Amerika Birleşik Devletleri'ndeki (ABD) seçim sürecinin, ülkede yaşanan eski seçim süreçlerinden çok daha farklı bir çerçevede gerçekleştiğini hem ABD hem de tüm dünya artık biliyor. Özetleyecek olursak, bu farklılık üç temel grupta incelenebilir:
- Kasım ayında yapılacak genel seçimlerde yarışacak başkan adaylarından Demokratların adayı hâlâ belli olmadı: ABD seçim süreçlerinde genellikle yaşanan, yapılan önseçimlerde en geç Şubat ortasına kadar hem Demokratların hem de Cumhuriyetçilerin adaylarını belirlemiş olması.
Oysa ki 2008’de şimdiye kadar gerçekleşen toplam 43 önseçimde, demokratların adaylığı için yarışan Senatör Hillary Clinton ve Senatör Barack Obama başa baş bir mücadele verdi. Bu durumda, gözler, 22 Nisan’da Pennsylvania’da, 6 Mayıs’ta ise North Carolina ve Indiana’da yapılacak diğer büyük ön seçimlere çevrildi.
- ABD’de ilk kez bir kadın ve siyah bir senatör, üstelik aynı yarışta, ABD başkanlığına oynuyor: Demokratların adayları, ırk ve toplumsal cinsiyet anlamında şüphesiz bu seçimlere çeşitlilik katıyor. ABD’nin yeni başkanının bir kadın ya da bir siyah olması ihtimali her anlamda ABD ve dünya için büyük bir değişim olarak algılanıyor.
- Demokratların şansı yüksek: Bu defa, demokratlar birçok uzmana göre 2008 seçimlerinde cumhuriyetçilerden daha avantajlı. Bu avantajı tetikleyen koşullardan ilki, Irak savaşının ABD içinde meşruiyetini kaybetmeye başlaması, sağlık ve eğitim gibi sosyal sorunların ulusal güvenlik sorunundan daha ön plana geçmesi olarak görülebilir.
İkinci koşul, aday adayları Clinton ve Obama’nın seçim sürecinde halkla iletişim kurmada eski Demokrat adaylardan çok daha başarılı olması. Örneğin 2004 seçim yılında kamuoyunun karşısına "karmaşık" politika öneriyle çıkan Demokrat John Kerry’nin tersine, Clinton ve Obama açıklamalarında net olmaya özen gösteriyor.
Demokratlar, değişim kelimesinin altını çiziyor, böylelikle her alanda yeniliğe ve farklılığa özlem duyan halkın büyük çoğunluğuna hitap ediyor.
Üçüncü koşul ise, cumhuriyetçilerin adayı Senatör John McCain’in, ulusal televizyonlar önünde George W. Bush’tan seçimler için resmi destek sağlaması. Bu durum Bush politikalarından soğuyan halkı, hatta cumhuriyetçilerin belli bir kesimini bile demokratlara oy vermeye yönlendiriyor.
Obama'nın sloganları: "Umut", "Evet, yapabiliriz"
Demokratların seçim kampanyalarına bakacak olursak, Obama’nın seçim kampanyası, Clinton’ınkine kıyasla, tabandan daha fazla destek alıyor. Gençler arasında "Obama hareketi" olarak da benimsenen kampanya, ABD’de 60’larda sivil haklar ve sosyal adalet gibi temaları işleyen geniş tabanlı toplumsal hareketlere benzetiliyor.
Obama ise, kendi toplumsal hareketinin temasını "umut (hope)" ve "evet, yapabiliriz (yes we can)" olarak belirledi.
Peki demokratların kazanması, dünya için ne anlama gelir? Öncelikle dünyanın en güçlü aktörü konumunda olan ve sekiz yıldır muhafazakar zihniyetin hükmettiği bir yönetimin yerini sosyal değişimi öne çıkaran liberal bir anlayışa bırakması, dünyanın gidişatı açısından umut verici olarak görülebilir.
Demokratlar küresel etik sınırlarda diyalog kurabilir
Örneğin, kadın hakları, çevre, sürdürebilir kalkınma gibi konuların tartışıldığı Birleşmiş Milletler toplantılarında, ABD yanına köktenci ve muhafazakar politikalar izleyen ülkeleri alarak var olan kararları geriye götürmeye çalışmaktan ziyade, küresel etik sınırları çerçevesinde tüm ülkelerle diyalog kurmaya özen gösterebilir.
Ayrıca Irak’ın işgaline başından beri karşı çıkan Senatör Obama’nın başkan seçilmesi halinde sorunun çözümü için askeri harekatı öncelikli kılmak yerine bölgedeki tüm ülkelerin içinde bulunduğu bir müzakere süreci başlayabilir.
Her ne kadar kampanyalarda sözü edilen vaatlerin seçimlerden sonra yönetime gelen politikacılar tarafından yerine getirilmediği bilinen bir gerçek olsa da, bu defa vaat edilen şeyin "umut" olması, Amerikan halkını politikaya daha duyarlı hale getirmiş durumda.
Seçimi kazanacak lider, kim olursa olsun, bu duyarlılığı istenilen değişimi gerçekleştirmek için bir potansiyel olarak görmeli… (PA/GG)