Basından her gün neticelenemeyişine tanıklık ettiğimiz, çoğu zaman da hiç neticelenmemiş olmasını dilediğimiz tecavüz, taciz ve cinayet davaları güncelliğini koruyadursun, dava aşamasına bile gelememiş vakalara gösterilen tepkiler her seferinde, meselenin mağdur-fail ikiliğinden alınıp daha genel bir çerçeve içinde ele alınması gerektiğini hatırlatıyor.
Nitekim 2 Mart günü Uludağ Üniversitesi Felsefe Bölümü öğrencisi Sema Karakoca'nın Bursa'da bir göl kıyısında parçalanmış cesedinin bulunmasının ardından zanlının hala yakalanamamasını, dahası yaşanan olayın faturasının yine hem mağdur hem fail rolü biçilmiş kadına kesilmesini protesto eden öğrencilerin eylemleri de bu görüşü destekler nitelikte.
bianet'e açıklama yapan öğrencilerden biri polis ve yurt müdürlerinin, "11'den sonra yurda gelmeyin ailenizi ararız", "Hava karardıktan sonra sokakta dolaşmayın", "Kiminle arkadaşlık ettiğinize, nerede gezdiğinize dikkat edin" diyerek kendilerini uyardıklarını söylüyor ve ekliyor, "Durumu sanki bizden kaynaklanan bir şeymiş gibi göstererek, cinayet, taciz ve tecavüzün bu yüzden başımıza geleceği söylenmek isteniyor"..."Aileler çok tedirgin, gün içinde sürekli kızlarını arıyorlar... Kızlarını okuldan almak isteyenler varmış."*
Son dönemde kadına ve erkeğe yönelik cinsel istismar tartışmasının, 'olağan' sokak vukuatı çerçevesinden nihayet çıkarılıp kurumsal, hatta akademik boyutta dile getirilmesi, resmilik ile gayriresmiliğin erime noktaları olan devlet yurtlarına dikkat çekmeyi gerektiriyor.
Yurtlar, toplumun geleneksel ataerkil yapısından çözüm yerine sorun öneren yasa tasarılarına; siyasi ideolojilerle beslenen ahlakçı bakış açısından suçluların ve suç ortaklarının toplumun neresinde aranması gerektiği sorunsalına kadar meseleyle birçok yerden ilişkilendirilebilirler. Nedenlerine değinmeye gündemde daha önce de yer alan haberleri kısaca hatırlayarak başlayalım:
Hatırlanacağı gibi 25 Kasım 2010 tarihinde Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürü Hasan Albayrak "kız çocuklarının" yurda giriş saatlerinin en geç akşam dokuz olması gerektiğini buyurarak -üstelik bu saatlerde kız ve çocuk başlarına nerelere ve ne şekilde gitmelerinin münasip olduğunu belirterek- tepkileri üzerine çekmişti.
"Davranış öğreten" yönetici kadrosu
Toplum Gönüllüleri Vakfı'nın hazırladığı tebliğ** demokrasi ve insan hakları çerçevesinde, uygulamadaki çarpıklığın düzeltilmesi konusunda genel müdürü inisiyatife davet etmişti. Bu tip söylemlerin genel sahibi olan zihniyetler, kızlara daha çocuk yaştan itibaren ileride nasıl davranmaları gerektiğini öğreten bir edep yönetici kadrosunun karşımıza farklı kurumlarda, farklı unvanlarla çıkan versiyonlarıdır. Hava karardıktan sonra dışarıda başıboş gezen "kız çocuklarını" potansiyel tehlike olarak gören, dolayısıyla izole edilmeleri gerektiğini düşünen zihnin savunucuları... Peki devlet yurtları bu algının neresinde?
Devlet yurdu öncelikle, burada kalmaya "hak kazanmış"; gelir seviyesi, aile koşulları ve gelmiş olabileceği sosyal sınıf bakımından kategorileştirilebilecek öğrencilere barınma imkanı sağlar. Bu öğrenciler tarafından yurtlar, hem geçmiş okul deneyimlerindeki öğretmen-öğrenci, hem de geleneksel aile yaşantısının güdümlediği ebeveyn-çocuk ilişkisinin (bir anlamda hiyeararşik bir etken-edilgen diyaloğunun)sona erip bireysel alanın kazanıldığı yerler olarak algılanır.
Fakat yurtta otoritesini, bu iki zıt kutbun iç içe geçip ne tam bağımsızlık ile zincirlerin kırıldığı, ne de eski itaatkar ilişkilerin sürdürülmek zorunda olduğu bir yer oluşundan alır. Aralarında hiyerarşik bir ilişki olmamasına rağmen kat görevlileri, blok sorumluları yahut güvenlik görevlileri çoğu zaman yurt kurallarının uygulanması ve güvenliğin ve huzurun sağlanması çerçevesindeki sorumluluklarını öğrenciler üzerinde bir otorite kurmak olarak yeniden şekillendirirler.
