Görsel: csgorselarsiv.org/Gülnaz Bingöl
Cinsel şiddet, hem çocuklar hem de yetişkinler için üzerinde konuşulması çok zor bir yaşantıdır (1). Maruz kalanların bir kısmı yaşadıklarını seneler sonra güçlükle paylaşabilir, kimi ise hiç anlatamaz.
Ülkemizde kadınların yüzde 30’u en az bir kez ısrarlı takibe, yüzde 15’i cinsel şiddete maruz kalıyor, yüzde 49’u yaşadıkları cinsel şiddeti kimseye anlatamıyor.
Şiddete maruz kalanların yüzde 92'sinin resmi kurumlara bildirmediği, çevresine anlatan kadınların ise yüzde 39’unun anlattığı kişiden yardım görmediği biliniyor (2,3).
Sadece kadınlar ve çocuklar değil, LGBTİ+’lar, diğerleri kadar yaygın olmasa da erkekler ve sıklıkla hayvanlar cinsel şiddete maruz kalıyor.
Konuşulması önemli bir adım
Çoğu olgu yaşantılarını resmi kayıtlara geçmemesi koşuluyla paylaşıyor, bu nedenle cinsel şiddetin resmi verilerde belirtildiğinden daha yaygın olduğu tahmin ediliyor. (1). Bu kadar yaygın olmasına rağmen “yok sayılan” cinsel şiddet, önemli ruhsal ve bedensel rahatsızlıklara yol açar (2). Cinsel şiddetin son günlerde çeşitli boyutlarıyla konuşulabilir olması, bu sorunun çözülebilmesi yolunda önemli bir adım (1).
Her türden cinsel şiddetin varoluşu, sürdürülmesi ve açığa çıktığında gerekli yasal ve toplumsal yaptırımların uygulanmaması, topluma egemen olan ataerkil düzen ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanıyor (1,4). “Kadın” ve “erkek” olmaya toplumun ve kültürün yüklediği anlam ve beklentilerin tamamına “toplumsal cinsiyet rolü” denir. Bu rol ve kalıplar, sürekli bir biçimde yeniden üretilerek bireyler ve nesiller arası aktarılır (5,6,7).
İkili cinsiyet sistemi
Toplumsal cinsiyet rolleri; bireyleri ikili cinsiyet sistemine göre sınıflandırır ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yaratır. Toplumsal cinsiyet, her iki cinsiyetin de nasıl görüneceğine, hissedeceğine ve yaşayacağına; bekâr mı evli mi olacağına, kiminle ne zaman evleneceğine, kaç çocuk yapacağına, cinselliği nasıl yaşayacağına, boşanıp boşanmayacağına, kürtaj olup olmayacağına, hangi eğitimi alacağına, hangi mesleği seçeceğine, “töre ve namus cinayetleri”ne kadar her alanda ağır dayatma ve yaptırımlarda bulunur (6,7).
Aile, okul, medya, hukuk sistemi vb. oluşumlar, cinsiyete dayalı iş bölümü, egemen dil, bazı dinsel, edebi ve sanatsal eserler, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin üretilmesinde, pekiştirilmesinde ve sürdürülmesinde rol oynar (6,7).
Kadınlara edilgen, erkeklere ise etkin kimlikler tasarlanırken, erkekler kamusal alanda üretkenliğe, kadınlar ise (ücretsiz-güvencesiz) ev işleri ve çocuk bakımına yönlendirilir.
Tüm bunlar temel insan haklarına; fırsat, kaynak ve hizmetlere erişimde bireyin cinsiyeti ile ilişkili özellikler nedeniyle ayrımcılığa/şiddete uğramasına neden olur. Bu ayrımcılıktan en fazla kadınlar ve LGBTİ+ bireyler olumsuz etkilenir (6,7).
Cinsel şiddet karşısında suskun kalınmasına zemin hazırlayan nedenlere aşağıda değindik:
1- Ataerkil sistem ve şiddetin meşrulaştırılması: Şiddeti günlük yaşamda bir araç olarak kullanan, olağanlaştıran ve tüm iletişim kanalları aracılığı ile bu mesajı veren toplumlarda her türlü şiddet davranışı artıyor (8). Erkeğin eşine belirli durumlarda fiziksel şiddet uygulamasını doğru bulan 15-49 yaş arası kadınlara şiddetin haklı gerekçeleri sorulduğunda; yemeği yakmak, eşine karşılık vermek, eşinden habersiz dışarı çıkmak, çocukların bakımını ihmal etmek, cinsel ilişkiyi reddetmek sayılıyor (9).
