Son bir aydır yaşananlar, aslında geçmişten biraz bildiğimiz şeyler. Ancak biraz daha vahim. Çünkü, birden fazla alanda birbirinden vahim olayların tamamı birlikte gerçekleşiyor.
Her gün onlarca şehit haberi geliyor, onların gözü yaşlı çocuklarına, babalarını henüz görememiş bebeklerine üzülüyoruz.
Diğer yanda köyler, şehirler sivillerin, çocukların yaşadığı yerler, sokakları, evleri cephe haline gelmiş durumda. Her gün en az bir çocuk ölüyor veya yaralanıyor.
35 günlük bebeğin hastaneye götürülememesi sebebiyle yüksek ateşten öldüğü, 10 yaşındaki bir kız çocuğunun kurşunlanarak öldürülmesi sonrası defnedilemediği için cenazesinin buzdolabında bekletildiği bir ülkeyiz.
Öte tarafta bir başka savaşın mağduru çocuklar kaçmaya çalışırken yaşamlarını yitiriyorlar ya Ege’nin sularında ya kamyon kasasında…
Türkiye’deki çocuk hakları savunucuları başta olmak üzere bütün toplum, bu süreçte yaptıkları ve yapamadıklarını bir süre sonra değerlendirmek zorunda kalacaktır elbette.
Birçok insan bu olanı biteni eleştiriyor ve engellemek istiyor. Bu arayışı kendi içimizde sürdürürken bir yandan da hayat yeni ölüm haberleri ile devam ediyor ne yazık ki. Gene de şu anda yapabildiğimiz tek şey çare aramaksa onu sürdürmek zorundayız.
Ben bu arayıştaki insanlardan biri olarak düşüncelerimi özetlemek istiyorum. Benzer biçimde düşünenler ile biraraya gelebilmek umudu ile yapıyorum bu özeti.
Son bir ay içerisinde birçok çocuk hayatını yitirdi. Geride kalanların da sağ ve salim olduklarını söyleyemeyiz, ne yazık ki. Hala canlarına yönelik tehdit devam ediyor. Birçoğu gözaltında, hapiste.
Silahlı çatışmaların sürdüğü köylerde, ilçelerde, illerde çocuklar nasıl besleniyor, nasıl tedavi oluyor, yakında okullar açılacak nasıl eğitim alacaklar sorularının cevabını bilmiyorum.
Bu koşullarda aslında bu ülkenin çocuklarının elinden sadece bugünlerini değil -ki, asıl kötü olan bu ama diğeri de önemli- geleceklerini de alıyoruz.
Her ölüm, her yaralanma, her çatışma ülkeyi barıştan biraz daha uzaklaştırıyor ve biz yetişkinler bunun bedelini kendi hayatlarımızdan ödemediğimizi, çocuklarımızın hayatlarından çaldığımızı görmüyoruz.
Silahlarla çatışmakla kalmıyor bazılarımız, zararı arttırmak ve çatışmayı geleceğe de taşımaktan başka işe yaramayacak nefret söylemini yayıyorlar pervasızca.
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ile çocuklara verilmiş sözümüz var, ama o sözü yerine getirmekten sorumlu devletin ve bunu takip etmesi gereken Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Hakları Komitesi ve UNICEF gibi kuruşların da bütün insanlık aleminin de bu olan biten ile ilgili ne düşündüğünü bilmiyorum.
Ben bu sözleşme ile verdiğimiz sözü şöyle anlıyorum: Çocukların bulundukları yerlerde, evlerinde, sokaklarında, köylerinde silahlı çatışma yapılamaz. Çünkü silahlı çatışmanın yürütüldüğü mahalde çocuk haklarının korunmasına imkan yoktur.
Bu durumda bilmek istiyorum, devletin BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi (md.38) ile verdiği şu sözleri yerine getirmek için ne yaptığını:
* Silahlı çatışma hâlinde uluslararası hukukun insanî kurallarına uymak ve uyulmasını sağlamak,
* Onbeş yaşından küçüklerin çatışmalara doğrudan katılmaması için uygun olan bütün önlemleri almak,
* Silahlı çatışmadan etkilenen çocuklara koruma ve bakım sağlamak amacıyla mümkün olan her türlü önlemi almak.
BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi, sadece devletlere değil insanlık alemine de yükümlülük vermektedir.
Hepimiz biliyoruz ve son 20 yılda Balkanlar’dan Ortadoğu’ya bütün bu coğrafyada yaşananlar bize gösterdi ki, sadece savaşlar değil her tür silahlı çatışma ortamında ‘Sözleşme’nin tamamı askıya alınıyor.
Birleşmiş Milletler’in ve tüm dünya devletlerinin silahlı çatışmaların sürdüğü bölgedeki çocukların yararlarını gözetmelerinin sadece orada yaşayan çocuklar için değil, bütün dünya çocukları bakımından önemli olduğuna inanıyorum.
Zira, yaşam hakkına ve bir çocuğun bütün bir geleceğine yönelik böylesi tehditler karşısında suskun ve çaresiz kalan insanlık aleminin dünya çocuklarının haklarını koruma konusunda yapacağı hiçbir çalışmanın etkili ve inandırıcı olmayacağını düşünüyorum.
O nedenle, hem uluslararası kuruluşlardan hem de tüm dünya devletlerinden, bir ülkede silahlı çatışma var ise ve bu durum sivillerin yaşadığı yerde gerçekleşiyor ise çocukların durumunu dert edinmelerini bekliyorum.
Mesela şunları yapabilirler diye düşünüyorum: gözlemci gönderebilirler, devletleri ‘Sözleşme’nin 38. maddesi gereğince tedbir almaya ve aldığı tedbrileri açıklamaya teşvik edebilirler.
Silahlı çatışma ihtimali doğduğunda çocuğun yararının korunması için atılması gereken somut adımları belirlemek üzere bir konferans düzenlenebilir.
Biliyoruz ki, barış dışında etkili bir adım yok.
Biz şu anda bu coğrafyadaki birçok ülke ile birlikte çocukları için yeni bir dünya inşa etmek zorunda olan bir toplumuz. Bugünlerini geri dönüşsüz biçimde tahrip ettik çocuklarımızın ve şimdi nasıl telafi edeceğimizi bulmak zorundayız.
Bu arayışa verilecek desteğin bu alanda uluslararası hukukun ve insanlık aleminin pratiğinin gelişimine de katkı sağlayacağını umuyorum. (SA/YY)