlık yapmak sünnettir gibi, politik alanda da takiye yapmak haktır. Hiç tahmin etmediğimiz isimlerin Demirtaş’a sempati duyduklarını açıklamaları üzerine batı elden gidiyor korkusunu yaşayan var mıdır acaba? Bu zamanlar karşılıklı takiyelerin sınandığı zamanlar. Bunu olumsuz anlamda söylemiyorum, doğal akıştan ve olması gerekenden bahsediyorum. Hangisi samimiyetsiz derseniz, oyunu Demirtaş’tan yana kullanacağını söyleyen bunun yanında da ideolojik söylemlerinin arasında en çok kullandığı sözcükler “ordu, vatan” (vb…) olan kişilerdir derim. Sinir uçlarının alarm verdiği nokta bölünme korkusu çünkü bu insanlarda. Hayatlarında hiç misak-ı milli sınırlarının doğusunda ne oluyor ne bitiyor konusunda haberleri olmamış olsa da.
Bu arada çok bileşenli olduğunu iddia eden bir partinin diyebiliriz ki en büyük seçmen oyuna sahip bileşenlerinden birinin bu endişesi anlaşılabilir. Beyazlaşan Kürtler sanırım çok katlanılmaz olur. (FG/HK)