Zaman zaman münferit (!) bazı örneklerle, şok duygusu eşliğinde yüzleşip sonra da başa çıkmakta zorlandığımız diğer münferit dramlarımız gibi bilinç altına tıkıştırdığımız çocuğa yönelik şiddetin, "eğitim kurumlarında uygulanabilirliği, yetkili ağızlar tarafından gerekçelendirilerek resmi olarak onaylandı" haber ve yorumları son günlerde basınımızda genişçe yer aldı.
Bir kısmımız yaşananlara çok şaşırırken, bir kısmımız neden bu kadar şaşırıldığına şaşırdık.
Yok sayıp görmezden geldiğimizde olmadığını varsaydığımız başka şeyler gibi şiddet de hayatımızın her alanında onaylı, destekli ve ısrarlı varlığını sürdürüyordu oysa. Sadece kişilerle ve sadece adı geçen kurumlarla ilgili değildi. Yeni de değildi.
Şaşıracak ne var?
Trabzon’dan, İstanbul’a, oradan Gebze’ye, Sosyal Hizmet ve Çocuk Esirgeme Kurumlarından (SHÇEK), okullara, evlerden çocuk parklarına, kolluk kuvvetlerinden, medyaya, oradan üniversitelere, sokaklara... Bizim olduğumuz her yere... Bizi şaşırtan onayın "eğitimsel resmiyet"i miydi? Tarihsel dayanaklı, toplumsal onayımızın resmi onaya etkisi, katkısı yok muydu?
Güç dengelerinin eşit olmadığı ve en çok da bu nedenle vicdanlarımıza dokunan çocuğa yönelik şiddet, ne ironik bir durumdur ki, üzerinde mutabakat sağladığımız (ölçüsü iyi tutturulduğu müddetçe, elimiz, dilimiz kaçmazsa) algılarımızdaki en "normal" şiddet türü değil miydi evvel ezelden beri? Bir düzine atasözü ile de desteklenebileceği üzere...
Evde epeyce "itip kakarak, kıvama getir"dikten sonra, "eti senin kemiği benim" zihniyetiyle eğitim kurumlarına teslim ettiğimiz, "eti de benim kemiği de" zihniyetiyle teslim alınan çocuklarımızın, milyon yıllık travmatik zihniyet aktarımıyla oluşmuş toplumsal dinamiklerin cenderesinden aynı zihniyetle donanmış olarak çıkıp, güçlü olanın safhına geçmiş (en azından fiziksel anlamda) olarak Gebze'de karşımıza dikilivermesi talihin işi miydi!?
Bu insanların ruhu hangi aşamada, nerde sakatlanıyordu? Neden bu kadar yoksundular?
Şiddetin döngüselliği
Çocuklara yönelik şiddetin hepimizin rahatlıkla sıralayabileceği bir dizi travmatik etkisi yanında en önemli etkisinin çocuğun kendi varlık değerinden şüphe duyması, değersizlik duygusunu içselleştirmesi olduğunu bilmiyor muyduk? Peki ya bu duygunun şiddeti döngüselleştireceğini, yıkıcı etkisini?
Biz meselelerimizi "hiçleştirdiğimiz" çocukların "hiçlik" zaafları üzerinden "büyüklük ödüllendirmeleriyle" çözmedik mi memleketimizin farklı zamanlarında, farklı yerlerinde?
Aileden, eğitime, oradan da bütün hayatımıza şiddetin çeşitli yol ve yöntemleriyle dayatılan "değersizlik duygusu", "ben"in sürekli ötelenmesi, yok edilmesi, illa da, illa ki "sürünün uzantısı" olmak seçeneksizliği, kafamızı kaldırdığımızda, farklı bir ses çıkartmak istediğimizde kafamıza inen tokmakla yaşadığımız zihin sarsıntısının hiç geçmemesi, ilelebet sallana yalpalaya, başı eğik yola devam etmemiz... Tesadüf müydü?
El birliğiyle körükledik, üzerimize sıçrıyor
Çocukların, ihmalden cinsel şiddete uzanan bir dizi psikolojik ya da fiziksel şiddete maruz bırakılmalarının kabul görebilecek ve anlaşılabilecek hiçbir bilimsel, pedagojik gerekçesi yoktur, olamaz. Mevcut durumu ya da sonucu eğitsel gerekçelerle açıklamak mümkün değildir. Çağdaş eğitim ve davranış bilimlerinde hiçbir kuram şiddetin eğitimde bir yöntem olabileceği ve "terbiye amaçlı", "disiplin sağlamaya yönelik" kullanılabileceği savı üzerinden akıl yürütmez.
Ancak çağdaş eğitim anlayışlarının uygulanabilirliği göstermelik olmayan politikalarla, toplumsal zihniyet değişiklikleriyle ilgilidir. Bu anlayışlar "birey" yaratmaya yönelik yöntemler içerir ve şiddet bu yöntemlerden biri değildir. "Birey" üzerinden toplumsal mutabakat sorunlarımızın çözümünde etkili olacaktır. Ne istediğimize karar verelim. El birliğiyle körüklediğimiz ateşin gelip bir yerlerden üzerimize sıçraması şaşırtmasın bizi... (RS/GG)