Her akşam yoklama defterine imza atılmadığı takdirde "kız çocuklarının" ailelerine haber verilmesi uyarısı, bu kızların akşam belli bir saatten sonra yurda alınmamaları, belli bir saatten sonra dışarıya çıkamamaları, "yanlışlıkla" kullanılma ihtimallerine karşı yangın çıkışlarının kilitli tutulduğu ya da yurdun dışından edinilen erkek arkadaşların genellikle potansiyel 'şüpheli' imajı çizdiği durumlar...
Burası sıcak bir yuva değil!
Erkek öğrencilerin muaf olduğu bu kuralların kız öğrenciler tarafından "kabullenilmesi" bu gizli otoritenin sonucudur. Kabullenilmediği takdirde eylemleri, maddi ve manevi imkanları kısıtlı ve bunu da elinde tutmak isteyen genç kızlara uyarı cezası, örgütlü psikolojik baskı, aileye ve yetkiliye şikayete kadar başka hususlarda ayrımcılık olarak geri döner.
Fiziksel koşulların da bu durumu desteklemesi kritiktir. Temel işlevini barınma gibi insani ve insancıl bir eylemden alan bu yerlerde buranın sıcak bir yuva olmadığını göze sokarcasına anlatan birçok unsur görülebilir: Soğuk renkli duvarlar ve ışıklar, herhangi bir erkek veya dişi sinek ihtimaline karşı muhtelif yerlerde görülen demir parmaklıklar, prizsiz odalar...
Burada vurgulanan yurtlardaki koşullar değil, buralardaki çifte standardın psikolojik ve sosyal yapısıyla somut yapısının nasıl birbirlerini tamamlayarak paralel ilerledikleri. Örneğin, imkanların sınırların altında olduğu bu odalarda 'yasaklı madde' bulundurma ihtimallerine karşı kız bloklarında yapılan sıkı kontrollerin, kontrol bile edilmeyen erkek yurtlarının serbestliği ile karşılaştırılması abestir; ya da ortak alan olarak hizmete sunulan kantinlerde, yemekhanelerde ya da diğer sosyalleşme alanlarında bulunan hizmetlerin (en basitinden televizyon, pingpong masası) erkekler tarafından "işgalinin" nasıl normalleştiği.
Yurtların cinsiyeti erkektir
Dahası,özellikle blok sayısı fazla olan karma yurtlarda kız bloklarının kampus girişlerine daha yakın olması, dolayısıyla daha iyi kontrol edilebilmeleri; erkek bloklarının ise neredeyse bir serbest alan yaratacak şekilde konumlandırılması da gözden kaçırılmaması gereken bir noktadır.Son olarak, genellikle şehirlerde ve üniversiteye yakın yerlerde -bazen üniversite kampuslarının içinde- yurtlar için arazi sıkıntısı yaşanması bu yapıların görece merkezi yerlerden uzak yapılmasına ve dolayısıyla civarda güvenlik problemlerinin belirmesine neden olmaktadır. Ancak sorun ne yazık ki yine "korumacı" uyarılarda bulunan görevlilerin yaklaşımlarını haklı çıkaran bir çerçevede ele alınmaktadır ki, bu kişiler bu konumsal yapılanmadan da destek alarak durumu yine kadının aleyhine kullanmaktadır.
Sonuç olarak devlet yurdu onu her bağlamıyla anlayanlar için bir olumlama olarak eğitim kampı gibidir; toplu yaşama kurallarının, saygının, sevginin, sosyalleşmenin deneyimlendiği, farklılıkların hoş görülüp problemlerin tolere edilebildiği, kişiyi zorlarken aynı zamanda olgunlaştırdığının sonradan fark edildiği yerdir.
Fakat onu yanlış yorumlayanlar, yanlış yorumlatanlar, dahası bunda bir yanlışlık görmeyip kadını sindirme ve suç unsuru olarak gören baskıcı ve ayrımcı politikalarına devam edenler için burası kadınlara "kız çocuğu", erkek çocuklara da "adam gibi adam" olmayı öğreten -dayatan- yerdir. Ne yazık ki adları her ne kadar öyle olsa da Türkiye'de gerçek anlamda karma yurt yoktur, Türkiye'de devlet yurtlarının cinsiyeti erkektir.
* Mart 2011, Cuma tarihli Bianet Bursa haberi
** Yazıya buradan ulaşılabilir.