Siyahlar içinde bir kadın kollarını iki yana açmış, bir tankın peşinden gidiyor; ailesinin yedi ferdi de ölmüş. Amerikalı bir denizci, bir kadını sırf üniformalı bir adamın yanında durduğu için öldürüyor. "Özür dilerim" diyor, "ama hatun yoluma çıkmıştı."
Bütün bunları bir saygınlık kefenine sarmak George Bush ve Tony Blair için kolay değil elbet. Milyonlar artık çok fazla şey biliyor; suç büsbütün su yüzüne çıktı.
Blair Lahey'e
41 yıldan beri İşçi Partisi'nden milletvekili olan, Avam Kamarası başkanı Tam Dalyell Başbakanın savaş suçlusu olduğunu ve Lahey'e gönderilmesi gerektiğini söylüyor. Başkan ciddi, çünkü Blair ve Bush'a karşı, daha ilk bakışta haklılığı meydanda olan dava su götürmüyor.
1946'da Nürnberg Mahkemesi Almanların "komşularına karşı tedbiran saldırıda bulunmalarının gerekliliği" yönündeki savını reddetmişti. Mahkemenin yargıcı "Saldırganlığa dayanan bir savaşı başlatmak uluslararası bir suç olmaktan öte, diğer savaş suçlarından farklı olarak, bunların hepsindeki kötülüğün billurlaşmış halini kendi içinde taşıyan en ağır uluslararası suçtur" demişti.
Söze dökülmeyen ırkçılık
Filistinli yazar Ghada Karmi buna, "Irak'a karşı Batı politikasının her yönüne sinmiş bulunan, derin ve kör bir ırkçılık" sözlerini ekliyor. Saddam Hüseyin'i "her ne kadar küçük ve yerel olsa da, sayısız önceliyle aynı kalıptan çıkma, gaddar ve acımasız bir reis olmaktan çıkartıp, aklın sınırlarını aşan, şeytani bir şahsiyet mertebesine yükselten de bu ırkçılık" diyor.
Sömürge Bakanı Winston Churchill'e göre ise Iraklılar, tüm Araplar gibi kendilerine karşı zehirli gaz kullanılması gereken "zenciler"di. Onlar "insan olmayan"dılar; hâlâ da öyleler...
Londra'yı ve diğer başkentleri dolduran milyonlarla, okullarından çıkarak yürüyen insanlar olmasaydı, geçen perşembe günü Bağdat yakınlarında öldürülen yaklaşık 80 köylü, pazar yerindeki çocuklar, "yola çıkan hatunlar" gibi masum sivillerin öldürülmesinin niceliği şimdiye dek devasa boyutlara ulaşmış olacaktı. Bu insanlar sayısız hayatı kurtardılar.
Birmingham'da Irak birlkleri
Amerika'da, "gook"ların (ABD'de Çinli görünümlü insanlar için kullanılan aşağılayıcı tabir, çn.) hiçbir sorumluluk alınmadan katledilebildiği Vietnam işgalinin ırkçılıkla körüklenmesi gibi, Irak'ta devam etmekte olan katliam da aynı kalıptan çıkma.
Bundan şüphe ediyorsanız, haber kanallarını şöyle bir dolaşın ve çifte standardı inceleyin. İngiltere'de Irak tanklarının kol gezdiğini, Birmingham'ın Iraklı birliklerce kuşatıldığını hayal edin. Absürd mü? Neyse, zaten burada böyle şeyler olmaz.
Ne var ki, İngiliz ordusu, omuzda taşınan füzeleri ateşleyerek ve yüzde 40'ı çocuklardan oluşan halkın üzerine misket bombası yağdırarak, Birmingham'dan daha büyük bir şehir olan Basra'ya tam da bunu yapıyor.
Dahası "evlatlarımız" Basra'nın yanı sıra, bir haftadan beri denetimleri altında olan Ümmü Kasr'ın yıkılmış halkından suyu da esirgiyor. Blair'in, bu gerçeği ve Basra halkının özgürleşmek için sırayla ayaklandığı yalanını gün ışığına çıkaran El Cezire kanalına ateş püskürmesinde şaşılacak bir şey yok.
11 Eylül 2001'den bu yana, "bizim" propagandamız ve içindeki, söze dökülmeyen ırkçılık, insan zekasının ve ahlakın çok büyük boyutlarda çarpıtılmasını gerekli kıldı.
Dünya barışının önündeki tehdit
En fazla gizlenen gerçek ise, alenen militarist olan bu İngiliz hükümetinin ve hizmet ettiği, sınır tanımayan süper gücün, güvenliğimize kasteden asıl düşmanlar oldukları.
Donald Rumsfeld sık sık Chicago'nun ünlü gangsteri Al Capone'dan alıntılar yapıyor. Bunların arasından en sevdiği ise, "Tatlı söz ve silahla, sadece tatlı sözle alacağınızdan daha fazlasını alırsınız".
Hepimize yönelen bu tehditle nasıl yüzleşeceğiz? Bana kalırsa bunun cevabı, kendi gücümüzün büyüklüğünü kavramamızda yatıyor. Patrick Tyler geçen gün New York Times'daki yazısında Amerika'nın "tuttuğunu koparan, yeni bir düşman"la, halkla karşı karşıya geldiğini yazarak son derece akıllı bir tespitte bulundu.
Yazar iki yeni süper gücün bulunduğu, iki kutuplu, yeni bir dünyaya girdiğimizi belirtiyor: bir yanda Bush/Blair çetesi, öbür yanda, nihayet hareketlenmeye başlayan, bilinci günden güne kabaran, gerçek bir halk gücü olan dünya kamuoyu. Yine böylesi bir zamanda, bize şu öğüdü veren şair Shelley değil miydi? "Uykudan sonra aslanlar gibi doğrulun!"
* John Pilger'in yazısını özetleyerek Nilgün Sarı Türkçeleştirdi.
Çok fazla görüyoruz, biliyoruz; bu bizim en iyi savunmamız