Bu hafta başında herkes gazeteci Mustafa Balbay'ın, Ergenekon soruşturması yüzünden gözaltına alındığında yaşadıklarına kulak kabarttı. Komutanlarla görüşmesi, bunun gizlice kaydedilmesi, gazete için para istediği iddiaları filan büyük ilgi çekti.
Bunlar önemli konular tabii, memleket Ergenekon'la yatıp kalkıyor ama Balbay'ın anlattıkları arasında bir bölüm gözden kaçmış görünüyor. Ben de gazeteci olduğum için kendisiyle benzer bir kaderi paylaştığımı öğrenince hemen durumu not ettim.
Balbay uykuda, bebek nerede?
Balbay, sabaha karşı nasıl gözaltına alındığın anlatırken şöyle diyor: "Oğlum 38 günlük, biraz da gazlı. Sabaha kadar eşim idare etti. Sonra ben kucağıma aldım. Kapı iki kez çalınınca, normal değil, dedim".
Benim matematiğim çok iyi olmadığı için tam hesaplayamıyorum ama bu durumda bizim Melih Yusuf'la Balbay'ın oğlu hemen hemen aynı günlerde doğmuş olmalı. O yüzden tam sabaha karşı saat 07.00 sularında oğlunu kucağına almışken polislerin gelip onu götürmüş olmasının ne kadar iç burkucu olduğunu tahmin edebiliyorum.
Daha önce anlatmıştım, ben de karakola gitmek için değilse bile her sabah çalışmak için evden ayrılıyorum ve bu pek de kolay olmuyor. Özellikle son günlerde Melih Yusuf gece-gündüz ayrımına da iyice vardı ve sabahın ilk ışıklarıyla birlikte uyanınca gününün en neşeli saatlerini geçiriyor. Türlü maymunluk yaparken onu bırakıp gitmek azap verici.
Balbay'ın durumu benden daha kötü tabii, bir de üstüne anlaşılmaz şekilde beş gün emniyetti, savcılıktı gezdirilip oğlundan ayrı bırakıldı. Beş gün deyip geçmeyin, bebek zamanıyla bu kadar kısa sürede her şey olabilir. İlk gülücüğünü, ilk köprü hareketini, "bebekçe"de uydurduğu yeni kelimeleri ilk söyleşini kaçırmak yüksek olasılık. Zaten Balbay da mahkemeden sonra beklerken polise sormuş, "buradan nereye?"... O da "Metris'e" deyince hayıflanmış "Bebeğimin 40'ını göremedim..." diye.
Yalnız ufak bir konu daha var. Bebek gazlı diye, Balbay uyurken onu sabaha kadar idare etme işini eşinin üzerine yıkmış olması kabul edilemez doğrusu. Tabii, yine kendi sözleriyle hem "en kıdemli Ankara temsilcisi" olup, hem "herkesle görüşmek", hem de bütün gece bebeğin gazını çıkarmaya uğraşmak çok mümkün değil.
Tabii çocuk bakımını üstlenen eşi de bu tip işlere zaman bulamayacak ama belki de çok da üzülmemeli, böylece, mesela Ergenekon gibi bir soruşturmada gözaltına alınabilecek "önemli" bir insan olmaktan da sonsuza dek kurtuluyor.
Korkmamak mümkün değil!
Bunun bir ortası da var mutlaka. Ben mesela, askerlerle filan görüşmemi gerektirmeyecek bir işte çalışıyorum, sadece gazetecilik yapınca da akşam uykudan fedakarlık yapmaya vakit kalıyor.
Yine de, anlattıklarını okudukça Balbay'la kader birliğimizin bir ölçüde sürdüğünü de hissettim. O yıpratıcı günlerde, bir an içinde olsa tutuklanabileceğini düşününce çocukları için korkmuş Balbay. Malum, sadece gazetecilik yaparak çok para kazanmak mümkün değil, kötü bir durumda "bankadaki para iki yıl eğitimlerine yeter" diye aklından geçirmiş. Onun gibi deneyimli bir gazeteci bile bu durumdaysa, benim de önümüzdeki yıllarda halim pek parlak görünmüyor.
Hatırlayacaksınız, Balbay gözaltına alınmadan birkaç gün önce bir başka pek deneyimli gazeteci, Ayşe Arman, klinik psikolog Esin Acıman'la çocuklar üzerine bir röportaj yapmıştı.
Acıman kendinden çok emin, yeni ve rekabetçi bir dünyada yaşadığımızı söylüyor ve artık çocukların "doğumdan itibaren bir proje olarak ele alınması gerektiğini" belirtiyor. Başarısız çocuğun mutlu olma şansı yok, başarı da akademik başarı vs. Bunun bir yanı da çocuğun "en iyi okullarda okuması". Acıman'a katılan bir okur, anaokulundan itibaren bu işin 400-500 bin dolara patlayacağını söylüyor.
Şimdi Balbay bu röportajı filan okuduysa, tabii korkar; ben korktum şahsen. İster misiniz Melih Yusuf büyüyünce, "gece kalktın, kakalarımı temizledin, benimle oyun oynadın da ne oldu! Vaktini bunu ayıracağına hayatını para kazanmaya vakfetseydin de mutlu olsaydık" demesin?
Sevgili uzmanlar ısrar ettiğine göre bu ihtimali tamamen yok sayamayız ama ben yine de alternatif bir yaklaşım geliştirmeyi düşünüyorum. Ben sevdiğim şeyi yaparsam, Fatma da sevdiği şeyi yaparsa mutlu oluruz; o zaman küçük tosbağa da mutlu olur. Zorunlulukları paylaşırsak, herkesin sevdiği şeyi yapmasına vakit kalır. Su da çatlağını bulur.(EÜ/EZÖ)