Toplumsal cinsiyet rolleri kadını ya “cinselleştirilmiş bir nesne” ya da “evinin kadını çocuklarının anası” olan, edilgen ve itaatkâr kadınlık rolleri arasına sıkıştırırken, psikolojik, cinsel, fiziksel ve ekonomik şiddete maruz bırakır (6).“Erkek” toplumsal cinsiyet rolü; otoriterlik, duygularını belli etmeme, “erkekliğini ispatlama” gibi insan doğası ile uyumsuz beklentiler içerir. Geleneksel rolleri reddeden erkek, “erkekliği” sorgulanarak toplumca yıpratılır, “kadınsı” denilerek değersizleştirilir, şiddete uğrar ve şiddet uygulamaya teşvik edilir (6,7).
Şiddetle mücadele dilde başlar. Şiddet gören kişiyi çaresiz ve edilgen bir role sıkıştıran“mağdur” kavramı yerine “maruz kalan” ya da “hayatta kalan” kavramı, cinsel saldırıda bulunan kişi içinse “saldırgan” yerine “fail” kavramı kullanılıyor. İşlenen şiddet suçlarında fail genelde erkektir (1,2). Bunda yüzyıllardır “erkeklik” kavramına yüklenen anlamın büyük etkisi var. Cinsel şiddet olaylarının altında, alınan cinsel haz, cinsel “zafiyet”, “cinsel ihtiyaç” ya da “erkeğin fıtratı” değil, bir başkası üzerine baskınlık kurma, üstün hissetme, iktidarını sergileme arzusu yatar (1). Erkeklerin buna hakları olduğu, ancak bu şekilde var olabilecekleri, değerli ve güçlü hissetmenin yolunun bu olduğu; kadınlara ve çocuklara da hayatta kalabilmek için bu düzene boyun eğmeleri gerektiği öğretilir (1,10). Savaş, terör ve her türlü ekonomik yoksunluklar kadına yönelik şiddeti arttırır, şiddetin fark edilmesini ve bildirimini azaltır (8).
2-Ataerkil yapı-aile içi şiddet: Şiddet öğrenilen bir davranış, bir suçtur; gözleyerek, yaşayarak, şartlanarak öğrenilir. Şiddeti en çok uygulayanlar, şiddete maruz kalan ya da bir başkasına uygulandığına tanık olanlardır (1,7). Aile içi şiddet en yaygın görülen şiddet türü; cinsel şiddet bunun en sık biçimi, ensest en fazla gizli kalan şiddet türüdür (1). Kadın cinayetlerinin yarısından fazlası eşler ya da eski eşler tarafından gerçekleştirilir (2,6,7). Namus kisvesi altında işlenen cinayetlerin gelenek ve töreler ile açıklanması, faile hafifletici sebepler nedeniyle az ceza verilmesi, haksız tahrik indirimleri maruz kalanların şiddet bildiriminde bulunma ve hak aramalarını önler.1 Bazı olgularda maruz kalanlar, aile üyelerinin tepkisinin kendilerinkini gölgede bırakacağından korktuklarını için şiddeti gizlerler (11).Töreler gereği intihara zorlanmak, öldürülmek, istismar edenle ya da bir başkasıyla zorla evlendirilmek, failin kendi yakınları tarafından öldürülmesi sonucu yakınının ceza alacağı vb. korkular, şiddeti gizleme nedenleri arasındadır (1,11).
3-Yoksulluk ve eğitimsizlik: Yapılanın cinsel suç olduğunu, haklarını, suçu nereye, ne şekilde bildireceğini bilmemek suskunluğun en önemli nedenlerindendir (1). Şiddet toplumun her bireyini etkilese de en çok kadınları hedef alır. Erken ebeveyn kayıpları, çocukluk çağı ihmali, yalnız yaşamak, aile içi sorunlar, gebelik, alkol madde kullanımı, yoksulluk, işsizlik, göç; şiddet riskini artırır, yardım arama davranışını olumsuz etkiler (1,7,8).
