8 yaşındaki kız çocuğu Narin Güran 21 Ağustos günü Tavşantepe Köyü’nde Kur’an kursundan evine dönerken kayboldu.
Sonrasında Diyarbakır’da yaşayan ve özellikle de yerelde çalışan gazetecilerin çabası ile haberler yapıldı. Konu sivil toplumun, Diyarbakır Barosu’nun ve yereldeki güçlü siyasetçilerin de çabasıyla bir anda tüm Türkiye’nin gündemi haline geldi.
Ana akım ve ulusaldan çokça gazeteci Tavşantepe’ye akın etti. Kayıp Narin’in annesi babası ve akrabaları ile konuşup videolar yayınladı. İlk 10 gün basın çalışanları da dahil kimse aileye şüpheli olarak bakmadı. 2 Eylül'de amca Salim Güran’ın gözaltına alınması ve tutukluluğu ile basın için artık mesele ‘kayıp bir kız çocuğu’ değil ailenin büyük sırlarıydı.
Aileye dair senaryolar ve iddialar yayıldıkça Narin Güran’ın insan hakkı, birey olduğu ve çocuk olduğu gittikçe unutulmaya hakları ihlal edilmeye başlandı.
Yaşanan gelişmeleri yakından takip ederken Diyarbakır Barosu’ndan teyit ettirmediğimiz hiçbir şeyi paylaşmayan birkaç gazeteciydik. Fakat bizler bile öyle bir kaosa sürüklendik ki doğru bildiğimiz bilgiyi bile 20 kişiye teyit ettirme ihtiyacı duyduk.
Bir kız çocuğunun küçük bir köyde kaybolması yeterince önemli ve değerli gelmediği için Müge Anlı programı tadında haberler yapılmaya başlandı. Narin’in fotoğrafları birinci elden basın tarafından kullanılmaya devam edildi. O yetmedi Narin Güran’a ait bütün fotoğraflar, anılar, videolar da sergilendi.
Bunların yayınlanması da yetmedi videolar ve fotoğraflar ağıtlar, ‘melek oldu’lu şarkılar eşliğinde hazırlanıp servis edildi.
Narin hakkında ‘çok akıllı’, ‘çok zeki’ ‘çok güzel’ ile başlayan cümleler yazıldı. Televizyonlar da sunucular, profesörler, akademisyenler, 30 yıllık gazeteciler bu cümleleri kurdu. Bir şekilde herkes Narin’in ne kadar masum olduğunu yüksek yüksek ajite kelimeler ile birbirine kanıtlamaya çalıştı.
Çocuğun insan hakkı
Narin’in cesedinin bulunduğu gün birçok ulusal televizyon kanalı, gazeteciler, ajanslar ile saatlerce Diyarbakır Adli Tıp Kurumu’nun önünde bekledik.
Gece geç saatlerde yapılan bir basın açıklaması ile Narin’in bir torba içerisinde dere yatağında bulunduğunu öğrendik.
Tüm bunlar yaşanırken ana akım medyada çalışan birinin kameramanına “Acaba otopsiden fotoğraf elimize geçer mi?” diye sorduğunu duydum.
Bu fotoğraf umut ediyorum ki ellerine geçmemiştir. Çünkü çocuk olduğu unutulan, öldüğü için hakları yok sayılan Narin’in ölü haldeki fotoğrafı da eminim ki yayınlanırdı.
Çünkü bu artık Türkiye’de her gün yaşanan kayıp/kaybettirilmiş/katledilmiş bir çocuk haberi değil. Bir magazin, bir film tadında reyting ve tıklanma sayısı alınacak kariyer meselesiydi.
Narin’in cenazesinin gömüleceği gün sık sık medya da “gazetecilere saldırı” haberleri servis edildi. Haklıydılar birçok kişi özellikle kadınlar ve çocuklar ağlarken görüntü alınmasına engel olmaya çalıştı. Evet, belki engellemeye çalışanlar bunu ‘etik’ kaygısıyla yapmadı ama özellikle saldıranlar ve küfür edenler arasında çocuklar da vardı.
O çocuklar belki de basına karşı ailelerinin de yönlendirmesiyle öfkeliydiler ama o çocukların yüzleri, ağladıkları anlar da medya da bolca yer aldı. Birçok yerde çocukların yüzü kapatılmadı. Buzlanmadı. Peki, sabah saatlerinde 8 yaşındaki arkadaşını gömen bu çocuklar akşam ana haberde kendilerini ağlarken, ayakta duramaz halde gördüklerinde de yeterince öfkelenmediler mi? Bütün hakları, yas tutma hakları bile ellerinden alınan onların bile üzerinden senaryolar yazan kişilere karşı bu çocuklar nasıl bir güven duymalı?
Bu çocuklar köylerinde yaşanan Narin Güran cinayeti ile zaten sarsılmış ve travmatize olmuş. İnanıyorum ki bu çocuklar basına ve kamuoyuna karşı da bütün inançlarını kaybetti.
Kovuşturma aşamasında olan bir çocuk dosyasında yaşanan her şeyin basına sızdırılması, zaten Çocuk Koruma Kanunu’nu kapsamındaki bütün maddeleri ve ilkeleri hem soruşturma makamları hem de basın yoluyla ihlal etti.
Sadece Narin Güran özelinde de değil. Sosyal medya paylaşımlarını birçok çocuk gördü. Türkiye’deki birçok çocuk ana haber bülteninde ‘canavarca’ ‘vahşice’ öldürülmüş Narin Güran’dan bu gibi cümlelerle haberdar oldu.
Soruşturmanın yanlış yürütülmesi, sürüncemede bırakılması 1 ay olmasına rağmen faillerin bulunmaması bütün çocuklar için güvenliklerinin olmadığını düşündürttü. Narin öldürüldüğü için doğrudan şahsına yönelik değil ama onun çocuk kimliği de basın ve soruşturma makamları tarafından istismar edilmiş oldu.
Nasıl çocuk haberi yapmamalıyız?
8 Eylül günü şüpheli sıfatıyla gözaltına alınanlar arasında 15 yaşında R.A.’da vardı. Bu yaşananlarla birlikte R.A.’nın sonradan yanlış deşifre edildiği de ortaya çıkan ses kaydında var olmayan bir cümle ile “son dakika haberi”, “yılın haberi” diye servis edilirken çocuğun adı ve soyadı da kullanıldı. Hemen ardından bu çocuğun bütün ifadeleri de basın yoluyla servis edildi.
Narin Güran soruşturmasıyla çocukların hakları yok sayıldı. Milletvekilleri, siyasetçiler, soruşturmayı yürüten savcılık, Adalet Bakanlığı ve basın da dahil herkes önce Narin Güran’ın ve ardından tüm çocukların üstün yararı ilkesini adım adım ihlal etti, hatta yok etti. Binlerce çocuk travmatize oldu.
Soruşturma kapsamında gerçek faillere ve Narin Güran’ın neden öldürüldüğü bilgisine ulaşır mıyız ya da bu spekülasyonların bir sonu gelir mi, birçok soru işaretimiz var. Fakat her ne olursa olsun “çocuk hakları nedir” “çocuk haberciliği nasıl yapılır” oturup yeniden konuşmak gerekiyor.
Narin Güran bizlere Türkiye medyasında basılı gazetelerden televizyona, internet sitelerinden sosyal medyaya nasıl çocuk haberi yapmamamız gerektiğini gösterdi. Çocuk haberleri yapmak için bir kaynak arıyorsanız Türkiye medyasına bakmanız ve yaptıklarının tam tersini uygulamanız yeterli.
(HA)