Senin ve Ozan’ın resimleri olay oldu ve Akın’la aramızı açacak neredeyse! Fırsat bulunca yenilerini bekliyoruz. Deniz ve yüzmeyle aranın iyi olduğu her halinden belli resimde. Babanla anlaşabiliyor musun? Bazen de bizim yerimize onu kızdırırsan sevineceğim. Ama fazla değil! Tümünüzü özlemle kucaklar, gözlerinizden öperim. Selamlar.”
Ali Başpınar, 3 Ağustos, 1987, Mamak
Eylül’ü oldum olası sevmem, tıpkı Ankara’yı sevmediğim gibi. Kendimi bilmeye başladığımda hayatımdaki eksikliğin, babamın bizimle olamamasının ana sebebinin bir Eylül ayı ve beşi bir yerde generaller olduğunu da öğrenmiştim. Ondandır, sevmem…
Ankara benim için çocukluğun soğuk geceleridir (*), ondandır ki Ankara’yı da sevmem. Ankara benim içim Mamak’tır. Bu topraklarda gitmekten imtina ettiğim tek kenttir... Çocukluğumda bir ömür yetecek kadar gittiğimden herhalde… Yarın aslında Ankara’da olmam gerekirken olamayışım da biraz ondan.
Pazartesi akşamı Ali Başpınar’ı, kocaman bir insanı, pek çoklarının Ali Butto’sunu, benim Ali amcamı kaybettik. Cenazesi yarın (cumartesi) omuzlar üzerinde o çok sevdiği yıldızlara uğurlanacak. Ben orada olamayacağım, ona kendimce uzaktan veda edeceğim, Salı sabahından bu yana yaptığım gibi...
Ali Başpınar benim için 1980- 1986 yılları arasında sıkça ziyaret etmek durumunda kaldığım Mamak Askeri Cezaevi’nin iyi birkaç hatırasından biri.
12 Eylül darbesinde henüz iki yaşındaydım. Babam darbeden kısa bir süre sonra yakalanmış, Mamak Askeri Cezaevi’nde yatıyordu. Sanırım üç ya da dört yaşlarımdan itibaren film kareleri gibi anımsıyorum Mamak’ı. Özellikle açık görüşleri. İşte o açık görüşlerden aklımda kalan, küçük zihnimin silmediği, iyi ki de silmediği yüzlerden biri Ali Başpınar. Çocuklar tuhaf olur malum, kimin iyi kimin kötü olduğunu kimi zaman büyüklerden daha kolay anlarlar.
İşte ben de Ali amcanın ve diğer “amcalarımın” iyi insanlar olduklarını o küçük yaşımda anlamıştım, seviyordum onları. Karşılıksız bir sevgi olmadığını çok iyi biliyordum. Çünkü bütün çocukluğum boyunca bayramlarda, seyranlarda, normal günlerde en çok kart, resim, mektup alan çocuktum arkadaşlarım arasında. Hatta belki tek çocuktum...
Salı sabahı Ali amcanın yıldızlara karıştığını öğrendiğimde çocukluğumun soğuk geceleri bir ürperti gibi geçti üzerimden. Akşam üzerinde “A Blok Görüldü” yazan onlarca kartı, mektubu önüme yığdım, bana yazılanlara baktım. Daha ne kadar Mamak’ta kalacakları belli olmayan amcalarımın, babamın bana yazdıklarına, ne kadar umut dolu olduklarına, ne kadar geleceği düşündüklerine, henüz altı yaşında bile olmamış bana koca bir insan muamelesi yaptıklarına, herşeyimi ne kadar yakından takip ettiklerine baktım yeniden, çocukluğumu ve Mamak’ı bir daha anımsadım... Ali amcamın inci gibi yazısıyla “Sevgili yeğenim Çiğdem” diye yazdığı, resim yapabilenlerin yarattıkları kartlara baktım, ne kadar şanslı bir çocuk olduğumu anımsadım her şeye rağmen...
