İnsan Hakları Haftası’nda ne yazık ki çocuklar bakımından da iç açıcı bir tablodan söz etmek mümkün değil, daha doğrusu gerçekçi değil. Çünkü çocuklar, yaşam hakkından eğitim hakkına, şiddet ve istismardan korunma hakkından ayrımcılık yasağına kadar birçok alanda hak ihlalleri ile karşı karşıya.
Savaş
Bir yerden başlamak gerekecekse, çocuklar bakımından en ağır sonuçların savaş koşullarında doğduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım.
2011’den bu yana Suriye’deki savaş nedeniyle binlerce çocuğun yaşam hakkı elinden alındı. UNICEF’in raporuna göre, dördüncü yılına yaklaşan savaş nedeniyle, 1 milyon 700 bin çocuk zorunlu olarak evlerini, okullarını, yaşam alanlarını terk ederek başka ülkelere sığındı. Savaştan etkilenen çocukların yedi milyondan fazla olduğu belirtiliyor.
Savaş koşullarından kaçarak Türkiye’ye sığınan çocukların hangi şartlar altında yaşamaya çalıştıklarını sokaklarda gördüklerimizle bile anlayabiliriz aslında. Öte taraftan, kamplarda kalan çocuklar bakımından da durum çok farklı değil. Isınma, barınma, giyecek, beslenme, sağlık hizmeti gibi ihtiyaçlara oldukça kısıtlı şartlar altında erişmeye çalışıyorlar.
Eğitim hakları bakımından da ağır aksak giden bir sürecin içine terkedilmiş durumdalar. Birçok gönüllü birey ve örgüt, bu süreçte mülteci çocuklara destek için çaba saf ediyor olsa da gerek anadilinde eğitim materyalleri gerekse sağlıklı eğitim ortamı bakımından eksiklikler devam ediyor.
Tüm bu çabaların, çocukların iyi bir şekilde gelişimlerini sürdürebilmeleri için yeterli olamayacağı çok açık. Buna rağmen devlet yetkilileri çocukların hukuki statüsüne takılıp kalmış durumda. Savaştan bahsettiğimiz koşullarda sığınmacıların misafir mi, mülteci mi olduğu tartışmasını yürütmek ne acı aslında. Velev ki misafirler, o halde çok övünülen Türk misafirperverliği nerede?
Söylemek gerekir ki, mülteci çocukların eğitim, sağlık, barınma, psikososyal destek gibi pek çok ihtiyacı devlet tarafından hak temelli ve nitelikli bir şekilde yürütülmüyor.
Kuşkusuz ki karşı karşıya kalınan tablo çok kolay yönetilebilecek bir kriz değil. Ancak bu koşullar altında çocuklar, cinsel ve ekonomik istismarlara daha açık hale geliyor ve mevcut durum gittikçe karmaşıklaşan bir hal alıyor. Türkiye sınırları içerisinde gerçekleşen suç konusu her türlü ihlal ise beraberinde daha ağır sorumlulukları getiriyor.
Çocuk işçiliği
Ülkemiz bakımından önemli insan hakları sorunlarından biri de çocuk işçiliği. Yakın zamanda, çocukların madenlerde çalışabiliyor olma olasılığını bile konuşabildik mesela. Sonra, cam silen çocukları görmekten biz de rahatsızız Hadise gibi.
Ancak çocuk işçiliğiyle mücadelede bir arpa boyu yol alamadığımız gibi Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) sadece kayıt altındaki çalışan çocuk verilerine bile baktığımızda sayıların gittikçe arttığını görmekteyiz. Ki bu sayılara, kaçak çalıştırılan ya da ev içinde çalıştırılan çocuklar dahil değil, sonra bu sayılara pres makinesine sıkışarak ölen Ahmet Yıldız’ların hikayesi, geride bıraktıkları hiç dahil değil… Çalıştıkları için eğitimlerine devam edemeyen, çocukluğunu hiç yaşayamayan çocuklar da dahil değil.
Çocukların ucuz işgücü olarak ekonomik anlamda istismar edilmemesi için, Türkiye’nin, taraf olduğu Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılması İlişkin Acil Önlemler Sözleşmesi’ni hayata geçirmesi gerekir. Belki böylelikle biz çocuk hakları savunucuları da özgürlükçü talepler yükseltebilir, sömürünün bittiği yerde çocukların iradelerine dayalı çalışma hakkını savunabiliriz.
