Bir süredir Türkiye'de "taş atan çocuklar" tartışılıyor. Polise taş attığı için on yıla yakın cezalar alan çocukların varlığı ve halihazırda aynı suçtan cezaevlerinde tutuklu olan yüzlerce çocuk olgusu sonunda parlamentoyu da harekete geçirdi ve çocuklarla ilgili özel bir düzenleme için çalışmalar tamamlandı. Ancak Türkiye, -herhangi bir konuda düzenlenen- miting, basın açıklaması veya açık hava toplantısında "slogan atan", "renkli giysiler giyen", "1968'in gençlik liderlerini anan", "zılgıt çeken" kimi "yetişkinlere" verilen ağır cezaları bir türlü tartışmıyor. Ceza adaletsizliği ve aşırı ölçüde insafsız "özel yetkili ağır ceza mahkemeleri" pratiği ile bir türlü yüzleşemiyor.
17 Haziran'da Malatya Özel Yetkili 3. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen bir davada (2010/12 E.) Tuncay Kırmızıdağ, Tayfun Dalğa, Erkan Gişioğlu, Yüksel Gökbaş, Hüseyin Arslan, Nizamettin Kurt, Özlem İlbey, Eylem Aydın, Günay Yıldız, Feriştah Kıt ve Süleyman Yurtdaş'tan oluşan toplam 11 kişiye 6 yıl 3 aydan 8 yıl 6 aya kadar değişen hapis cezaları verildi.
Böylesine ağır cezalar verilmesine yol açan suçları ise "silahlı terör örgütü üyesi olmak" iddiasına dayanıyor. Üniversite öğrencisi, ev kadını, parti yöneticisi, genç ve dershane öğrencisi olan bu 11 kişi bir gencin ölümünü protesto için düzenlenen yürüyüşte "slogan atmak", "örgüt lehine pankart açmak", "yüzlerini gizlemek" ile suçlanıyorlardı. Tüm bu "eylemler", nedeniyle söz konusu dosyada yargılanan tüm sanıklara örgüt üyeliğinden ceza verildi. Ceza, Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 220/6. maddedeki "örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişilerin de örgüt üyesi gibi ceza alacağına" dair özel düzenlemeye dayanıyor.
TCK'de 2005'te önemli değişiklikler yapıldı. Terör ve bağlantılı cezalar artırıldığı gibi bazı yeni suç tipleri de ihdas edildi. TCK 220/6. madde de bunlardan biriydi. Genelkurmay Başkanlığı ve güvenlik birimlerinin "terör suçlarına ceza artırımı" isteyen yaklaşımlarına karşı "var olan yasaların doğru yorumlanması halinde teröre karşı etkin bir mücadele zaten yürütülebileceği" sonucuna varıldı. Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise 2008 yılında oluşturduğu yeni bir içtihat ile örgütün çağrısıyla düzenlenen bir eyleme örgüt çağrısından haberi olmaksızın gidip, şiddet eylemi göstermemiş olanların bile silahlı örgüt üyesi olarak cezalandırılmasının önünü açtı.
Yargıtay'ın söz konusu kararından beri Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri, "İbrahim Kaypakkaya posteri" açan, "Biji Apo" sloganı atan, sarı-kırımızı-yeşil renkler taşıyan ve hatta "termik santralleri protesto" eden kişileri bile yargılıyor ve "silahlı terör örgütü üyeliğinden" en az 6 yıl 3 ay ceza veriyor. Oysa tüm bu düşünce ve eylemler en fazla "suçluyu övme" veya "propaganda" suçunu oluşturur.
2005'te fazla üzerinde durulmayan bu hükümle bugün artık herkes terörist örgüt üyesi olarak kabul ediliyor. Çocukların da aralarında bulunduğu yüzlerce kişi halen, TCK 220/6. maddedeki bu hüküm nedeniyle yargılanıyor. TBMM'deki özel düzenleme ise sadece çocuklar boyutuyla meseleyi ele alıyor. Yargı ve TBMM, diğer bütün sanıklar yönünden Yargıtay'ın içtihadını tartışmaya gerek bile duymuyor.
Anayasa Mahkemesi kararı
Oysa Anayasa Mahkemesi, aynı düzenleme konusunda düzenlemenin nasıl uygulanırsa anayasaya aykırılık taşıyacağını 1992'de karar altına almıştır. 1991'de yasalaşan Terörle Mücadele Yasası'nda da TCK'nin 220/6. maddesindeki ifadenin aynısı yer alıyordu.
SHP, bu düzenlemenin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Mahkeme, iptal istemini reddetti ancak kararda, düzenlemenin nasıl uygulanması gerektiğini gösterdi. Kararda, "maddede, örgüt adına suç işlemekten söz edildiğine göre suçun, örgütün bilgisi ve istemi içinde işlenmesi gerekir. Hüküm, anlaşılması güç ve dolayısıyla uygulamada yanlışlıklara ve haksızlıklara yol açabilecek bir hükümdür. Geçmişte olduğu gibi, tek başına hareket eden sanıklar ile terör örgütleri arasında yapay bağlantılar kurulması, yasalara aykırı yollarla ikrarlar sağlanmasına yarayacak, bulanık hukuksal koşulları ve öğeleri taşıyan bir kural niteliğindedir. Bu durum da anayasanın 38. maddesindeki suçun yasallığı ilkesi ile bağdaşmamaktadır" ifadeleri kullanıldı.
1992 yılında bu kararı veren Anayasa Mahkemesi, anayasanın 38. maddesindeki "suçta kanunilik" ve "açıklık" ilkelerine dikkat çekmişti. "Örgüt üyesi olmamakla beraber örgüt adına suç işleyen kişi örgüt üyesi olarak cezalandırılır" hükmünün anlamı -biz hukukçular açısından dahi- açık söylemek gerekirse bir muammadır.
TCK ve Terörle Mücadele Kanunu'ndaki terörizm tanımı uluslararası standart ve normlara uygun hale getirilmelidir. Özellikle "kanunilik" ve "yasalarda açıklık" ilkelerini yerine getirmek gerekir. Terörle mücadele mevzuatı çerçevesinde adil olmayan yargılamaların sona ermesi zorunludur. Bu amaca ulaşmak için ilk adım olarak, kişilerin "örgüt adına suç işledikleri" ya da "örgüte yardım ettikleri" gerekçesiyle "'terör' örgütü üyesi" olarak yargılanmalarına izin veren Türk Ceza Kanunu'nun 220/6 ve 220/7 maddeleri değiştirilmek gerekir.
Yargıtay 2008 yılında ürettiği içtihat ile tam bir hukuk kaosuna yol açtı. Meselenin çözümü ise başta hükümetin atacağı yeni bir adımdan veya Anayasa Mahkemesinin TCK 220/6. ve 220/7. maddelerini iptal etmesinden geçiyor. (HA/TK)
* Hüseyin Aygün, Avukat.