Açık olarak belirtilen bir kanundan gazete ve televizyon yöneticilerinin haberinin olmaması güneşin yarın batıdan doğması kadar imkânsızdır.
Basın Kanunu'nun 2002 yılında yapılan değişiklik ile 33. Maddesi "18 yaşını doldurmamış olan suç fail ve mağdurlarının hüviyetlerini açıklayan malümat veya resimlerin, eşri yasaktır. (Değişik fıkra: 03/08/2002 - 4771 S.K./9. md.) Bu yasağa aykırı hareket edenler, on milyar liradan otuz milyar liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılırlar."
Yaklaşık yedi aydır ülke gündeminde olan ve son günlerde en az olay kadar "vahşi"ce medya tarafından konu edilen Münevver Karabulut cinayeti haberlerini izlemekteyiz. Cinayetin katil zanlısı C.G.'nin bırakın ismini ve resmini, teslim olma sırasında giydiği kıyafetlerin ütüsünden, sorgu sırasında yaptığı mimiklere kadar, acımızca konu edildiği, basın kanununu daha önemlisi etiği yok sayılarak bir kirlilik bombardımanı altındayız.
Yukarda çok açık olarak belirtilen ve cezai müeyyidesi de olan bir madde neden görmezlikten geliniyor?
Fabrikaların/işletmelerin arıtma tesisi yapma ve işletme maliyetleri eski çevre kanununda belirtilen cezalardan daha yüksek olduğu için fabrikalar atık sularını derelere, tehlikeli atıklarını ise topraklara gömmeyi tercih ederlerdi. (Yeni çevre kanunu ile cezalar ağırlaştırılmış fakat işletmeler denetimlerin olmadığı gece vardiyalarında arıtma tesislerini kapattığı hala kirlilikleri devam eden derelerimizden anlaşılmaktadır.)
Fabrika yönetimi için toplum sağlığı, çevre hakkı gibi konular Kâr Maksimizasyonu içinde bir değer ifade etmediği için kirlenen çevre göz artı edilebilir bir konu olarak kalırdı. Aynı mantıktan yola çıkarsak bir medya holdingi için yukarda belirtilen on milyar liradan otuz milyar liraya (eski paraya göre) kadar "ağır para" cezası haberin reyting değeri ile kıyaslanmayacak kadar küçük miktarlardır.
Çocuk hakkı, uluslararası sözleşmeler, haber etiği ise sadece kaybedilen bonuslardır. Çevrenin kirlenmesi ne kadar önemli ise bir fabrika için toplumun zihninin kirlenmesi de o kadar önemli medya için. Yarın tekrar çok şiddetli yağmur yağdığında bir daha altında kalırız. Önemli konular değil.
Söz konusu haberlerdeki hak ihlallerinden sadece birinden bahsetmek istiyorum. C.G. nin kaldığı Maltepe Çocuk ve Kadın Tutukevi ile ilgili uzun uzun haberler yapıldı.
Cezaevinin krokisinden (kaçma planları için mi değil mi pek anlaşılmıyor), içerideki allı pullu aktivite resimlerine kadar uzayan bir haberde "Volta arkadaşı eşcinsel komşusu 'damatlar'" başlıklı Hürriyet Gazetesinin 20 Eylül 2009 tarihli haberi.
Haber tüm diğer haberler gibi neresinden tutarsak elimizde kalır türünden. Kimin ile volta atacağının nereden bilindiği ve ne önemi olduğu mu, volta atacağı çocuğun cinsel kimliğine yapılan vurgu mu, cinsel kimliğine vurgu yapılan çocuğun eşcinsel olduğu için tutukevinde olduğu iması mı, enterne edilmiş eşcinsel denilerek hangi çirkinlikten bahsetmeye çalıştıkları mı, haberin içinde "karşı komşu teröristler" denilerek suçu kesinleşmemiş çocuklara yapılan haksızlıklardan mı bahsetmek gerekiyor bilmiyorum. En iyisi hiç birinden söz etmemek ve zihnimizi, vicdanımızı daha fazla kirletmemek sanırım.
Halkın haber almak hakkı palavrası
Kimse bize medyanın sosyal sorumluğunu, halkın haber alma hakkını yerine getirmeye çalıştığı palavrasına inandıramaz.
Aynı cezaevinde 2 Haziran 2009 tarihinde 18 yaşın altındaki 6 çocuk, cezaevinde şiddet gördükleri için açlık grevine başladıkları haberini olay zamanı göremediğimiz gibi C.G. haberi içerisine yerleştirilecek kadar bile kıymetli olmadığını gözlemlemekteyiz.
Hatta İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) Maltepe Kadın ve Çocuk Tutukevi ile ilgili hazırlamış olduğu raporda belirtilen; çoğu evinden şiddet görerek gözaltına alınarak tutuklanan çocukların, yalnızken ve kamera olmayan mekânlarda gardiyanlarca işkenceye uğradıklarını, koğuş değiştirme taleplerine şiddetle cevap verildiğini, bu nedenle ayrıca kendilerine zarar verdikleri, cezaevinde tutulan çocukların kendilerine psikolojik ve fiziksel işkence edildiği bilgisi ana akım medyada ne yazık ki haber değeri görülmediği için yer almadı.
Kamuoyunda ''taş atan çocuklar'' olarak bilinen yaklaşık 127 çocuk tutuklu ve 3 bin çocuk Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamında "yetişkin" koşullarında ve Ağır Ceza Mahkemelerince yargılanıyorlar. Bu haberlerin nasıl veril(me)diği hala hafızalarımızda.
Sadece bir örnek ile yapılmaya çalışılanın masum bir haber verme olmadığını anlayabiliriz. Mardin Kızıltepe'de evinin önünde babası ile birlikte sırtından 9 kurşun ile vurularak öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz'ın davasında 'Sınırı aşarak adam öldürmekten" yargılanan 4 polis 'meşru müdafaa'dan beraat etti ve Yargıtay da onayladı.
Münevver Karabulut cinayetinden daha az "vahşice", söz konusu cinayet aleti bir testere değil silah, cesedin bulunduğu yer Etiler değil Mardin Kızıltepe, onu vuranlar 18 yaşının üstünde veya sanıklar 18 yaşının üstünde polis oldukları için mi en fazla üzerinden şöyle bir geçilecek haber değeri taşıdı bilmiyoruz.
Ayrıca onu vuranlar 18 yaşının üstünde olmalarına rağmen ne resimlerini gördük ne de adlarını biliyoruz.
Cezaevinde volta atacağı çocuğun cinsel kimliğini bile öğrenebilen büyük medyamız Uğur'u vuran polislerin ne isimlerine ne de resimlerine ulaşamamış olabilir. Depremde deprem uzmanı, sellerde meteoroloji uzmanı bu son olaylarda ağır ceza uzmanı olan medyamız söz konusu başka çocuklar olunca aldığı konum ile bu olayda aldığı konum arasında ideolojik olarak bir fark yoktur.
Ana akım medya için söz konusu "reyting" ise "çocuk hakkı" bir teferruattır. Ama biz hak savunucuları için ise hayat teferruatlarda saklıdır. (TK/EZÖ)