Bu topraklarda bir çocuk daha öldürüldü…
Çocuk katili kimlerdir?
Kim öldürdü, neden öldürdü?
Türkiye’nin çocuk katline gösterdiği tepkilere karşı; katil kim sorusu ve cinayetin neden işlendiği henüz yanıtlanamıyor ve suskunluk gerçekleri örtüyor…
Suskunluğunun gölgesinde suç ve ceza politikaların yokluğu ve çocuk hakları yeniden gündemde olmalıdır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun kabul ettiği 20.11.1989 tarihli Çocuk Hakları Sözleşmesi 02.09.21990 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Bu Sözleşmeye taraf olan Devletler; doğuştan sahip olduğumuz insan onurunu, eşit ve devredilmez olan insan haklarını tanımanın dünyada adalet ve barışın temeli olduğunu kabul eder.
İnsanlar; ırk, renk, dil, din, cinsiyet, siyasal ya da başka görüş, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum yahut başka statüler gibi herhangi bir türdeki farklılıklar gözetilmeksizin sahip oldukları hak ve özgürlüklerin sahibi olduklarında anlaşmışlardır.
Dünyanın bütün çocuklarının hakları korunur, yardımların tümüne hak sahibidirler.
Dünyanın bütün çocuklarına karşı “özel ihtimam” çoğaltılmalıdır. Çocuklar, barış, değerbilirlilik, özgürlük, eşitlik ve dayanışma ruhuyla mutluluk, sevgi ve anlayış ortamında bir aile çevresinde yetişmelidir.
B.M. Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesine göre; her çocuk, ırk renk, cinsiyet, dil, dun, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet ya da doğum gibi bakımlardan herhangi bir ayrımcılık yapılmaksızın, bir küçük olarak statüsünün gerektirdiği koruma önlemlerinin, ailesi, toplum ve Devlet tarafından alınması hakkına sahip olacaktır (Madde 24).
Çocuğun korunma önlemlerinin alınması ailesinin, toplumun ve devletin görevidir.
B.M. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi 10. Maddesiyle nesep ve diğer koşullara bağlı gerekçelerle hiçbir ayrımcılık yapılmaksızın bütün çocuklar ve gençler yararına olarak “özel koruma ve yardım önlemleri” alınmasını ve çocukların ekonomik ve sosyal sömürüden korunmasını emreder (Gemalmaz, Semih. Ulusalüstü İnsan Hakları Hukuku Belgeleri. Legal. 2010. Sayfa 31 ve diğerleri)
Çocuk Hakları Sözleşmesine göre; mahkemeler, idari makamlar, yasama organları, kamusal veya özel tüm kuruluşlar tarafından yapılan tasarruflarda “çocuğun en yüksek menfaati” ilkesi öncelikli olarak göz önünde tutulacaktır…
Sözleşmeye taraf devletler “her çocuğun varlığını” ve doğuştan gelen “yaşam hakkına sahip olduğunu” tanırlar ve çocuğun hayatta kalması, yaşaması ve gelişmesi için mümkün olan “azami gayreti” göstereceklerdir.
Çocuk hakları Sözleşmesinin 16. Maddesine göre; “(1) Hiçbir çocuk özel yaşamına / (mahremiyetine), aile yaşamına, konutuna ya da iletişimine / (Haberleşmesine) keyfi ya da hukuka aykırı müdahaleyi ve onuruna ve itibarına yönelik hukuka aykırı saldırıya mariz bırakılmayacaktır. (2) Çocuk bu tür müdahale ya da saldırılara karşı hukuken /(yasayla) korunma hakkına sahiptir” (Gemalmaz, Age.s.603).
Hatırlarsanız, baklava çalan çocukları mahkûm ettik… Ekmek çalanları cezalandırdık.
Hırsızlığın nedenlerini, çocukların neden ekmek çaldıklarını araştırmak kuşkusuz yargının işi değil ama sadece kanunu uygulamakla hukuk yaratılamıyor. Adalet sağlanamıyor.
Daha doğrusu insan haklarına dayalı hukuk üretemezseniz, hak ihlalleri bitmiyor.
