Neighbours (Cîran) filmine dair psikolojik bir okuma.
Bu yıl, sekiz yıl aradan sonra üçüncüsü düzenlenen Amed Film Festivali, birbirinden etkileyici filmlere ev sahipliği yaptı. Bu yazının odağında ise Mano Xelil’in yönettiği Cîran (Neighbours) filmi yer alıyor. Film, yaklaşık yedi yaşlarında bir çocuğun (Şero) gözünden; kayıp ve yas, kimlik, savaş, göç, bir arada yaşam ve otorite ilişkileri gibi temaları, gerçek yaşam öyküsüne dayanan derinlikli bir anlatıyla ele alıyor.
Film, Suriye sınırındaki bir köyde yaşayan insanların gündelik hayatına odaklanıyor. Şero, bu köyde geniş ailesiyle yaşayan küçük bir çocuk. Amcası Aram ile kurduğu özel ve derin ilişki, film boyunca dikkat çekici bir bağ olarak öne çıkıyor. Şero’nun yaşadıkları üzerinden, savaş koşullarının yarattığı renksiz ve boyutsuz düzende dahi yaşamla kurulan romantik ve direngen bağların izini sürüyoruz.
Yaşamın içinde sınırlı bir pozisyon olarak çocukluk oyunu
Çocukluk, her ne kadar gelişimsel dönemlerle tanımlansa da, dünyanın neresinde olursak olalım sınırları çizilemeyen özgür bir ülke gibidir. Bu ülkede çocuğun dünyayla kurduğu hakikatli ilişkinin önemli bir bölümü oyun aracılığıyla şekillenir. Yetişkinlikte dahi “içimizdeki çocuk”tan söz ederken, bu oyun oynama haline gönderme yapmadan geçemeyiz.
Filmin açılış sahnesi, Şero ile Aram’ın sınırdaki askerleri taklit ettiği “yaramaz” bir oyunla başlar. Köyün renklerini temsil eden üç balonu gökyüzüne bırakmak ve askerlerin tepkisini izlemek, bu iki “çocuk” için yatıştırıcı bir deneyime dönüşür. Askerlerin balonları patlatmaya çalışmasıyla, oyunun sınırın ötesine taşan simgesel anlamı görünür hale gelir.
Özellikle kırmızı balonun patlamadan havada kalması, oyunun direngen doğasını ve çocukluğun sınırlara rağmen canlı kalabilen yaşam enerjisini temsil eder. Sınırın ötesinde sürdürülen bu oyun, izleyiciye şu soruyu fısıldar: Eğer oyun sınırın ardında da mümkünse, sınırın kendisi neden bir oyun olmasın?

“Bir gün köye bir öğretmen gelir”
Köy, sınırlı sosyo-ekonomik koşullara rağmen dayanışmacı ve canlı ilişkilerle örülmüş bir yaşam alanıdır. Farklı etnik kimliklerin bir arada yaşadığı bu köyde, çocuklarla kurulan ilişkiler savaş koşullarına rağmen üretkendir. Ancak köy okuluna bir öğretmenin atanmasıyla, çocukların dünyasında köklü bir kırılma yaşanır.
Yeni öğretmen, mevcut rejimin politik söylemlerini kendi fantezileriyle harmanlayarak öğrenme ortamına taşır. Çocuklarla kurduğu ilk ilişki, onları Führer selamı ile hizaya sokmak ve okulun arkasından izleyen köylülere gözdağı vermek üzerinden şekillenir. Böylece okul, öğrenmenin değil itaatin mekânına dönüşür.
Çocukların her sabah anadilleri dışında bir dille eğitime başlamaları, sistematik şiddetle birleşerek ciddi bir baskı alanı yaratır. Çocuklar, henüz gelişimsel olarak kavrayamadıkları “sınır” kavramı üzerinden, başka halklara nefret duymaya zorlanırlar. Bu tek tipleştirici düzen, çocukların otonom alanlarını daraltır.
Sınıf, dört duvarla çevrili bir mekân olmanın ötesinde; öğretmenin otoritesini, çocukların ise sıkışmışlığını temsil eder. Çocuklar bu dar alanda ancak mizah aracılığıyla nefes alabilir. Öğretmenin diktiği palmiye ağacının köy toprağında tutmaması da, bu yabancılaştırıcı iktidar temsilinin simgesel bir ifadesidir.
Şero’nun direnişi: Kertenkeleyle kurulan merkez
Şero’nun gözünden izlediğimiz okul yaşantısı, onun anlamadığı bir dilde, farklı yaş gruplarının bir arada bulunduğu tek göz bir sınıfta geçer. Şero, öğretmenle özdeşim kurmak yerine sınıf duvarındaki kertenkeleyle ilişki kurmayı seçer. Bu tercih, onun içsel merkezini koruma çabasıdır.
Öğretmenin kertenkeleyi öldürmesi, bu merkez için ciddi bir kırılma yaratır. Ancak filmin sonunda kertenkele yavrularının yeniden duvarda belirmesi, Şero’nun “her şeye rağmen” yaşamla kurduğu bağı sürdürdüğünü gösterir. Bu, aynı zamanda annesiyle kurduğu bağın da sembolik bir devamıdır.
7–12 yaş arası dönem, çocuğun özdeşim kaynaklarının çeşitlendiği, ebeveyn dışındaki figürlerle bağ kurduğu kritik bir evredir. Bu çoğulluk, çocuğun özgürleşmesi için bir şanstır. “Bir çocuğu büyütmek için bir köy gerekir” sözü, tam da bu noktada anlam kazanır.
Şero’nun amcası Aram’la, Yahudi komşusu Hannah’la kurduğu ilişkiler; annesinin öldürülmesiyle yaşadığı yasın regülasyonunda hayati rol oynar. Öğretmenin Yahudilerle ilişki kurmayı yasakladığı bir bağlamda, Şero kendi duygusuna yaslanarak Hannah’yla ilişkisini sürdürür ve kendiliğini korur.
Son söz yerine
Cîran, çocukluk temasını merkezine alan filmler arasında, çocukluğun kendisine dair güçlü sorular sordurabilmesiyle ayrı bir yerde duruyor. Çocuk-iktidar ilişkilerine, eğitim mekânlarının dönüştürücü ya da yaralayıcı etkilerine dair önemli ipuçları sunuyor.
Filmin, bir arada yaşam olanaklarını yüreklendiren ve sınırların ötesine taşan ilişkilenmeleri hatırlatan güçlü bir çağrısı var. Dilerim, dünyanın herhangi bir yerinde çocukların balonlarını korkmadan uçurabilecekleri oyunlar oynaması mümkün olur.
Filmi seyirciyle buluşturan tüm paydaşlara teşekkürle. (EP/TY)








