Geçmişe dönüp belleğimizi yokladığımızda en beğendiğimiz filmlerin varlığını yadsıyamayız. Liste oluşturma eğiliminden uzak durmaya çalışsak da bazen o dürtü bizi kışkırtabilir, zorlayabilir, kulağımıza olmadık isimler fısıldayabilir.
Ben de bu durumun bilincinde olan bir sanatsever olarak, listelerimden kaçmadım, o listeleri açık yüreklilikle paylaştım. Çünkü onlar, Susan Sontag’ın dediği üzere sevdiklerimdi. O listeler benim öznel bakışımla biçimleniyordu, mutlak değildi.
Bugünlerde kişisel sinema tarihimden yola çıkarak zaman zaman yazıya da döktüğüm filmlerde derin bir yolculuğa çıkmış bulunuyorum.
Listemin en başında genellikle Ettore Scola filmleri yer alır. Ve bu filmlerden en kolay ulaşılır olanı; "Özel Bir Gün"dür. "Özel Bir Gün" (Una Giornata Particolare - 1977), en sevdiğim aktörlerden Marcello Mastroianni’yle ayrı bir anlam kazanır.
Diğer Scola filmlerinden; "Çirkinler Kirliler ve Kötüler" (Brutti, sporchi e cattivi - 1976) ve "Birbirimizi Öyle Çok Sevmiştik" (C'eravamo Tanto Amati - 1974) ki de vazgeçilmezlerim arasındadır.
İnternette Scola filmlerini ararken anımsadım: 2016 başlarında yitirdik Scola’yı… Ardından yine yılbaşına yakın zamanlarda İtalyan Kültür’de Scola filmleri toplu gösterimi gerçekleşmiş. Ne yazık ki kaçırmışız.
Listemdeki bir başka vazgeçilmez film; Taviani Kardeşlerin "Kaos"uydu. "Kaos" (Paolo ve Vittorio Taviani - 1984); Pirandello’nun hikâyelerinden uyarlanan harika bir filmdir. Filmin en ilginç yanlarından biri; öykülerin bir kuzgunun uçuşuyla ve boynundaki çanla birbirine bağlanmasıdır.
Listemde dayanılmaz acılar çekmiş bir sanatçının hayatından bir kesit de var; Bruno Nuytten’in "Camille Claudel"i (1988)… Oyuncular; Isabelle Adjani, Gerard Depardieu…
Depardieu deyince bir başka vazgeçilmezim François Truffaut’nun sondan bir önceki filmi; "Penceredeki Kadın" (La femme d'à côté - 1981)… Truffaut daha çok Yenidalgacı filmi "400 Darbe"yle tanınsa da, benim için en unutulmaz filmi; Penceredeki Kadın’dır. Sinema tarihinde aşkı en güzel anlatan filmdir Penceredeki Kadın… Burada “en güzel” kavramını özellikle tercih ediyorum, çünkü en güzel hem öznelliği, hem anlatımın estetik yanını içeriyor.
Sinemada şiir denince aklıma üç beş yönetmen geliyor. Bunlardan ilki kuşkusuz Abbas Kiarostami… Kiarostami’nin Füruğ’un aynı adlı şiirinden esinlenerek adlandırdığı filmi "Rüzgâr Bizi Sürükleyecek" (Bād mā rā khāhad bord - 1999), yaşamın doğal akışındaki şiiri ortaya koyuyor.
Tarkovski’nin "Solaris"i şiiri bilimkurgu ve fantastikle yoğuruyor.
Claude Berri’nin Jean de Florette’i devam filmi Manon des Sources (1986) ile birlikte yalın ama çarpıcı kurgusuyla bir başka vazgeçilmez film…
Sinemanın şairlerinden Fernando Solanas’ın Güney’ini (Sur - 1988) de unutmamak lazım… Tangolar aracılığıyla Arjantin’in gündelik yaşamına ve siyasi sorunlarına değinen Güney; siyasi filmler içinde parmakla gösterilecek filmlerden…
Bir başka siyasi filmse Costa Gavras’ın Z (Ölümsüz 1969) adlı filmi… Z; Yunanistan’ın siyasi yapısını dolaylı yoldan anlatıyor.
Andrzej Jakimowski’nin "Hayallerin Ötesinde" (Imagine - 2012) adlı filmi; gözleri açık görmeyenlerle, gözleri kapalı olduğu halde görmeyi bilenleri karşılaştırıyor.
Yerli filmlerden vazgeçilmez iki film seçtim: Sonbahar (Özcan Alper - 2008) ve Kosmos (Reha Erdem - 2010)… İlki sakin başlayıp içsel patlamalarla biten, ikincisi evrendeki varlığımızı simgesel anlatımlarla sorgulayan olağanüstü filmler…
Şimdilik belleğimin koruduğu anılardan bir tarih özeti oluşturmaya çalıştım. Kişisel tarihim daha çok 80’li yıllarda oyalanıyor. O yıllardaki sıçramayı ileriye taşıyan az sayıda film sayabiliyorum. Kuşkusuz bahsettiğim filmler; belleğimde derin izler bırakan, yeni anılar eklemekle kalmayıp varlığımı çoğaltan filmlerdir. (SY/HK)