Zagros sıradağlarının arasında bir yer (Kirmanşah Eyaleti). İlk defa bu yerde yaklaşık 9 bin yıl önce, yerküre ısınmaya başlayınca mağara hayatını bırakan insanlar kerpiçten evleri yaptılar. Beraber yaşamak için burada ilk adımı atan insanlık, kimi zaman bunu korumuş olsa da çoğu zaman kalmalı - gitmeli taht oyunlarında; ya kanayandı ya da kanatan. (Sık görünen yüzü)
Bununla anılmaktan yorulmuş bir coğrafya vardı. (Az görünen yüzü)
Ortadoğu ekosistemi topyekûn yorgundu. Tamamı bana ait olan bu yargıya da savaş oyunlarını izleyerek / okuyarak ulaşmadım. Bu yargımın ana kaynağı sanat anlayışları.
Bu yorgunluk dayanılmaz boyutlara ulaşmış olmalı ki, insanlığı güzelliğe ve inceliklere çağıran içten ses de aynı coğrafyadan çıkıyor.
Karşımda oturmuş kendini ve sanatını anlatan Bashir Naseri'ye arada bir sorular sordum. Ama bu cevap beklentisiyle yapılan bir şey değildi. Daha çok dinlemekten keyif aldığım bir şarkının sesinin kısılmasına müdahale etmekti. Şiirin kulvarında gezen sözleri, hünerli parmakları ve etkileyici sesi… Kararsızlık içindeyim. Hangisinden başlasam?
Elbette şiir. Bunun tek taraflı bir karar olduğunu düşünmeyin. Resimden çok şiiri konuştuk desem, abartı olmaz. Sevgili Bashir, tam bir şiir tutkunu.
"Kaşan şehrindenim.
İşim resim yapmaktır.
Bazen bir kafas boyar,
Size satarım." (1)
İran’ın Kermanşah Eyaletinden dünyaya merhaba demiş olan ressam, iki yıldır çalışmalarını Diyarbakır’da sürdürüyor.
Bashir kimdir?
"Olmuş,
Var,
Olacak olan!"
Resim sanatını ailesinden öğrendiğini özellikle annesinin teşvik eden davranışlarını içtenlikle anlattı.
“Çocukken annem beni yanına çağırırdı, eteğini dizlerine kadar çekip; hadi Bashir çiz!”
Bu yanıtın arkasından bulunduğumuz mekanın içini dolduran müziğin etkisiyle, konuyu şarkılara getirdim. Çünkü sahiden etkileyici bir sese sahip. Yakın bir tarihte İstanbul'da gerçekleşen ilk sergisinde şarkılar da söyledi. Seyircinin hayran bakışları altında serin bir İstanbul akşamına mistik bir müziğin ezgilerini salarak.
Seyircilerin arasındaki konumum, pencereye ve sahneye yakın orta yerdeki bir masaydı. İyi bir müziği dinlemek için yalnız olmak gerektiğini düşünenlerdenim. Ya da en azından gürültünün olmadığı sakin bir ortam. Söylediği şarkılar üstüne konuşmadık ama dinlerken yine Kirmanşah doğumlu olan bir başka sanatçıyı hatırladım. Dünyaca ünlü müzisyen Shahram Nazeri’yi. Elimdeki herhangi bir müzik dinleme aygıtında sıradaki şarkılardan biri ona aittir.
Bashir'in Soran Kürtçesiyle dillendirdiği şarkılar, Hewraman’ın zorlu kış koşullarında derin bir vadide basamaklar halinde yükselen taş evleri de hatırlattı. Zaten ne zaman İran’a dair bir şey duysam gözümde canlanan ilk manzara Hewraman oluyor. Her evin damı bir üstteki evin avlusu olacak şekilde yapılmış bu taş evlerde doğan çocuklara, büyüdüklerinde ne olacakları sorulmaz. Çünkü cevap bellidir. Sanatçı.
"Bizim işimiz değil kırmızı gülün sırrını anlamak.
