Yazsam mı, yazmasam mı? Rahmetli annemin "Benim oğlum bina okur..." demeleri aklıma geliyor da! Nitekim 26 Kasım 2009 da yazdığım gibi (Şaşılacak Bir şey Yok: Şiddet, Radikal Gazetesi) sorunlara yaklaşım, 3. sayfa haberleri veya medyaya yansıyan sansasyonları birkaç gün konuşmakla sınırlı olmamalı. Özellikle görsel medyanın dizi, futbol, "yarışma" programlarından artan zamanlarda, somut ve münferit olayların ötesinde objektif ve genel konular halinde sorunlar toplum gündemine alınamaz mı?. Alınmıyor.
Yakın geçmişte yetmiş yaşlarında bir kişinin bir çocuğun ırzına geçmesi konuşuldu, bugünlerde ise yirmialtı kişinin bir çocuğun ırzına geçtiği konuşuluyor. Sorunun medyada yer alması üzerine, ülkeyi yönetmek, kanun yapmak mevkiinde olanlar da konuşuyorlar, kanun yapacağız, değiştireceğiz v.s. diyorlar. Birkaç günlük bu konuşup yazmalar sonunda, sorunlar olduğu yerde kalıyor.
Bazen kanun yapılmıyor da değil. Hatta lüzumundan fazla kanun bulunduğunu söylemek mümkün. Ancak -amaç ve siyasal tercihler bir yana- en geniş anlamıyla toplumsal hayatın sürekli değişim ve gelişimini, oluşan sorunları izleyip değerlendirerek akılcı ve adil öneri ve çözümler geliştirmek gibi yeterli bilimsel hazırlık çalışmalarına dayanmayan, kanun yapma tekniğine uymayan, biri diğeriyle uyumsuz ve bazen çelişkili, ifadesi bozuk kanunlar yapılmakta. Bir yıl kadar önce, tutukluluğun azami süresi konusundaki tartışmaları, kanunun farklı algılamalara ve kargaşaya neden olan bozuk ifadesini ve ne yaptığını bilmezliği hatırlayın. Unutuldu değil mi?
Çocukla cinsel ilişki suçunu konu edinen Türk Ceza Kanununun 104. maddesinin 2. fıkrasını iptal eden ve böylece çocuğun korunmasında önemli bir zaafiyet yaratan Anayasa Mahkemesinin 23 Kasım 2005 gün ve 2005/103 E., 2005/89 K. sayılı kararını (Resmi Gazete: 25 Şubat 2006) hatırlıyor muyuz? (Bkz: Ali Güzel, İki Yanlış Bir Doğruyu Götürdü. Cumhuriyet Gazetesi. 1 ve 2 Mart 2006) Hatırlamaktan vazgeçtim, o kararın verildiği dönemde bile farkına varılmadığını, tartışılmadığını düşünüyorum.
Demem odur ki: Yasalar nitelik itibariyle kusurludur, ancak mükemmel olsalar bile sorunların çözümünde ve adaletin tecellisinde tek başına hukuk metinleri ve yazılı kurallar yeterli olamaz. Uygulamada hayata ve olaylara bakış açısı, yargılama mantalitesi büyük önem taşımaktadır. Bu da gerek uygulayıcıların, gerekse konularla ilgili tüm bireylerin, içine doğup büyüdükleri toplumun kültürel iklimi ile ilintilidir.
Öte yandan toplumsal kültürümüzdeki, iş işten geçmeden sorunları görmemek veya ilgilenmemek şeklindeki baskın özellik karşısında; sağlıklı değerlendirmeyi nasıl yapacağız, bundan da önce sağlıklı ve doğru bilgiyi nasıl edineceğiz? Toplumun hukuka sahip çıkması, kuşkusuz istenen ve özlenen bir şeydir. Ancak doğru yolda ilerleyebilmek için sistematik bilgiye az çok ulaşmak gerekir. Peki bu nasıl olacak?
Siyaset dünyasına bakıyorsunuz, maalesef genellikle, sorunları derinlemesine ele almayan sığ polemiklerle karşılaşıyorsunuz. Üniversiteden genellikle ses çıkmıyor. Bu tabloda, etkileyici ve yönlendirici bir güç olarak medya öne çıkıyor.
Sözün burasında yazının başına dönersek; gerçekten, gelişen teknoloji ve iletişim olanakları ile önemli bir aktör haline gelen yazılı ve özellikle görsel medyanın bu ağırlığı oranında toplumsal görev ve sorumluluğunun da büyüdüğünü kabul etmek gerekir. Kuşkusuz, medyanın günceli konu edinmesi doğaldır. Ancak bununla yetinmeyerek, güncel olsun olmasın; sorunların somut ve münferit bir olayın ötesinde, objektif ve genel konu olarak, yeterli bilgiler ışığında derinlemesine ve çok yönlü biçimde ele alınarak soğukkanlı bir şekilde irdelenip tartışılmasını; toplumsal kültür ve davranış özelliklerindeki yozlaşmaların sorgulanmasını sağlaması beklenir. Reyting sorunu olacağını da sanmıyorum. Belki toplumun bir kesimini de medyaya yaklaştıracaktır. (AG/HK)
* Ali Güzel, Anayasa Mahkemesi Emekli Üyesi