4-Travmanın etkisi ile nörobiyolojik tepkiler: Maruz kalanın biyolojik bir refleks olarak verdiği donma tepkisinin yol açtığı “boyun eğme” görüntüsü, fail ve çevresi, adli merciler ve hatta sıklıkla maruz kalanın kendisi tarafından da hatalı biçimde “rıza” olarak yorumlanabilir (1,10). Maruz kalanların yapılan muayeneler, soruşturma aşamaları ve davalar sırasında kendilerini etkili bir biçimde savunamamaları, yaşadıklarını inandırıcı ve tutarlı bir biçimde, bir akış halinde aktaramamaları ya da şikâyetçi olmamaları bundan kaynaklanabilir (1).
5-Çocuk istismarları, çocuk yaşta evlilikler ve akraba evlilikleri: Çocuklar cinsel istismarı algılayamayabilir, sonuçlarını öngöremeyebilirler (2). Kendilerini koruyamayabilir ve çoğu zaman istismarın farkına yıllar sonra varabilirler (1,2). Kimi olgular istismarı açık ettiğinde ailenin dirençli inkârı ile karşılaşır, konu örtbas edilmeye çalışılır. Kimi zaman fail birden fazla aile bireyi olabilir (1). Toplumsal cinsiyet eşitliğini hiçe sayan bazı geleneksel ve dinsel dogmalar, özellikle kız çocuğunu bir cinsel nesne olarak görür, yetişkinlerle karı-koca ilişkisi içinde birlikte yaşamaya zorlar (12).18 yaş altında yapılan bütün evlilikler çocuk istismardır, çocuğun rızasından bahsedilemez (12). Yakınlarda kız çocuklarının kendilerine tecavüz eden kişiler ile evlendirilmesi konusunda bir yasa tasarısı bile gündeme getirildi (12). Tüm bunlar çocuk istismarlarını destekleyen yaklaşımlar olup cinsel şiddetin gizli kalmasında rol oynar.
6-Suçluluk ve utanç: Ataerkil toplumda, toplumsal cinsiyet eşitsizliği açısından dezavantajlı olan birey cinsel saldırıya uğradığında toplum örtbas edici ve maruz kalanı suçlayıcı şekilde davranır (mağdur suçlayıcılık) (13). Damgalanma, iftiraya uğrama, aile ve arkadaş çevresinden destek görmeme; eğitimin, çalışmanın ve özel hayatın engelleneceği şeklinde kaygılar şiddetin gizlenmesine neden olabilir (1). Eğitimli ve yüksek gelirli kadınlar şiddeti bildirmekten utanç duyma ve saklama eğilimindedirler (10).
7-Failin tanıdık olması: Cinsel şiddetin failleri, tıpkı fiziksel şiddette olduğu gibi, çoğunlukla tanıdıklardır (2). Cinsel şiddetten birine bahsetmekteki utanç; sosyal destek yetersizliğine ilişkin kaygılar, failden çok şiddete uğrayanda suç arayan yargı sisteminin sorunlu işleyişi, fail tanıdık olduğunda daha da artar (14).
8-Faillerin güç ve baskı uygulaması, maruz kalanın şikâyetten vazgeçirilmesi: Cinsel şiddet bildirildiğinde maruz kalan ölüm tehditlerinden, kan davaları ya da intikam cinayetlerinden korkabilir. Fail beyanda bulunana, aileye, kamuoyuna güç ve baskı uygulayarak herkesi sindirmeye çalışır (1). Maruz kalan, failin alacağı cezanın ağırlığı vb. gerekçe gösterilerek fail ya da onun yakınları tarafından şikâyetçi olmaktan vazgeçmeye zorlanabilir (1,11). Zorla ya da gizlice çekilmiş mahrem görüntüler aracılığıyla yapılan şantaj, mahkemeye sunulan verilerin gizliliğinin sağlanamaması, şiddetin gizlenmesinin ya da şikâyetin geri çekilmesinin nedenleri arasındadır (1).
