6 Şubat gününden beri, memleketçe çok sevdiğimiz klişeler denizindeyiz. “Ne kadar büyük bir millet olduğumuz” klişesi görebildiğim kadarıyla en popüleri.
Çok büyük bir milletiz, çok necip bir milletiz, el ele verirsek üstesinden gelemeyeceğimiz zorluk yok, komşumuz açken tok yatmayız, Edirne’den Ardahan’a “Türk’ün gücü büyük”, Çanakkale ruhuyla ülkeyi yeniden ayaklandıracağız.
Elbette hiçbirine itirazım yok, klişe klişedir ama hayattan beslenir, gerçektir, hamasete kaçma ihtimali yüksektir ama gerçektir, halklarımızın “hissi” buysa, beyanı esas kabul ederim, “doğrudur” derim. Zaten benim meselem başka.
Gettolara ayrılmış güzel ülkemizde, bir hafta arayla iki yardım/bağış/dayanışma kampanyasına tanık olduk.
“Kapalılık” malûm, şu günlerde elimizden ne yazık ki hiçbir şey gelmiyor, televizyon karşısında boş boş oturuyoruz, ne varsa izliyoruz, iki kampanyayı da “canlı” olarak izleme “şansına” sahip oldum.
İzlediğim iki farklı mahalleden bir mahalleninki “kimin parasını kime bağışlıyorsunuz?” sorusunun baki olduğu kısımları hariç, kıt kanaat bütçelerinden, muhtemelen bir sonraki günün yemeğinden, gelecek ayın yakıt parasından, kedisinin mamasından arttırdığı parayı depremde zarar görenlerle paylaşan yurdumun güzel insanlarının desteğiydi.
Ama ne yazık ki her bir lirası çok kıymetli olan bu dayanışma, beni oturduğum yerde delirtti.
Ekonomik kriz
Tarihi kendilerinden başlatanlara tahammülüm çok azdır ama bu kez ben de yapacağım, sanırım tarihimizin gördüğü en büyük ekonomik krizlerden birini yaşıyoruz. İnsanların parası yok. Halk çöktü, ayın sonunu geçtim, insanlar ayın ilk haftasının sonunu göremiyor. 6 Şubat Depremleri ekonomik açıdan feci bir döneme denk geldi, evet.
Depremle itibaren sürdürülen ekonomi politikaları da ne yazık ki hiç umut verici değil. Zaten durum çok kötüydü, artık feci oldu.
Herhalde Mart ayı enflasyon rakamlarıyla fotoğrafı daha net görmemiz mümkün olacak, hoş, görmesek ne olur, zaten yaşıyoruz. Kısacası, paramız yok.
Büyük milletimizin parası yok. Büyük devletimizin de iki küsur haftadır anladığımız üzere organizasyon yeteneği yok, yetişmiş elemanı yok, acil eylem planları yok, onu geçtim çadır bile yok, bir de anladık ki, parası yok.
Yani fotoğraf net, hiçbir şeyimiz yok. Yokmuş, gördük. Ne güzel ki müthiş bir dayanışma duygumuz var, evet. Ne güzel ve lanet olsun. Lanet olsun! Açmaya çalışayım: Dayanışmaya, elindekini, avucundakini komşuyla paylaşmaya tabii ki hiçbir itirazım yok. Hayat tam da böyle bir şey ama görebildiğim, olan bitenin tamamen çaresizlik kaynaklı olduğu.
6 Şubat Depremlerine hazırlıklı olsaydık, tabii ki böyle bir faciayla çıkmazdık. Elbette. Bunu zaten biliyoruz.
Ama hadi oldu diyelim, ki oldu, halkın gayet haklı ve hakkaniyetli olarak müthiş takdir gören dayanışmasına bunca ihtiyacımız olmamalıydı, buna ihtiyacımız varsa da çadır için olmamalıydı, derdim temel olarak bu.
2023 yılındayız, 13,5 milyon kişinin yaşadığı on kent yerle bir oldu, devletin insanların başını sokabileceği çadırı yok, anladık da, çadırı almak için parası da yok, parayı halktan topluyor, hala organizasyon yok, çadır yok.
23 Şubat’ta yazıyorum bu yazıyı, Hatay’da Defne ve Samandağ’dan hâlâ çadır diyor belediye başkanları. Bunu zaten aklım almıyor da, o kampanya, bu kampanya fark etmez, küçücük çocukların kumbaraları açılıyor, azıcık emekli maaşları, KYK bursları seferber ediliyor, insanlar kuruş kuruş çadır parası denkleştirmeye çalışıyor.
Bir koca devlet, nasıl çocukların kumbarasına muhtaç olabilir ya? Şunu anlarım ve doğrudur, bir felaket olur, çocuğunuza durumu anlatmak için kendileriyle aynı yaşta olan çocuklardan, yaşadıklarından söz edersiniz, çocuk bundan “öğrenir.”
8 yaşındaki Ali'nin kumbarası
Aklına bir fikir gelir, yapar, kumbara da olur, oyuncağını göndermek de ama Edirne’den Ardahan’a çocukların kumbaralarını çadır alınsın diye açtıkları bir yer olamaz, olmamalı.
Ne bileyim, sonraki adımlar için olur, oyuncak için olur, çikolata için olur ama yaşamak, hayatta kalmak, soğuktan donmamak için, çadır için olmaz, olmamalı.
Devlet denilen mekanizma ihtiyaçlar hiyerarşisini tamamlar, bunun için hazır ve nazır olur, kaynaklarını harekete geçirir, uluslararası destek alır, halksa elinden geldiğince başına bunca felaket gelmiş milyonlarca insanın hayatını biraz olsun neşelendirmek için destek olur, halkın desteği çadır ya da konteyner için değil de deprem bölgelerinde azıcık olsun konforlu hatta belki lüks denebilecek ihtiyaçlar için kullanılır.
Azametiyle övünen kocaman bir devlet nasıl olur da on yaşındaki Elif’in, sekiz yaşındaki Ali’nin kumbarasına muhtaç olur?
Yirmi gündür gözlerimiz yaşararak izlediğimiz bu müthiş dayanışma ağının devlet mekanizmasını da aslında “ne kadar rahatlattığını” gözden kaçırmayalım, meramım bu aslında.
Çocukların kumbaralarını rahat bırakalım. İhtiyacımız olan, çocukların kumbaralarına ihtiyaç duymayacağımız yepyeni bir sosyal devlet düzeni. Yoksa elbette paylaşalım, çocuklar da paylaşsın, elbette dayanışma yaşatır ama çadır için, battaniye için, hayatta kalmamızı sağlayacak en temel ihtiyaçlar için olmasın.
Gerçekten olmasın. Bir kere olsun, devlet görevini yapsın, çocukların kumbaraları akranlarının hayatlarını yeniden renklendirmek, mümkün mü şu ortamda bilmiyorum ama, azıcık da olsa neşelendirmek için açılsın.
(ÇM/EMK)
*Fotoğraf: Bursa'daki yerel haber siteleri / Bursa’nın İnegöl ilçesinde yaşayan 11 yaşındaki Nisanur para dolu kumbarasını depremzedelere gönderdi. Kumbara içerisindeki 250 TL’lik bozuk para AFAD hesabına yatırıldı. Kumbara üzerine “Merhaba ben Nisanur. Sizlerin adına çok üzgünüz. Çok geçmiş olsun. Allah yardımcınız olsun. Bu kumbaradaki para benden daha çok size lazım” diye not yazdı.