Bizim işimiz belki de:
Kırmızı gülün büyüsünde yüzmektir." (2)
Sanatla doğduğu evde tanışan Bashir, kültürleriyle yaşayan bir toplumda büyümüş. Ressam bir baba, psikolog bir annenin iki çocuğundan biri. Yaşadıkları bölgenin dağlık coğrafyasına, zorlu kış koşullarına ve savaşın kayıplarına sanatla direnmişler. İranlı biriyle yapılan sohbetin mutlaka uğrak duraklarından biri de Füruğdur.
“İran modern şiirinin temsilcisi ve yaşam şekliyle de bunu cesurca gösterebilmiş nadir sanatçılardandır.”
Sohbetimiz bir çok ahenkli cümlenin bitip, tekrar başladığı şiirsel bir tonda bir kaç saat sürdü. Dünya edebiyatından okuduğu, esinlendiği sanatçıları sordum. Cevabı olduğu gibi aktarıyorum.
“Bunlar da dünya edebiyatı.”
Resimlerinde görünen yüz genellikle siyah beyaz. Çok az başka renkleri kullanıldığı resimlerinde dikkat çeken bir ayrıntı da at figürü. (Sordum) Ayrıntı ve yorumun seyircinin hayal dünyasında şekil bulması gerektiğini söyledi. Açıklamalar yaparak sınırlar koymayı istemediğini ekleyerek.
Benim de buna bir itirazım olmadı. Hatta izleyici olarak ilerleyeceğim açıklığa izin veren sanat ürünlerini ve sanatçıları; kendini anlatır gibi anlatmayı seviyorum. Bu öznel anlatım tarzımın sanatçıyı ya da ürünü ön plana çıkarmadığını arada bir eleştirenler oluyor. Hem onlara cevap vermek hem de yeri gelmişken özgür anlatım tekniklerini övmek istiyorum. Bu tekniklere sahip değilsem de belki bulmak için çabalıyor olabilirim. Açıkçası,
“Böyle yapılır!” söylemi yaratıcılığı öldüren bir barikat gibi. Belki gazetecilik de dahil bütün yazım mecraları kurallarını ve çizgilerini gevşetmeliler. Alışagelmişe olan bağlılığı yaşamın her yerinde ihlal etmek gerekiyor olabilir.
" Bizim işimiz belki de,
Nilüfer çiçeği ve çağımız arasında,
Hakikat şarkısının peşinde koşmaktır." (3)
Hayallerde yaşadığını ve aşkı da konuştuk. Yaşadığın sıkıntılı coğrafyada olmasaydın ne yapardın diye sordum.
“Resim yapardım. Şarkı söylerdim. Şiir okurdum.”
Yağmurlarda ıslanmayı, rüzgarda sürüklenmeyi, anne kucağını ve daha bir çok duyguyu resimle anlatmayı tercih eden Hewramanlı ressam Bashir’in sergisi 25 Temmuz’a kadar Beyoğlu Mis sokak Chalak Art Cafe’de devam edecek.
'Yaşam sürekli ıslanmaktır.
Yaşam "şimdi" havuzunda suya gitmektir.' (4)
Böylece bir söyleşinin daha sonuna geldik. Yazının bittiği yerde, Hewraman bölgesinin kültürünü daha detaylı araştırmanızı, en azından bir kaç fotoğrafa göz atmanızı tavsiye ediyorum. Elbet şarkılarını ve Kürtçenin hüzünlü iniltisini duyacak kadar yaklaşmanızı da.
Zagros Dağları, İran’ın Irak sınırından Basra Körfezi’nin güneyine kadar 1500 kilometre boyunca uzanan sıradağlardır. En yüksek noktası 4 bin 409 metre ile Dena doruğudur. Dağların kucağında yaşayan Hewramanlılar zamana sanatla direniyorlar. Bunun için sevgili Bashir’in nezdinde hepsine teşekkürlerimi gönderiyorum. (GB/EKN)
1,2,3,4 : Sohrab Sepehri, Çeviri: Işık Tabar Gençer-Şirin Mehran