9-Beyanın güvenilirliğinin sorgulanması: Maruz kalanın beyanına kuşku ile yaklaşmak, bunun bir komplo olduğu şeklinde söylentiler çıkarmak şikâyet etme olasılığını düşürür. Beyana inanılmaması ya da “konuyu kapatma” yönündeki telkinler sıktır. Mağduriyet açığa çıktığında beklenen yardımın alınamaması “ikincil travmatizasyon” ya da “ihanet travması” olarak adlandırılır (10). Beyanda bulunanın ikincil örselenme yaşamaması için beyanın dikkate alınması son derece önemlidir. Feminist kadınlar arasında dahi, cinsel şiddet yaşadığını bir sağlık çalışanına rahatlıkla açıklayabilme oranı yüzde 51 bulunmuştur (10). Erkeği mutlak itibarlı, kadını da onun itibarına çamur atarak, itibarından yararlanmaya çalışan bir iftiracı ve fırsatçı rolüne sokan ataerkil zihniyet faili koşulsuzca aklamaya dönüktür.
10- Adli süreçlerdeki zorluklar: Adli yargılamaların çok uzun sürmesi, aksaklıklar, haksız tahrik indirimleri, yetersiz delil toplanması gibi sebepler failler için caydırıcı olmazken maruz kalanın yıpranmasına, adaletin sağlanmaması ya da çok gecikmesine neden olur. Adli işlemler, muayeneler, raporlar, dava sürecinde travmatik yaşantıyı tetikleyici, suçlayıcı muamelelerle karşılaşmak, deşifre olmak, faille defalarca karşı karşıya gelmek zorunda kalmak, adalet sistemine güvenmemek, diğer nedenlerle bir araya gelince şiddet bildiriminden kaçınılmasına yol açar (1).
11- Medya ve sosyal medyanın olumsuz rolü: Kitle iletişim araçlarında cinsiyet ayrımına dayalı dil kullanımı kadının ikincil, edilgin ve bağımlı rolünü ilan eder, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin üretilmesine, pekiştirilmesine ve sürdürülmesine aracılık eder (6). Travmatize olan insanların yaşadıklarının haberlerde veriliş biçimleri; travmaları tetikleyici, şiddet bildirimi konusunda cesaret kırıcı ve caydırıcı nitelik taşıyabilir (1,11,13,16).
12- Kurum ve kuruluşların uygunsuz tutumu: İşyerlerinde ast-üst ilişkileri çerçevesindeki cinsel talepler, maruz kalanın çalışma hak ve özgürlüğünü, ekonomik özgürlüğünü tehdit eder. “Kol kırılır yen içinde” anlayışı şiddeti gizlemeye zorlayan en önemli etmenlerdendir. Eksik, hatalı, geç müdahale, cinsel suçun bildirildiği kişi ya da kurumun nasıl bir yol izleyeceğini bilmemesi, demokratik kitle örgütleri, meslek odaları, kurum ve kuruluşlarda tutum belgeleri ve yönergelerin olmaması şiddetin örtbas edilmesine neden olabilir (1,10).
13- Devlet politikasındaki ve önlemlerdeki yetersizlikler: Şiddetle mücadelenin etkin bir devlet politikası olmaması, kadın bakanlığı, çocuk bakanlığı gibi bakanlıkların olmaması, sivil toplum kuruluşları ile işbirliğinin sağlanmaması, ebeveyn okulları ve çocuklar için devlet destekli yaz okullarının olmaması, yurt ve yuvaların denetlenmemesi; şiddetin örtbas edilmesini kolaylaştırır (1). Kadınların eğitimlerinin engellenmesi, emekleri karşılığında ücret almamaları ya da düşük ücret almaları şiddete uğrama ve bunu gizleme olasılıklarını arttırır (8).
14-Sağlık hizmeti ve psiko-sosyal destek sistemindeki yetersizlikler: Sağlık hizmeti veren kuruluşlarda şiddet olup olmadığının sorgulanmaması, evlilik içi tecavüz, ensest gibi durumların kutsal aile mahremiyeti uğruna gizlenmesi, maruz kalanın faille arasında yakınlık ya da eş ilişkisinin olması, şiddet bildiriminde bulunulmasını ya da uzmanın fark etmesini önleyebilir (4).
15-Sivil toplum kuruluşu, dernekler ve toplumsal dayanışmada yetersizlikler: Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, şiddete ve çocuk istismarına karşı mücadele eden; eşitsizlik ve ayrımcılığa uğrayanlara sosyal, ekonomik, hukuki ve ruhsal destek sunan dayanışma derneklerine erişim güçlüğü, şiddetin bildirilmesi ve hak aranması önünde ciddi bir engeldir (15).