Her hukuk devletinin suç ve ceza politikası olmalıdır…
Her devletin cezalandırma yetkisine karşı insan onurunun dokunulmazlığı vardır.
Prof. Dr. Kayıhan İçel’in “Ceza Yasası Hazırlanırken Uyulması Gereken On Kural” başlıklı yazısında altını çizerek belirtmişti:
“Suç ve ceza politikası ile dar anlamda politikayı, politik inanç ve eğilimleri birbirine karıştırmamak gerekir. Ceza yasaları o devletin ciddi bilimsel araştırmalar ile belirlenen ve toplumun gerçek ihtiyacını öngören suç ve ceza politikaları kurallarına uygun olarak hazırlanmalıdır. Yoksa o dönemde iktidarda veya muhalefette bulunan partilerin politik hedefleri ve eğilimleri yasa tasarılarını etkilememelidir. Zira siyasal iktidarlar değişir, fakat devlet ve onun yasaları devam eder.” (Suç Politikası. Seçkin Yay. 2006. Say 18).
Suç ve cezalar objektif verilere dayanmalıdır. Hangi toplumsal gereksinim bir düzenleme gerektiriyorsa bunun için bir felsefeniz olmalıdır. Dolayısıyla suç ve ceza politikası olmayan ülkelerde suçlar ve cezalar toplumsal gerçeklerden uzak olmamalıdır. Olaylardan sonra dikkate alınan bir başvuru mekanizması olmayan ceza hukuku suç ve ceza üretilmesine yarayan bir hukuk değildir. Akla hemen gelen, olaylara göre cezalandırma anlayışı yanlıştır, suç ve ceza politikalarına aykırıdır.
Kanunlar gerçekleşmiş somut olaylar sonrasında ve o olay için çıkarılmaz. Suç ve ceza politikaları cinayetlere, ölümlere, şiddete ve meydana gelen olaylara, politikaya, gelir geçer anlayışlara teslim edilemeyecek kadar toplumsal ve yaşamsal öneme sahiptir.
Ceza hukuku son başvurulması gereken hukuktur.
Ceza yargılaması , “serbest piyasa ekonomi düzeninde günün rayicine göre adaletin pazarlık konusu yapılacağı bir borsa merkezi olarak” kabul edilemez (Prof. Dr. Klaus Volk. Age. Sayfa 218)
Çocuklar öldürülüyor! Neden?
Diyarbakır’ın bir mahallesinde öldürülen Narin Güran bu ülkenin acı gerçeğidir.
Nedeni ve niçini ortaya çıkarılması gereken ve herkesin gözü önünde ama gösterilmeden saklanarak işlenen cinayeti bilenlerin var olduğu ve bilinmesine rağmen söylenmeyen böyle bir çocuk cinayetinden sorumlu olanların sorumluluğu sadece yargıyı ilgilendirmiyor.
Sadece suskunluk arkasına gizlenmiş “meçhul” failler cinayetten sorumlu değildir…
Sorumluluklarda faili meçhuller yaratmamalı ve tüm gerçeklerle yüzleşmeliyiz.
Sözün özü; hepimiz sorumlu olmalıyız.
Bu çocuk katliamı; toplumun sosyal, ekonomik, siyasal ve toplumsal sorunlarının yarattığı endişe verici bir sonuçtur. Bilinmesi gereken toplumsal sorunumuz budur. Kin ve öfke duyarak, öç alarak hareket ederek suç ve ceza politikasının yokluğu yolu seçilemez.
Bu cinayetin nedenleri toplumun içinde bulunduğu sosyal, ekonomik, toplumsal ve siyasal sonuçlarda aranmalıdır. Değerlendirmelerin tümü bu toplumun içinde bulunduğu dokusu ile birlikte yapılmalıdır.
Bir çocuğun alçakça katli, bu cinayet; bu toplumun içinden çıkmıştır. Neden?
Tek başına yargısal sonuçlarla açıklanamayacak kadar vahimdir, korkunçtur ve ciddidir.
Siyasal, ekonomik ve sosyal bir sorun olarak ele alınmalıdır ve hepimizin toplumsal sorumluluğu olarak kabul edilmelidir.
(Fİ/HA)