Çocukluğumdan zihnimde yaşattığım en önemli mücadelelerden biridir. Bir şekilde o zamanlar bulunması zor olan bir yabancı çikolata gelmişti hediye, hepsini bitirmeyip çok sevmeme rağmen, açık görüşe götüreceğim diye tutturmuştum. Madlenleri ikişer üçer peçetelere sarıp çorabıma, ceplerime sıkıştırdığımı anımsıyorum hayal meyal. Beni aramaya kalkarlarsa cezaevi girişinde aratmayacaktım, mücadele edip o çikolataları içeri sokacaktım ki babama ve amcalarıma ikram edebileyim. Kendimi her türlü aramaya karşı hazırladım, cezaevine gittik ve sürpriz, kimse beni aramadı... İtiraf etmeliyim, beni aramadıkları için sinirlenmiştim. Mücadele edecektim, edemedim...
O çikolataları açık görüş masalarının aralarında dolaşıp dağıttığımı anımsıyorum. Acaba Ali amca da yemiş miydi?
Çikolatalar ve bana çocuk bahçesi gibi gelen Mamak’ın girişindeki askerlerin antreman aletleri. Bana o zaman bile karanlık gelen ama aslında ne karanlık bir yer olduğunu anlamam için 10’lu yaşlarımın sonlarını beklemem gereken Mamak’tan kalan aydınlık hatıralar.
Babam 1986’da tahliye oldu, sekiz yaşındaydım. Ali amca ve pek çokları daha uzun yıllar hapiste kaldılar, ben de daha uzun yıllar hapishanelerden kartlar, mektuplar almaya devam ettim. Ali amca ve diğerleri, babamla birlikte, çocukluğumun karanlık ve soğuk hatıralarının aydınlık tarafları.
O kartlar, mektuplar şimdi kişisel tarihimin çok kıymetli parçaları. O zamanlar sevindiren, şimdilerde bu topraklara dair çok şey anlatan minik kağıtlar...
Ali amca 11 yıl süren zorlu Mamak günleri sona erip de aramıza katıldığında Nilüfer girdi hayatına ve sonra da oğulları Yağmur doğdu. Her şey çok hoştu ama 14 yıl önce kanser girdi hayatlarına. Hayatlarına diyorum çünkü Ali amcamın ardından sanki sevdiğini yalnız bırakmak istemezmişçesine Nilüfer de hastalandı. İki sevgili kansere boyun eğmemek için çok uğraştı, ilk giden Nilüfer oldu, Pazartesi akşamı da Ali amcam. Yağmur şimdi 12 yaşında.
Ali amcam Türkiye mücadele tarihini yaratanlardandı, hala anlatılan efsaneleşen öğretmen örgütlenmesi Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği'ni (TÖB-DER) var edenlerdendi, 40 yılın ağır yükünü taşıyan yüzlerce, binlerce insandan biriydi, benim Ali amcamdı, çocukluğumun en kıymetli hatıralarından biriydi.
Ali amcamı yarın Ankara’dan yol arkadaşları uğurlayacak. Çok sevgili avukat amcamın (İbrahim Tezan), İsmet (Pekdemir) teyzemin, Dursun (Akçam) amcamın, Kadir (Dinç) amcamın, İbrahim amcanın (Sevimli) ve Ayşe’nin (Ayşenur Zarakolu) çok iyi anlaştığı anneannemin ve tüm sevdiklerinin yanına, yıldızlara gidiyor.
Güle güle Ali amca...(ÇM/EÜ)
* Tezer Özlü’ye bir merhaba yolluyorum.
* * Ali Başpınar’ın cenazesi, 6 Eylül Cumartesi günü saat: 09.00'da Hacettepe Üniversitesi Hastanesi'nden alınıp Çankaya Belediyesi Otopark alanında yapılacak tören sonrası Çankırı/Çerkeş'e defnedilecek.