Sonuç ve öneriler
Şiddeti önlemenin yolu toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermektir. Birleşmiş Milletler’e göre toplumsal cinsiyet eşitliği temel bir insan hakkıdır ve cinsiyet/cinsel yönelim ayrımı yapılmaksızın her bireyin, cinsiyete dayalı şiddet başta olmak üzere her tür ayrımcılıktan uzak biçimde temel insan haklarını kullanabilmesi hedeflenmelidir (7).
Bunun için toplumlara cinsiyet eşitliği bilinci kazandırılması; temel çocuk, insan ve hayvan haklarına erişim, kadın ve LGBTİ+’ların eğitim ve istihdamlarının sağlanması gibi pek çok alanda mücadele verilmelidir. İstanbul Sözleşmesi’nin gerekleri ülke politikası olarak benimsenmeli ve uygulanmalıdır (7).
(AEY/EMK/NÖ)
DİZİ: Cinsel şiddet ve beyanı
1- Cinsel şiddet nedir, ne değildir?/ Ebru Toprak
2- Cinsel şiddete ilişkin yanlış inançlar/ Özlem Altuntaş
3- Cinsel şiddete dair suskunluğun sosyal, kültürel, psikolojik boyutları/ Arzu Erkan Yüce
Kaynakça
[1] http://www.psychologies.com.tr/cocuk-istismari-karsisinda-neden-susuyoruz/?
[2] https://www.psikiyatri.org.tr/basin/572/siddetsiz-ve-saglikli-yasamak-istiyoruz
[3] TC Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü. Türkiye’de kadına yönelik aile içi şiddet araştırması. Özet rapor. Ankara, Ocak 2009.
[4] Gülseren L, Başterzi AD, Gündelik Yaşamdan Kliniğe Şiddet ve Psikiyatri içinde. Editör: Leyla Gülseren (Ed.) 1. Baskı, Ankara, Türkiye Psikiyatri Derneği Yayınları, s.55-87, 2017.
[5] Özkan, B. ve Gündoğdu, A.E. (2011). Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Türkçede Atasözleri ve Deyimler. Electronic Turkish Studies, 6(3), 1133-1147
[6] https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/09/07/763179
[7] http://www.psychologies.com.tr/toplumsal-cinsiyet-esitligi-temel-bir-hak/http://www.psychologies.com.tr/kadina-yonelik-siddet/
[8] https://psikiyatri.org.tr/934/tpd-kadina-yonelik-siddete-karsi-mucadele-ve-uluslararasi-dayanisma-gunu-basin-a?
[9] Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü (2018) Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması, 2018.Erişim adresi: http://www.hips.hacettepe.edu.tr/tnsa2018/rapor/TNSA2018_ana_Rapor.pdf
[10] Saner S, Tırtıl L, Gündelik Yaşamdan Kliniğe Şiddet ve Psikiyatri içinde. Leyla Gülseren (Ed.) 1. Baskı, Ankara, Türkiye Psikiyatri Derneği Yayınları, s.111-140, 2017.
[11] https://m.bianet.org/biamag/toplumsal-cinsiyet/209422-cinsel-siddeti-aciklamak-aciklamayi-geri-cekmek-hak-aramak-ve-bariyerler
[12] https://www.psikiyatri.org.tr/2106/cocuklarin-kendilerine-tecavuz-eden-kisilerle-evlendirilmeleri-agir-bir-cocuk-ha?
[13] https://psikiyatri.org.tr/basin/513/cinsel-saldirilarla-ilgili-medyada-yer-alan-haberlere-yonelik-basin-aciklamasi
[14] https://www.catlakzemin.com/yakin-iliskilerdeki-partner-cinsel-siddeti-sokaktaki-tecavuz-ya-evdeki-ne/?[15] https://www.psikiyatri.org.tr/16f1508/dunya-kadina-yonelik-siddeti-onleme-gunu-basin-
[16] https://www.psikiyatri.org.tr/2090/intiharla-ilgili-haberler-ve-paylasilmasi?fbclid=IwAR0yyltg0OYDjowne4xKJB8P2t2I7Aq7z_hg71CqC3gXiniB