Çocuk cezaevleri
Bir diğer yoğun hak ihlallerin yaşandığı alanlardan biri de, yasa ile ihtilafa düşen çocuklara yönelik muamelelerde görülüyor. Türkiye’de çocuk dostu bir adalet sisteminin olduğunu söylemek için ya Polyanna olmak ya da yalancı olmak gerekir. Çünkü mevcut adalet sisteminde, çocuklara özgü yargılama ilkeleri sıklıkla gözardı ediliyor ve cezalandırma son çare olarak değil neredeyse ilk başvurulan yöntem oluyor.
Mesela yasayı çiğnediği iddia edilen bir çocuk, sokak ortasında öldürülebiliyor, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullandığı için hakkında müebbet cezası istenebiliyor; karakolda, cezaevinde, ring araçlarında şiddet görebiliyor.
Çocuklar hakkında açılan ceza davaları da gittikçe artıyor. Adalet Bakanlığı’nın Adli Sicil ve İstatistik verilerine göre, 2002 yılında toplam açılan dava sayısı 11 bin 747 iken, 2013 yılında bu rakam 117 bin 367’e çıkmış durumda. [1] Yine 2002 yılında toplam 2 bin 29 mahkûmiyet kararı verilmişken, 2013 yılında bu rakam 44 bin 352’lere yükselmiş durumda.
Görüldüğü üzere, 10 yılı aşan bu süre içerisinde çocuk suçlarını doğuran etmenlere karşı bütünlüklü bir çocuk politikası üretilememiş. Bununla birlikte yasalar, çocukların ifade özgürlüğü ve katılım haklarını gözardı edecek şekilde uygulanıyor ve çocuklar temel haklarını kullanamadıkları gibi yetişkinlerin dahi baş etmekte zorlanacağı yargı süreçleriyle karşı karşıya bırakılıyor.
2014 yılı itibariyle 2026 çocuk cezaevinde bulunuyor. Çocukların asla bir sayı olmadığını düşündüğümüzde, bir çocuğun cezaevinde olmasının onun sağlıklı gelişimden, ailesiyle yeterli temastan, eğitim hakkından, oyun hakkından, kısacası yaşamın birçok alanından koparılması anlamına geleceğini de görmemiz gerekir.
Çocuk Cezaevleri Kapatılmasın Girişimi, 2013’ten bugüne değin, çocuk dostu adalet sisteminin sağlanması ve çocuk cezaevlerinin kapatılması amacıyla çalışmalarına devam ediyor. Ancak gelinen aşamada, devlet yetkilileri bu talepleri dikkate almadığı gibi yeni çocuk cezaevlerinin açılacağını da duyurdu.
Çocukların cinsel istismarı
Çocukların cinsel istismarı yönünden de mevcut tablo bunlardan farklı değil.
Adli Sicil İstatistik Genel Müdürlüğü’nün 2012 verilerine göre, 91 bin 979 olay “cinsel dokunulmazlığa karşı suç” olarak adli makamlara intikal etmiş durumda. Bunlardan 50 bin 483’ü hakkında dava açılmış, bu davalardan 33 bin 992’si çocuğun cinsel istismarı, 14 bin 164’ü reşit olmayan kişiyle ilişki olarak kayda girmiş durumda.
Bu rakamların gerçekliğin çok daha altında olduğunu da söylemek gerekir. Çünkü cinsel istismarın özellikle aile içinde veya kamu görevlileri tarafından gerçekleşmesi halinde aileyi, devleti koruma gibi reflekslerle olayın adli makamlara taşınmak istenmediğini biliyoruz. Mağdur çocuklar da içinde bulundukları ağır ruhsal travma ve korku nedeniyle kendilerine yeterli güvence sağlanmadığından bildirim yapmaktan çekince duyabiliyor.
Çocuk hakları alanında yaşanan mevcut sorunların tümünü dillendirmek bu yazının bir sonu olması gerekliliği nedeniyle mümkün değil. Muhtemelen bünyemiz de kaldırmayabilir. Geriye ise, 2014 yılının insan hakları haftasında ortaya çıkan bu tablo karşısında şu soruyu sormak kalıyor: Çocukların insan hakları nerede? (TB/YY)
* Tülay Bingöl, Avukat, İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Yüksek Lisans öğrencisi.